Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
MEDYA PATRONLARI,
VUSLAT VE EMANET
Vuslat imzalı ‘Emanet’
Sergisi 30 Haziran’a kadar Tophane-i Amire binasında açık,
Medyada tanıdığım ilk patron Anadolu
Ajansı’nın başına 12 Eylül yönetiminin getirdiği emekli Tuğgeneral Cevdet Tanyeli’ydi, Üniversite
öğrencisi olmanın heyecanıyla, sadece bir kez bıyık bırakmıştım. İstanbul’u
ziyaretinde, kendisini karşılayan personel arasından benim yanıma geldi ve “Bu
arkadaş, gazeteciden çok kasaba benziyor” dedi; oysa kasaba benzettiği o stajyer
muhabirin, kadrolu ve tecrübeli muhabirler dururken bir gün önce, 12 Eylül’ün kudretli
lideri Kenan Evren’i izlemekle görevlendirildiğinin farkında bile değildi, adı
sanı unutuldu gitti.
Sonra gelen Dinç Bilgin, hayatı gazete çıkarmakla geçtiği
halde meslektaşlarının takdirini her zaman esirgediği Rahmi Turan sayesinde
sahip olduğu Sabah Gazetesi’nin ilerde kendisini hapse attıracağını bilmiyordu,
servetini de yitirdikten sonra serbest kaldığında “Hep yanlış adamları yanımda tutup,
doğru adamları kaybetmişim” diye hayıflandığını duydum.
Haldun Simavi’yi hiç görmedim ama çok iyi bir
gazeteci, kötü bir patron olduğu belliydi.
Arada Asil Nadir fırtınası
esti, dünya çapında isim yaparak, sterlin milyarderi olduğu yıllarda özel
uçağıyla geldiği Günaydın Gazetesi’nin makine dairesinde üzerindeki ipek gömlek
terden sırılsıklam olunca ertesi gün devasa klimalar aldırdı ama gazetelerin,
iyi gazetecilerle klima olmadan da çıkarılabileceğini öğrenemeden uçup gitti.
Erol Simavi gazeteci
aileden geliyordu, mesleğin önemini biliyordu ve beyefendiydi, tesadüfen ve
günlük kıyafetle evine gelen genç çalışanıyla içki tokuşturacak kadar alçak
gönüllüydü ama elindeki altın yumurtlayan tavuğu tutacak kadar kurumsallaşmayı
sağlayamadı.
Aydın Doğan Anadolu kaplanıydı, gazeteleri
gazetecilerin gazete yaptığının farkındaydı ve önemli saydıklarını, yatında, tatillerde
veya tavla partilerinde yanında tutarak, ticari işleri zarar görmediği sürece
editoryal kadrodan uzak durmaya çalıştı, AKP iktidarının diz çöktürme
operasyonlarıyla yüzleşince de her şeyi sattı, tası tarağı topladı ve köşesine
çekildi.
Bir de kendi ifadesiyle ‘milyoner
olma virtüözü’ Turgay
Ciner’le tanıştık, Habertürk Gazetesi’ni kurduğu ilk gün çalışanlara,
“Bugün kuruyorum ama gerekirse bir saniyede kapatırım” deyip herkesi şaşırtacak
kadar açık sözlüydü, nitekim dediğini de yaptı ama doğru sözü nedeniyle köylerinden
kovula kovula çıktığı Babıali’nin Amiral Gemisinden gelen duayen-kıdemli
gazeteciye de ‘reklam öğesi’ gözüyle bakıp, sekiz ayda harcamak isteyince medya
patronundan çok, üzerinde adı yazılı kamyonları Ankara otoyolunda boy gösteren
gizli zengin olmaktan öteye geçemedi; ne tesadüftür ki, kamyonların üzerinde de
kocaman harflerle ‘Ciner Kazan Soda’
yazıyor ve milyonerlik virtüözlüğünü de bundan daha iyi anlatacak ifade herhalde
olmaz.
Bir medya patronu daha doğrusu
patroniçesi ile daha tanıştım, o, eğitimlerini yurtdışında bitirdikten sonra
babasının gazetesine gelip, kademe kademe her birimde tecrübe edindikten sonra
koltuğa oturan Vuslat
Doğan oldu. Hürriyet Gazetesi’nin yönetimine geçtikten sonra, batıdaki
gazetelerde olduğu gibi yayın ilkelerinin ilan edilmesi, hesap verilebilirlik, gazeteye
bir okur temsilcisi atanması, gazetenin algısının iyileştirilmesi, meslek içi
eğitim, gelişim seminerleri gibi Babıali’nin daha önce pek bilmediği ve pek
önemsemediği birçok yeniliği beraberinde getirdi.
Empatisi-duygudaşlığı yüksekti, anne
olmuş gazetecilerin yaşadığı süt problemine bile çözüm arıyordu.
Bu arada evlendiği Ali Sabancı ise, zaten bir *Genius*
idi, 6 km’lik yükleme alanına sahip dev feribotlara İstanbul’dan yüklediği
TIR’ları 2-3 günde Fransa’ya kadar götürüp, hem İngiltere’ye hem Afrika’ya günlük
taze sebze satmanın altyapısını hazırlamış ve sonra da şirketini milyar dolara
Danimarkalılara satmıştı.
Hangi ülkede hiç kullanılmayan atıl bir
havaalanı varsa bulup, oraya uçak indirerek ucuzluğuyla Türk Hava Yolları’nın tek
rakibi olmuş, bir yandan yüzlerce uçak sipariş edecek kadar büyürken, bir
yandan da amcası Sakıp
Sabancı gibi sempatik kalmayı başaran
tek Sabancı olmuştu.
İşte Vuslat-Ali çifti
geçen yaz Yunan Adalarında bir tekne kazası geçirdiler ve ikisi de ağır
yaralandılar, teknedeki iki oğulları ise şans eseri yara almadan kurtuldu.
Aradan geçen 8-10 ay içinde Ali Sabancı iyileşip,
işinin başına döndü, eşi Vuslat
Doğan Sabancı’