Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
CİNSİYETSİZLEŞTİRME;
Cinsiyetsizleştirme,
Hareketi Dünya Nüfusunu Azaltmaya Yönelik Bir Projedir.!
Ailenin önemine
vurgu yapan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Cinsel kimliğiyle ve
cinsiyetiyle barışık bireyler yetiştirmek mümkün. Ancak bu süreçte zamanlama
kritik bir rol oynuyor. 12-13 yaşından sonra bu tür durumları düzeltmek çok
daha zor hale geliyor.” dedi.
CİNSEL
KİMLİĞİYLE VE CİNSİYETİYLE BARIŞIK BİREYLER YETİŞTİRMEK MÜMKÜN.!
Çocuğun
yetiştirilme tarzının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Erkek çocuk,
kadınsı rol modellerle büyüyor ve bu süreçte baba da zayıf bir kişilik
sergiliyorsa, amca veya dayı gibi güçlü erkek figürler de yoksa çocuğun
cinsiyet kimliği üzerinde ciddi bir etki bırakılıyor.” dedi. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof.
Dr. Nevzat Tarhan, cinsiyetsizleştirme konusunu değerlendirdi.
DÜNYA
NÜFUSUNU AZALTMAYA YÖNELİK BİR PROJE Mİ.?
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, uzun süredir
cinsiyetsizleştirme konusuyla ilgili çeşitli bilgilere ulaştıklarına dikkat
çekerek, “Ancak en son Fransa’da bu yıl haziran ayında düzenlenen
Olimpiyatların açılış seremonisinde, cinsiyetsizleştirmeye yönelik açık bir
sergileme yapıldı.
Bu sergileme, cinsiyetsizleştirmenin doğal bir süreçte
gelişen bir olay olmadığını; aksine tasarlanmış, planlanmış ve projelendirilmiş
bir çalışma olduğunu net bir şekilde ortaya koydu.
Gözlemlerimiz de bu yönde. Özellikle
cinsiyetsizleştirme hareketinin küresel sermaye ve güçler tarafından dünya
nüfusunu azaltmaya yönelik bir proje olarak yürütüldüğünü düşünüyoruz.” dedi.
KÜRESEL
SERMAYE, DÜNYAYI YÖNETME İDDİASINDA OLAN BİR ÜST MEKANİZMA GİBİ HAREKET
EDİYOR.!
Nevzat Tarhan,Bu konuyu ilk kez 2016'larda fark etmeye
başladığını, o dönem bağımlılıkla ilgili bir proje gündeme geldiğini, projenin
içinde cinsiyetsizleştirme çalışmalarının da yer aldığını ve projenin fon
kaynağının Birleşmiş Milletler Nüfus Planlama Fonu olduğunu gördüğünü anlattı.
Ve “Görünüşe göre Birleşmiş Milletler, bağımlılıkla
mücadele projelerini planlarken aslında cinsiyet rolleri, evlilik ve nüfus
azaltımı gibi hedefleri de önceliklendiriyor.
Dünya nüfusu hızla artıyor ve bu durumun devam etmesi
halinde küresel güçlerin dünyayı yönetmekte zorlanacağı düşünülüyor.
Küresel sermaye, dünyayı yönetme iddiasında olan bir
üst mekanizma gibi hareket ediyor ve bu tür projeleri bir araç olarak
kullanıyor. Ellerindeki kültürel sermayeyi de bu projelerin bir parçası olarak
değerlendiriyorlar.” diye konuştu.
KADIN
VE ERKEK EŞİTLİĞİ;
HAKLAR
VE FIRSATLAR AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMELİ
“Toplumsal Cinsiyet” kavramının kadın ve
erkek arasındaki hak ve fırsat eşitsizlikleriyle ilgili olması gerektiğini
kaydeden Tarhan; “Kadın ve erkek biyolojik olarak eşittir şeklinde bir
yaklaşım benimseniyor.
Oysa kadın ve erkek eşitliği; haklar ve fırsatlar
açısından değerlendirilmelidir.” ifadesinde bulundu.
Kadın ve erkek cinsiyeti arasında ataerkil kültürden
kaynaklanan bir eşitsizlik olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu
duruma tepki olarak feminist hareket, 1960’larda kadının özgürleşmesi amacıyla
haklı bir şekilde başladı. Ancak, zamanla bu hareket radikal feminizme
evirildi. Radikal feminizm ise, kadın-erkek arasında bir mücadele ve çatışma
alanına dönüştü. Günümüzde bu radikal anlayışın etkileri özellikle ABD’de
görülebiliyor.” dedi.
BİLİM,
DOĞUŞTAN ÜÇÜNCÜ BİR CİNSİYET YOK DİYOR!
Biyolojik cinsiyet doğuştan geldiğini, bu
durumun kromozomlarla ilgili olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tarhan; “Doğuştan gelen bir kadın ve erkek cinsiyeti mevcuttur.
Doğuştan üçüncü bir cinsiyet olmadığını gösteren, 2019 yılında Nature
dergisinde yayımlanan büyük bir çalışma bulunmaktadır.
Bu çalışma, Oxford, MIT ve Harvard gibi önde gelen
kurumların da katkılarıyla 477 bin kişi üzerinde gerçekleştirilmiş ve şimdiye
kadarki en büyük genetik çalışmalardan biri olmuştur. Çalışmada, üçüncü bir
cinsiyeti belirleyen bir gen bulunmadığı açıkça ortaya konulmuştur. Bu bilimsel
kanıtlar, biyolojik olarak üçüncü bir cinsiyetin olmadığını ve yalnızca kadın
ile erkek cinsiyetlerinin mevcut olduğunu göstermektedir.
Bu durumda, toplumsal cinsiyetin sonradan öğrenildiği,
yani genetik değil, epigenetik bir olgu olduğu anlaşılmaktadır. Toplum içinde
yetiştirme tarzı ve çevresel etkenler yoluyla, bireylerde genetik polimorfizm
şeklinde değişimler oluşabilmektedir. Ancak bu, değiştirilebilir bir durumdur;
birey isterse bu durumu değiştirebilmektedir.” diye konuştu.
KADIN
ve ERKEK BEDENİN KÖTÜYE KULLANIMINA DUR DEMEK GEREKİYOR
Bilimsel kanıtların ortaya çıkmasıyla,
"üçüncü cinsiyet vardır" iddiasında bulunanların savlarının
zayıfladığını, bu durumun bir tercih veya kültür haline geldiğini ifade eden
Prof. Dr. Tarhan; “Eğer toplumda
üçüncü cinsiyet ya da cinsiyetsizlik bir kültür olarak benimsenirse, kadın ve
erkek cinsiyetlerinin yanı sıra başka cinsiyetlerin de varlığı kabul
edilecektir.
Günümüzde sadece eşcinsel bireyler (gay ve lezbiyen)
veya trans bireylerden bahsedilmemekte, "Q" harfiyle tanımlanan bir
kategori de ortaya çıkmıştır. Hatta bazı yerlerde pedofili veya hayvanlarla
cinsel ilişki gibi kavramlar dahi cinsel özgürlük kapsamında değerlendirilmeye
çalışılmıştır ki bu, insan bedeninin açık bir şekilde kötüye kullanımıdır.
Kadın ve erkek bedenin kötüye kullanımına dur demek
gerekiyor. Bu nedenle biz bununla ilgili dernek kurduk, çalışmalar yaptık. Bu
durum, aileyi yıkıyor, aileye zarar veriyor.” şeklinde konuştu.
CİNSİYET
DEĞİŞTİRME MERKEZLERİ KAPATILIYOR…
Yeni çıkan “Cinsiyetiyle Barışık Çocuklar
Yetiştirmek” kitabına da atıfta bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Amerikan Pediatri Birliği ve Amerikan Çocuk Sağlık
Birliği, küçük yaşta çocuklara hormon verilmesinin biyolojik doğaya aykırı
olduğu vurgulanmıştır. Bu konuda yayımlanmış haberler ve videolar mevcuttur.
Bilimsel kanıtlar günümüzde oldukça belirgindir.
İngiltere'de de bu durumla ilgili önemli adımlar
atılmakta ve cinsiyet değiştirme merkezleri kapatılmaktadır. Bu durum, insanın
biyolojik doğasına aykırı bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Domates
seçerken bile ‘doğal olsun’ " diyoruz; ancak insanın biyolojik doğasına ve
genetik yapısına uygun olmayan bir yaşam tarzı çocuklara ve bireylere
öğretiliyor. Kitapta da bu konulardan bahsettik.” diye konuştu.
CİNSİYETSİZLEŞTİRME
ARTIK BİR PSİKOLOJİK SAVAŞ KAVRAMI.!
Yüzde yüz kadın" ya da "yüzde
yüz erkek" diye bir şey yoktur.! "Yüzde
yüz kadın" ya da "yüzde yüz erkek" diye bir şey olmadığını, her
erkekte yüzde 10-20 oranında kadınsılık, her kadında ise yüzde 10-20, hatta
yüzde 30-50 oranında erkeksilik bulunabileceğini belirten Prof. Dr. Nevzat
Tarhan, “Küresel düzeyde bir cinsiyetsizleştirme çalışması yürütülüyor.
Aileler ve bireyler ‘tıp böyle diyor’ düşüncesiyle ses
çıkaramazken, tıbbın bu konuda öyle bir şey demediği bilimsel kanıtlarla ortaya
konulmuştur. Kanıtların netleşmesiyle birlikte bu konuda savunanların sesleri
artık eskisi kadar yüksek çıkmamaktadır. Cinsiyetsizleştirme kavramı
uluslararası literatüre girmiş bir kavram ve bu artık psikolojik savaş
kavramıdır.” dedi.
K-POP
KÜLTÜRÜNÜN ETKİSİ…
Özellikle K-pop müziği akımının yeni
jenerasyon-kuşak üzerinde etkilerine değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şöyle
devam etti:
“K-pop kültürü oldukça cazip ve çekici görünüyor. Ancak
orada cinsiyet ayrımı olmadığını, kadın ve erkek cinselliğinin yer almadığını,
daha çok unisex bir yaklaşımın benimsendiğini biliyoruz. Bu, aslında genç yaşta
çocukları etkileyen büyük bir proje olarak dikkat çekiyor.
K-pop sayesinde Güney Kore’nin yıllık gelirinin ABD’de
7-8 milyar dolar seviyesine ulaştığı belirtiliyor. Bu kültür, özellikle ailede
mutlu olmayan çocuklara çekici geliyor. Ailede mutlu ve sağlıklı bir iletişim
kurabilen çocuklar bu tür akımlara yönelmezken, anne-baba ile geçinemeyen veya
problemleri olan çocuklar bu sahte çekiciliğe kapılıyor. Bunun yanı sıra,
cinsiyet değiştirme ile ilgili ciddi bir propaganda dalgası da söz konusu ve bu
durum bir salgın gibi yayılmakta.”
ÇOCUKLARIN
DAVRANIŞLARI AİLE DİNAMİKLERİNDEN KAYNAKLANABİLİYOR
Ailenin önemine de vurgu yapan Prof. Dr.
Nevzat Tarhan, şunları kaydetti:
“Çocuğunu doğru şekilde yetiştiren, evi bir güven alanı
haline getiren, huzurlu bir ortam sunan, kadınların kadınsı, erkeklerin ise
erkeksi rollerini doğal şekilde sergilediği ailelerde genellikle cinsel kimlik
sorunları yaşanmıyor. Ancak bazı vakalarda, çocukların davranışlarının aile
dinamiklerinden kaynaklandığını görüyoruz.
Bir çocuk babasına kızdığında, bunu bir protesto aracı
olarak kullanıp cinsel kimlik değişikliği gösterebiliyor; böylece babasından
bilinçdışı bir şekilde intikam alıyor. Benzer şekilde, annenin erkeksi bir rol
üstlenmesi durumunda, çocuk annesine tepki olarak benzer davranışlar
sergileyebiliyor. Çocuklar bunu genellikle bilinçaltı seviyesinde, farkında
olmadan yapıyorlar. Bu tür durumları önlemek için ailenin güvenli bir alan
oluşturması ve sağlıklı bir ortam sunması çok önemli.
Cinsel kimliğiyle ve cinsiyetiyle barışık bireyler
yetiştirmek mümkün. Ancak bu süreçte zamanlama kritik bir rol oynuyor. 12-13
yaşından sonra bu tür durumları düzeltmek çok daha zor hale geliyor. 10
yaşından önce bu farkındalık sağlanırsa çözüm daha kolay olabilir. 17-18 yaşına
gelmiş çocuklarla çalışırken, öncelikle bu davranışların arka planındaki
nedenleri anlamaya çalışıyoruz. Çocuğun hangi sebeplerle bu yöne eğilim
gösterdiğini tespit ettikten sonra, bu nedenleri ortadan kaldırmaya
odaklanıyoruz.”
ÇOCUĞUN
CİNSİYET ROLLERİNE UYGUN OLMAYAN ŞEKİLDE YETİŞTİRİLMESİ
Çocuğun küçük yaşta yanlış yönlendirilmesi ve cinsiyet
rollerine uygun olmayan bir şekilde yetiştirilmesinin önemli bir sorun olduğunu
ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sosyal medyada dolaşan bir video var; bir
kız çocuğu boks eldivenlerini giymiş, babasıyla boks yapıyor ve onu yere
seriyor. Çoğumuz bu videoyu izlemişizdir ve oldukça eğlenceli, hatta sevimli
geliyor. Videoda anne gelip babayı kurtarıyor ve herkes gülüp eğleniyor. Ancak
burada fark edilmesi gereken bir durum var: Bu tür örneklerde, kız çocuğu
erkeksi bir şekilde yetiştiriliyor. Her ne kadar bu anlar neşeli ve eğlenceli
görünse de, çocuk üzerinde uzun vadeli etkileri olabilir. Bu şekilde
yetiştirilen kız çocukları, 12-13-14 yaşına geldiğinde ‘Sen kızsın, öyle değil,
böyle davran’ denildiğinde tepki gösterebiliyor. Çocuk, ‘Ben erkek gibi
davranmak istiyorum’ diyebiliyor ve bu durum aileyi zorlayabiliyor.” şeklinde
konuştu.
ÇOCUĞUN
YETİŞTİRİLME TARZI ÇOK ÖNEMLİ.!
Çocuğun yetiştirilme tarzının son derece
önemli olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Ailede herkes kızsa; ablalar, teyzeler gibi kadın
figürlerin çoğunlukta olduğu bir ortamda, tek erkek çocuğa kız kıyafetleri
giydiriliyor ve bu bir eğlence aracı haline geliyor.
Herkes gülerken, bu durum çocuğun gelişimi üzerinde
olumsuz etkiler bırakabiliyor. Erkek çocuk, kadınsı rol modellerle büyüyor ve
bu süreçte baba da zayıf bir kişilik sergiliyorsa, amca veya dayı gibi güçlü
erkek figürler de yoksa çocuğun cinsiyet kimliği üzerinde ciddi bir etki
bırakılıyor.
Erkek çocuğa bu dönemde yeterli ilgi gösterilmezse ve
bu durum uzun süre devam ederse, çocuk kadınsı bir kimlik geliştirebiliyor.
Çocuk ergenlik dönemine girdiğinde ise ‘Değiştirmem, ben böyleyim’ diyebiliyor.
Çünkü artık genetik polimorfizm ve epigenetik şekillenme meydana gelmiş oluyor.
Bu durumda bir değişiklik yapmak için yoğun bir tedavi süreci gerekiyor ve bu değişim ancak kişinin kendisinin istemesiyle mümkün olabiliyor. Ancak bu aşamada genellikle iş işten geçmiş oluyor.” şeklinde sözlerine son verdi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan:
#www.medyagunebakis.com,
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP