Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
Ülke Politikaları Vakfı
olarak *Demokrasi Yoluna Dönüş* forumunu, kıymetli konuklarımızla birlikte
tamamladık. Türkiye’nin iktidar değişimine doğru gittiğinin tespiti yapıldı ve
yeni iktidarın görevi demokrasiye geçiş olmalıdır. Denildi. Vakıf Başkanı Doğan Subaşı,
HEDEF
*DEMOKRASİ* DEĞİL, *YOLUNA DÖNÜŞ*.!
Ülke Politikaları Vakfının *Demokrasi Yoluna Dönüş* forumu yapıldı.!
Forumda; Kavramsal, Teorik,
Akademik ve içerik olarak Demokrasiye ivedi olarak geçmek değil *Yoluna Dönüş* konuşuldu.
Bilindiği gibi, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, kuruluş değerlerine karşı olanlar,
Kurucusuna saygısı olmayanlar, kuruluşuna *Karşı Devrim*
başlatanlar, anayasayı tanımayıp, demokrasiyi rafa kaldırdılar ve anayasayı
tanımıyoruz kararlarına da uymuyoruz dediler.
VAY BU MİLLETİN
HALİNE.!
Bunlar kendi icat ettikleri, tek
adam yönetimi rejimine uygun olarak, kendi çıkardıkları KHK, kanun ve yasalara
dayandırarak baskı ve zorla uyguladıkları Liyakat değil Biat’a dayalı, Sultanist
parti devletine dönüştürülen bir sistemsiz sistem içinde; Siz olmayan
demokrasinin kendisine değil de yoluna dönüşü konuşuyorsunuz. Vay bu milletin
haline.!
*DEMOKRASİ İÇİN HAVANDA SU DÖVÜLDÜ* Ana tema konuşmasında *Seksen yıldır ulaşılamayan bir hedef: Türkiye’de liberal demokrasi* konusu Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu tarafından yapıldı.
Forumun ilk oturumunda;
Latin Amerika, Arjantin, Güney Avrupa, İspanya, Portekiz ve Yunanistan
örnekleriyle *Dünyada Demokrasiye Geçiş
Deneyimleri* konu başlığı Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Özge
Kemahlıoğlu ile Dr. Oya Yeğen, Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hasret Dikici
Bilgin, Bilkent Üniversitesi’nden ise Doç. Dr. Ioannis Grigoriadis’in sunumuyla
ele alındı.
SANKİ NORMAL DEMOKRASİYE ULAŞTIK DA, LİBERALİ KALDI.!
Sabancı
Üniversitesinden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun Ana Tema Konuşmasını yaptığı *Seksen Yıldır Ulaşılamayan Bir Hedef: Türkiye’de Liberal
Demokrasi* konusunda önemli görüş ve önermeler sunulan toplantıda,
ekonomi ve siyaset temsilcileri günümüzün ivedi ve yaşamsal sorunlarını
konuşmak yerine *ulaşamasak da yolunda ölürüz*
gibi bir mantıkla olmayan Demokrasinin Yoluna Dönüş konuşuldu.
SORMAK GEREKİR.!
Demokrasi ortadan kaldırılmadı mı.? Böyle
bir dönüş olanaklı mı.? Olmayan bir
şeyin yoluna dönüş nasıl olacak.? 80 yıl içselleştirilip topluma mal edilmeyen
ve kaybedilen Demokrasi yoluna dönülüp bir 80 yıl daha mı kaybedilecek.?
80 YIL SONRA HALA DEMOKRASİYE GEÇİŞ DENEYİMLENİYOR Forum yöneticiliğini Av. İsmail Doğan Subaşı’nın yaptığı *Türkiye’de demokrasiye geçiş deneyimleri* başlığının konuşulduğu ikinci oturumda ise Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sabri Sayarı ile Doç. Dr. Berk Esen ve Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. İlter Turan yer aldı.
Ülke
Politikaları Vakfı, İkinci Yüzyıl Forumları kapsamında 4’üncüsünü Demokrasi
Yoluna Dönüş konulu düzenledi. İstanbul’daki Şişli Cevahir otelde yapılan
foruma CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet
Davutoğlu, CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, CHP Genel Başkan Yardımcıları Gökhan
Zeybek, İlhan Uzgel ve Yalçın Karatepe, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik,
milletvekilleri, belediye başkanları ve çok sayıda akademisyen katıldı.
DOĞAN SUBAŞI: "DEMOKRASİ KRİZİNİ HEP BİRLİKTE
AŞACAĞIZ"
ÜPV Başkanı Av.
Doğan Subaşı, forumun açılış̧ konuşmasında Türkiye’nin demokrasiye geçiş̧
sureciyle ilgili yaptığı açıklamada; ülkenin mevcut yönetim sistemi nedeniyle
yasadığı sorunları vurgulayarak şunları söyledi:
Türkiye *Hibrit Demokrasi* yarı demokrasi ya
da seçimli otoriter rejim gibi tanımlamalarla anılıyor. Ancak hepimiz biliyoruz
ki son tahlilde demokratik bir rejimden bahsetmek mümkün değil. *Bu krizden çıkısın yolu demokrasiyi yeniden inşa etmekten
geçiyor* Subaşı, Türkiye’nin uzun bir demokrasi yolculuğu olduğunu
hatırlatarak, sosyal baskı mekanizmalarının gelişmediği bir yönetim
anlayışının, yaşanan trajedilere zemin hazırladığı bu dönemde yeni iktidarın
temel görevlerinden biri bu yolu yeniden inşa etmektir. Dedi.
DAVUTOĞLU, YENİ OSMANLICILIKTAN DEMOKRASİYE DÖNDÜ
Gelecek
Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, demokrasiye sadece seçim sandığı
üzerinden bakılmasının yanlış̧ olduğunu dile getirdi:
"Demokrasi
iki temel sütun üzerinde yükselir: Zihniyet ve kurumsallaşma. Sandık sonuçları
demokrasinin sadece bir sonucudur; Özü̈, demokratik zihniyettir. Eğer zihniyet
değişmezse, kurumsallaşma da bir anlam ifade etmez."
Davutoğlu,
otoriter eğilimlerin küresel boyutta yaygınlaştığı bir dönemde, Türkiye’nin
tercihini gerçek bir parlamenter sistemden yana kullanması gerektiğini söyledi:
"Dünya otokrasiye sürükleniyor. Ancak Türkiye, Asyatik bir hükûmet
sistemine teslim olmayacak. Demokrat muhafazakârlardan sirkülerlere,
milliyetçilerden cumhuriyetçilere kadar herkes aynı safta buluşmalı ve
Türkiye’yi omuz omuza gerçek demokrasiye taşımalıyız."
DEMOKRASİYE DÖNÜŞ KONUSUNDA ÖZGÜR ÖZEL İSE;
"İktidar olduğumuzdaki yönetim sistemi önerimiz; güçlü bir
parlamento, katıksız bir kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir
kamu yönetimidir"
Geçen süreçte altılı masaya
haksızlık yapmayalım. 2 bin 300 maddelik bir ortak mutabakatı vardı. Ama seçim
için sahaya gittiğimizde şu eleştirilerle karşılaştık. Milletin karnı aç, siz
diyorsunuz güçlendirilmiş parlamenter sistem. Millet diyor ürünümü satamıyorum diyor,
sen diyorsun ki Parlamenter sistem.
İşsizlik
var parlamenter sistem. Yoksulluk var parlamenter sistem. Siz esas
milletin derdini niye konuşmuyorsunuz.? Bu büyük bir haksızlık ama çağın
algıyla olgunun yer değiştirdiği zorluğunu ve algı böyleyse olgunun ne
olduğunun önemsizleşmesi gerçekliğini görmemiz lazım. Dedi.
#ÖkkeşBölükbaşı, Cevahir Hotel, Şişli, İstanbul
#www.medyagunebakis.com, #Toplumsalmuhalefet,
#PartiDevleti, #KarşıDevrim,
CHP, DEMOKRASİ YOLUNA DÖNÜŞ
FORUMUNDA.!
CHP Genel Başkanı Özgür
Özel, Ülke Politikaları Vakfı’nın düzenlediği Demokrasi Yoluna Dönüş
Forumu’nda; "Onların çizdiği yerde, onların çağırdığı yerde, oraya katkı
vermeye çalışmak, o septik gündeme teslim olmak, ortak olmak ve maalesef
tarihin yanlış tarafında durmak olur. Tarihin doğru tarafı sorunun varlığını
tespit eden, bunu meşru bir zemine davet eden, bu zemini TBMM olarak gören ve
tarif eden ve toplumsal mutabakattan taviz vermeyen bir doğru pozisyona davet
etmek lazım. Onların gündemine ya da onların beklenti yönetimine hizmet edecek
hiçbir şeyin içerisinde olmadık bundan sonra da olmayacağız. Ama bu var olan bir
sorunu inkâr eden anlayışı teşhir etmeyeceğimizin ve o anlayışın
yapamadıklarını yapacak, söyleyemediklerini söyleyecek, ülkeye öneremediklerini
önerecek bir demokratik olgunlukta ve bir özgüvende olduğumuzu ifade etmekten
geri duracağımızı da kimse beklemesin" dedi.
Ülke Politikaları Vakfı,
İkinci Yüzyıl Forumları kapsamında 4’üncüsünü Demokrasi Yoluna Dönüş konulu
düzenledi. İstanbul’daki bir otelde yapılan foruma CHP Genel Başkanı Özgür
Özel, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, CHP Grup Başkanvekili
Murat Emir, CHP Genel Başkan Yardımcıları Gökhan Zeybek, İlhan Uzgel ve Yalçın
Karatepe, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, milletvekilleri, belediye
başkanları ve çok sayıda akademisyen katıldı.
Programda konuşan Özgür
Özel, şunları söyledi:
"ÜPV'nin kuruluşundan
bugüne katıksız bir idealizmle, vatanperverlikle ve büyük emeklerle, fedakârlıklarla
ilerlediğini hepimiz biliyoruz. Sevgili Zekeriya Temizel’i ki hem çok iyi bir
devlet adamı, çok deneyimli bir bürokrak, diğer yandan müstesna bir siyasetçi
ve ayrıca da kendi deneyimlerini, birikimlerini bu ülke için hem teoride hem
pratikte vakfedebilen birisiydi.
Bir dönem de birlikte
milletvekilliği yaptığım, grup başkanvekiliyken kendisinin de plan bütçe
komisyonu sözcülüğümüzü yürüttüğü bir süreçten çok şey öğrendiğimi ifade ederek
buradan kendisini selamlamak isterim.
Ayrıca değerli kızı benim
çok sevdiğim Ayşe Eser Danışoğlu, birlikte milletvekilliği yaptığımız rahmetli
Murteza Çeliker’i bu vakfa olan emekleriyle, bu ülkeye olan emekleriyle
hatırlamak isterim. Doğan Subaşı’nın şahsında bu sürece katkı sağlayan herkese
teşekkürlerimi ve minnetlerimi ifade etmek isterim.
"Geçen süreçte altılı masaya
haksızlık yapmayalım.
2 bin 300 maddelik bir ortak
mutabakatı vardı"
Tabi gün boyunca bu alanda
dinlenmesi gerekenlerden önce onların da beni şu anda dinlediklerinin verdiği
sorumlulukla bir çerçevede bir şeyler söylemek durumundayım. Demokrasi
yoluna dönüş aslında meramı çok iyi anlatan ama iletişim açısından biraz endişe
ettiğim bir başlık. Çünkü Türkçede bu dönüşler hep geriye dönmekler gibi ya da
güçlendirilmiş parlamenter sisteme, parlamenter sisteme dönüş ifadeleri sanki
eskiye dönüşmüş gibi ve döndüğünüz yerde dört dörtlükmüş gibi anlaşılan
iletişim yönünden biraz sorunlu gördüğüm ifadeler.
Aslında bu dönemde bazen de
şöyle sorulara muhatap kalıyorum. Deniyor ki; CHP ya da altılı masa geçmiş
dönemde güçlendirilmiş parlamenter sistem derken bu dönem bunu söylemiyor.
Yoksa bu sistemle bir mutabakatı var ve bundan sonraki süreçte de seçimi
kazandıktan sonra bu rejimin yetkileriyle devam etmek ve artık gücü nasılsa
elimize aldık bundan sonra biraz da biz kullanalım demek gibi bir gayretiniz mi
var?
Burada sayın başbakan bir öz
eleştiri daveti yaptı. Ben meseleyi sayın başbakanın çizdiği çerçeve
genişliğinde değilse de belki son dönemde bu konuda yaptıklarımıza ilişkin bir
özeleştiri, öğrenilmiş bir deneyim olarak ifade etmem gerekir. Geçen süreçte
altılı masaya haksızlık yapmayalım. 2 bin 300 maddelik bir ortak mutabakatı
vardı. Ama seçim için sahaya gittiğimizde şu eleştirilerle karşılaştık.
'Milletin karnı aç, siz diyorsunuz güçlendirilmiş parlamenter sistem. Millet
diyor ürünümü satamıyorum diyor, sen diyorsun ki
Parlamenter sistem.
İşsizlik
var parlamenter sistem. Yoksulluk var parlamenter sistem. Siz esas
milletin derdini niye konuşmuyorsunuz.?' Bu büyük bir haksızlık ama çağın
algıyla olgunun yer değiştirdiği zorluğunu ve algı böyleyse olgunun ne
olduğunun önemsizleşmesi gerçekliğini görmemiz lazım.
"İktidar olduğumuzdaki yönetim
sistemi önerimiz; güçlü bir parlamento, katıksız bir kuvvetler ayrılığı ve
hukukun üstünlüğüne dayanan bir kamu yönetimidir"
Bazı iletişimleri çok
kuvvetli yaparsanız, gündeme sis etkisi yapıyor ve diğer söylediğiniz hiçbir
söz ya da göstermek istediğiniz sorun ya da belirlediğiniz hedefe doğru
attığınız adımları görünmez kılıyor. O yüzden ben şunu tercih ediyorum şimdi;
bizim gelecekte iktidar olduğumuzdaki yönetim sistemi önerimiz; güçlü bir
parlamento, katıksız bir kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir
kamu yönetimidir.
Ama bizim tarımla, makroekonomik
konularla, istihdam politikalarıyla, kalkınmayla, milli eğitimle ilgili önemli
hazırlıklarımız ve her biri birbirinden değerli önermelerimiz var. Onları
konuşup yönetim sistemi önerimizin de güçlü bir parlamento olduğunu söylemek
bence çok daha sağlıklı olacak. Bu konuda ben geçmiş dönemde emek emek örülmüş
2 bin 300 maddelik bir ortak metnin az konuşulur, gündem yaratamaz olmasının
tercih ettiğimiz yoğun güçlendirilmiş parlamenter sistem iletişiminin gündeme
yaptığı sis etkisinden kaynaklandığını ve bu meseleyi böyle ayırmanın çok daha
doğru olduğunu ifade ederek başlamak isterim.
"Hepimizin bu ülkeye iyi
gelmediği konusunda görüş birliği içinde olduğumuz anlayış var"
18’inci yüzyılın sonlarından
itibaren bu topraklarda batılılaşma, modernleşme, demokratikleşme çabaları çok
güçlü sonuçlar doğurdu. Ama ben bugün bu yürüyüşten bu geriye gidişin nereden
kök aldığını düşündüğümde Sayın Erdoğan’ın 2009-2010 yıllarında 'Bu millete 200
yıldır istikamet dayatıyorlar' dediği bir tiradını hatırlatmak isterim. O
günlerde demiştim '200 yıl önce ne oldu bu topraklarda?' diye.
Sayın Erdoğan’ın sorunu
Sened-i İttifak'la 1808. Demokrasimiz açısından, demokrasiye yürüyüş açısından
sonuç doğurdu mu? Hayır. Ama ilk batılılaşma yani o dönemde batıda egemen olan
fikirlere ilk kulak kabartma, ilk o mesele hakkında konuşma belgesi olan
Sened-i İttifak ile sorunu var, '200 yıldır bize istikamet dayatıyorlar' derse.
Sened-i İttifak ne yapıyor? O gün bir şey yapmadı ama başlattığı yürüyüş, tek
adam rejiminden demokrasiye geçişi, meclisi getiren yürüyüştür.
Demek ki '200 yıldır bu
ülkeye istikamet dayatıyorlar' denilerek itiraz edilen meselenin özünde zaten
belki birazdan sultanizim diye duyacağımız, kimimizin tek adam rejimi dediği,
kimimizin otoriter demokrasi diye ifade ettiği ama hepimizin bu ülkeye iyi
gelmediği konusunda görüş birliği içinde olduğumuz anlayış var.
"BİZ DEMOKRASİ YÜRÜYÜŞÜNÜN
İÇİNDE OLAN TARAFIZ"
Bugün tarafsız olması
gereken bir makamda ama öyle çok da tarafsız söz kurmayan değerli Meclis
Başkanımız da '150 yıldır biz bu zihniyetle karşı karşıyayız' derken aslında
meseleyi 150 yıl geriye aldığımızda işte bir tarafta kendisinin temsil ettiği
deyip bizi karşıda konumlandırdığı meselede biz demokrasi yürüyüşünün içinde
olan tarafız. Karşı taraftakilerin hangi pozisyonları tuttuğu ve nereye geldiği
ile ilgili bir ikilik, bir çatışma yaratmanın bugüne faydası yok. Ama kendi
ifadeleriyle, üslubuyla mülayim, makamıyla tarafsız olması gereken ve bugün
diyaloga kapı aralaması gereken Meclis Başkanı neden bu hatırlatmayı yapıyor?
Orada da bu ikilikten, kutuplaşmadan fayda görülen ve bugün kutuplaşma karşıtı
veya biraz önce sayın başbakanın ifade ettiği altılı masanın en önemli kazanımı
muhafazakâr, milliyetçi ve seküler kanat diye kendisinin ifade ettiği üç ana
akımın birlikte müzakeresinin bu ülkeye kazandırdığı şeyler. Dediği gibi seçim
de kazanabilirdik ama diyaloğu, müzakereyi, birlikte olabilmeyi kazandık. Buna
yürekten katılıyorum.
"Bu ülkede fay hatlarını görünür
kılma ile ilgili bir çaba 22 yıllık AKP iktidarının hep tercih ettiği bir
mesele"
Bizim Türkiye İttifakı
dediğimiz ve yerel seçimlerde büyük bir destek gören sürecimizin kendisi de ya
da bir partinin genel başkanına bulunduğu makamdan şahsından ziyade, onu
seçenlere hürmetten dolayı gösterilen diyalog ya da onu seçenlere hürmetten
dolayı kendisiyle sıkışılan bir elin normali budur dediğimiz, sonra normalleşme
diye markalaşan, sonra da bazen hiç olmayan gerçeklikleri taşıyormuş gibi
eleştirilmeye çalışılan meselenin özünde de şu var; ülkeyi yönetenler, sayın
başbakanın ifadelerinden burada belki biraz kopacağım. Bu ülkede fay hatlarını
görünür kılma ile ilgili bir çaba 22 yıllık AK Parti iktidarının hep tercih
ettiği bir mesele. Bir farklılığın üzerinde önce bir tepişmek, onu belirgin
kılmak.
O bazen işte dini nikâh-resmi
nikâh ayrımı. Tutmadı mesela o tartışma. Ama bazen Kürtler ve Türkler, bazen
Aleviler ve Sünniler, cemevi cümbüş evi... Ama bir şey bulalım üstünde
tepinelim. Önce o ayrılık görünür olsun sonra taraflar birbirinden
uzaklaşsın. İki taraf kutuplaşsın. Karşı kutup şeytanlaşsın, bizim taraf
arkamda kalabalıklaşsın. Bugün de işin özü şu; Sayın Erdoğan, seçmenin kulağına
şunu söylemeye çalışıyor; 'Evet biliyorum, açsın, yoksulsun, işsizsin,
güvencesizsin ama tehlike büyük bir kez daha benim arkama geçmelisin.' Biz
tarafların birbiri ile bağrıştığı, sanki evde anne ile baba bağrıştığında çocuk
refleksini hatırlatırım. Çocuğun kulaklarını tıkayıp 'İkinizi de duymak
istemiyorum' dediği bir sürece bu ülkenin ihtiyacı yok. Bizim o çocuğun
kulağını açıp dinlemesine ihtiyacımız var. Sayın Erdoğan duymasın istiyor.
Çünkü ben o çocuğun kulağına
mesela o kavga bitip de kulaklar açıldığında o seçmenin kulağına örneğin
çiftçiyse ÖTV’siz-KDV’siz mazotu, gayri safi milli hasıladan kanunen hak ettiği
yüzde 1’lik desteklemeyi anlatmak, emekliye asgari ücret düzeyinde en düşük
emekli maaşını söylemek, asgari ücretliye hiç değilse bu iktidar, Erdoğan’ın
partisi ilk iktidar olduğundaki 7-8 çeyrek altın alabilen asgari ücreti teklif
etmek ve bu ülkeye de kuvvetler ayrılığının, hukukun üstünlüğünün Türkiye'ye
hem yabancı sermaye açısından, uluslararası saygınlık açısından, Türkiye’nin
yatırım alma kapasitesini artırması açısından yaratacağı toplam iyilik halinin
Türkiye'ye orta ve uzun vadede çok iyi gelebileceğini anlatmak istiyorum. O
yüzden de tüm bu tartışmalardan çıkmak lazım.
Tartışalım, görüşelim,
hatalarımızı kabul edelim. 28 Şubat döneminde üniversite öğrencisiydim.
Ben o süreçte başörtülü arkadaşımızı laboratuvara sokmadıkları için,
laboratuvar boykotu yapıp, ‘Arkadaşımız girmeden biz derse girmeyeceğiz’ diye o
eylemi başlatan, sonuç alan ve Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne
başörtüsü yasağını sokmayan kişiyim. Bugün de CHP'nin Genel Başkanı’yım. Yaygın
kanaatin aksine CHP'nin kadrolarında, üyelerinde bir inançlara saygısızlık,
başörtüsüne düşmanlık veya kendi yaşam biçimini dayatmak filan değil aksine
diğerinin hakkını kendinden çok savunan bir eşitlikçi anlayış hâkimdir. Bugün
de bu partiyi bu anlayışta olanlar yönetiyor. Sürekli bir geriye dönüp, bir
bagaj varmış da onunla bir hesaplaşılacakmış da bunun özeleştirisi yapılacakmış
da bu yapılmadan yol alınamayacakmış da meşguliyeti yerine nasıl tarihten
husumet çıkarmak yerine öğrenmek ve belli yaşanmış husumetleri geride bırakmak
ülkeler arası ilişkilerde bile mümkünse, ülkedeki siyasiler, siyasi akımlar
arasında da varsa geçmişte olmuş yanlışlar, o konuda teyitleşmek ama hep
birlikte ileriye doğru bakmak lazım. Çünkü var olan gün, geçmişle meşgul olmak
değil geleceği kurmak üzerine irade sahibi olunması gereken gündür.
"Hep birlikte bu ülkenin en
gerçek sorununun yargı erkini de talimatlandırarak ilerlediği bu sürece bir
itiraz geliştirmek olduğu çok açık"
104 yıl önce kurulan
TBMM'nin bir kuvvetler ayrılığı meclisi olmadığını, bir kuvvetler birliği
meclisi olduğunu, o gün için kuvvetler ayrılığında yürütme ve yasama olarak,
siyasal olarak meselenin değerlendirildiğini, bir meclis hükümeti olduğunu ama
mevcut kuvvetler birliğinin meclis eline teslim edilmiş olduğunun altını
çizmek, bunu hatırlamak lazım. Kuvvetler ayrılığı meselesine gelince, 1748’de
yasaların ruhunu yazdığına Montesquieu bundan sonra uygulansın diye yazmadı. O
günkü tespitiyle, yani Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini bulması, o günden
önce suyun kaldırmadığından dolayı değil. Suyun kaldırdığını ispat eden ve bunu
formüle döken ve bilime kazandıran yaklaşımda olduğu gibi Montesquieu
da 1748’de bile kuvvetin tek kişi tarafından kullanıldığında felaket
getirdiğini, dengelendiğinde, denetlendiğinde ve kısıtlandığında bunun
zenginlik, müreffehtik ve ilerleme getirdiğini tespit etti.
Ben hiç hikâyelerle
uğraşmam. Ama ülkeyi yönetenlerin evlatlarının gemileri çokça konuşuldu geçmiş
zamanlarda, mahdumların gemileri. Mesela bugün ülkeyi yönetenlerin ya da
evlatlarının gemileri, aynı dönemlerde değil Montesquieu'dan asırlar önce suyun
kaldırma kuvvetiyle ilgili tespitleri yapanın, tespitlerine uygun gemilerle
yüzüyor o gemiler. Kimse Arşimet’in kaldırma kuralına direnmiyor. Tesla’nın
bulduğu yöntemle gelen elektrikle, Edison’un yine 1700'lerin sonunda icat
ettiği ampul ile aydınlatıyoruz meclis binamızı ya da iktidar partisinin genel
merkezini. Onlara da bir itiraz yok. Ama aynı dönemlerde tespit edilmiş ve o
günden bugüne her demokratik süreçle teyit edilmiş kuvvetler ayrılığına
direniyoruz. Onun tersine gidiyoruz hatta meydan okuyoruz '200 yıldır istikamet
dayatılıyor buraya' diye. O yüzden şöyle bir ağır maliyetle karşılaştı Türkiye.
Meselenin özü tamamen Türkiye’nin Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet dönemi
demokratik kazanımlarına farklı bir yerden değil varoluşsal bir yerden itiraz
eden bir zihniyetin güçlendikçe ve kibirlendikçe, o kibirle birlikte gücünü tahkim
ettikçe, kendi içinde de paylaşmadıkça, kendi içindeki itirazlara da
sertleştikçe kendisini ve ülkeyi getirdiği noktadan başka bir mesele değil. O
yüzden bizim hep birlikte, hep beraber oturup bu ülkenin en gerçek sorununun
yetkilerin tek elden, denetimsiz ve artık yargı erkini de baskılayarak değil
yargı erkini de talimatlandırarak ilerlediği bu sürece bir itiraz geliştirmek
olduğu çok açık. Onun için hem bugünkü toplantılar hem bundan sonra
yapacaklarımız bu konuda çok önemli. Ama meseleyi sadece buraya indirgemenin
ülkeyi yönetme niyetinde olan bir iktidarı, bir iktidar alternatifini, sadece
bir alanda konuşan, bir alanda çalışan, bütün sorunları kendi anlamadığı
deyimlerle tartışan bir noktada olmaktan halkın anladığı, halkın içinde
bulunduğu tartışmalara da sık sık atıf yapan bir çerçeveye konumlandırmak
gerekli olduğunu ifade etmek isterim.
'Bunu seçeceksin' dediğinde bu millet onun dediğini değil,
Turgut Özal'ı seçti Bugün geldiğimiz noktada şunu ifade etmek isterim. Bu ülkede, bu
topraklarda devletle millet karşı karşıya gelmek istemez. Ama karşı karşıya
geldiği her seferinde millet kazanmıştır. Ben devleti böyle aklı olan, devleti
kodları olan, derinliği olan bir mesele olarak tartışmanın demokrasinin en
kronik ve en kan emici tümörü olduğunu düşünüyorum. Bunu terk etmek lazım.
Devletin bir aklı olduğunu düşünmeye başladığınızda, aklı olduğuna göre kalbi
de var, kalbi olduğuna göre dolaşım sistemi de var, o zaman enerjiye de
ihtiyacı var. Atıkları var, atıklarını yönetmelisiniz, enerji ihtiyacını karşılamalısınız,
bir şeyler yemesini kabullenmelisiniz. Devlet bir organizma falan değildir.
Devlet binalardan, yapılardan, kurumlardan ve kurallardan müteşekkil bir aygıt
sadece. Ama bu ülkede devleti kutsal gören, devlete saygı gösteren, devleti
kendi zihninde cisimleştiren çok iyi niyetli insanlar var. Onları anlamak
lazım. O iyi niyetli insanlar çağırdığında askere giden, onun için şehit olan,
ona vergi veren, onun için canını veren insanlar var ve onların kafasındaki
kutsal devlet tanımıyla kapışmamak, tartışmamak lazım. Ama günü geldiğinde o
insanların devlete karşı saf tutabileceğini görüp doğru yerde saf tutmak lazım.
Örneği şudur; 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Kenan Evren devleti
cisimleştirir, kendi cismiyle devleti bitiştirip devleti milletin karşısına
getirip 'Bunu seçeceksin' dediğinde bu millet onun dediğini değil Turgut Özal'ı
seçti.
31 MART'TA DEVLETLE MİLLET YARIŞTI,
YİNE MİLLET KAZANDI
15 Temmuz askeri darbe
girişiminde, kanlı darbe girişiminde devletin damarlarına giren, farklı
yollardan aynı menzile ilerleyenlerden Amerika’da olanın ele geçirdiği devlet,
milletin karşısına dikildiğinde ve onun seçtiğine ve seçtiklerine, ben onu
bütün bir parlamento olarak göğüslemek için parlamentonun açılmasını
savunmuştum. Çünkü sadece hükümete karşı bir darbe yapıldığını düşünmek o gün
için darbecilerin işine gelirdi. O hükümet karşıtlığından darbe desteği
üretebilirdi. Bunu bütün partiler parlamentodan göğüsleyelim ve bu hepimize
yapılan, çünkü başardığında zaten parlamentoyu hedef alacak. 15 Temmuz’da da bu
millet, devleti ele geçirenlere karşı bir galibiyet kazandı. 28 Şubat sürecinde
örneğin devleti yöneten askeri bürokrasiden, orduevlerine, torununun nişanına
sokulmayan teyzeler olduğunda bu millet teyzelerin arkasında yer aldı,
anneannenin, babaannenin, ninenin arkasında durdu ve millet kazandı. 31 Mart
tarihinde de bu Anadolu Ajansı, Atatürk’ün cepheden doğru haber kursun, hızlı
haber yollasın diye kurduğu Anadolu Ajansı, bir partinin ajansına dönüştü,
hepimizin vergileri ile fonlanan TRT kurumu bir ittifakın kurumu oldu,
muhalefete dört dakika, iktidara 2 bin 600 dakika süre ayırdılar. Valiler
içlerindeki bir kısım devlet adamı gibi davranan ve her fırsatta halen daha
değiştirdiği kişileri tenzih ederim, valilerin il başkanı, kaymakamların ilçe başkanı
refleksine dönüştüğünde 31 Mart'ta devletle millet yarıştı, yine millet
kazandı.
DEMOKRASİ ALGISI ENDEKSİNDE 53 ÜLKE ARASINDA 47'NCİ
DURUMDAYIZ
CHP 31 Mart'ta devletin
karşısında devlet gücünü haksız yere kendisine karşı orantısız kullananların
karşısında milletin yanındaydı ve milletin arkasında buldu. Ben devlet millet
konumlanmasında hep buna bakarım. Eğer devletle millet aynı yerdeyse o ülkede
işler yolundadır. Zaten milletin dedikleri devleti yönetiyorsa o da millet
tarafından denetlenebiliyorsa, istediği zaman değiştirilebiliyorsa millet bu
kudreti kendinde görüyor ve kullanabiliyorsa burada bir sorun yok. Ama bir
hakim parti ideolojisi ile seçimlerin bile bir sadece geçmişi ibra etme, bütün
kötülükleri temize çekme, gelecek için mutlak bir meşruiyet yaratmaya
dönüştürüldüğü araçsal durumda o zaman milletle devlet ayrışıp bir gün karşı
karşıya geliyor işte orada milletin safında durmayı bilmek lazım. Bizim CHP
olarak demokrasi anlayışımız budur. Demokrasi algısı endeksinde 53 ülke
arasında 47'nci durumdayız. Economist Intelligence Unit’sin 2024’teki Küresel
Demokrasi Raporu'nda 167 ülke arasında 102'nci sıradayız. Yine 2024’te Hukukun
Üstünlüğü Endeksi raporuna göre 142 ülke arasında 117’nci sıradayız. Ve içinde
bulunduğumuz günlerde bambaşka bir demokrasi tarifiyle karşı karşıyayız. Ülkede
bir sorunun olduğunu inkâr edip o sorunun doğurduğu bir meseleyi çözmek için
kişisel ilişkilere, kişisel pazarlıklara girilen akıl dışı bir dönemdeyiz.
Gelsin, konuşsun, bitirsin, özgürlüğünü kazansın. Bu sırada da cumhurbaşkanı
yeniden seçilme hakkı alsın. Bunu bir paragrafta, bu somutlukla söylenebilecek
kadar meselenin çığırından çıktığı bir süreci yaşıyoruz. O yüzden burada
sağlıkla tartışmalar yapmak mümkün değil.
Burada sağlıklı düşünmeye
devam edebilmek, sağlıklı bir zemini savunabilmek ve bu sağlıklı zemine davet
etmek mümkün. Onların çizdiği yerde, onların çağırdığı yerde, oraya katkı
vermeye çalışmak, o septik gündeme teslim olmak, ortak olmak ve maalesef
tarihin yanlış tarafında durmak olur. Tarihin doğru tarafı sorunun varlığını
tespit eden, bunu meşru bir zemine davet eden, bu zemini TBMM olarak gören ve
tarif eden ve toplumsal mutabakattan taviz vermeyen bir doğru pozisyona davet
etmek lazım. Onların gündemine ya da onların beklenti yönetimine hizmet edecek
hiçbir şeyin içerisinde olmadık bundan sonra da olmayacağız. Ama bu var olan
bir sorunu inkâr eden anlayışı teşhir etmeyeceğimizin ve o anlayışın
yapamadıklarını yapacak, söyleyemediklerini söyleyecek, ülkeye öneremediklerini
önerecek bir demokratik olgunlukta ve bir özgüvende olduğumuzu ifade etmekten
geri duracağımızı da kimse beklemesin."
ANKA Ajans
#ÖkkeşBölükbaşı, Cevahir Hotel, Şişli, İstanbul
#www.medyagunebakis.com, #Toplumsalmuhalefet,
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP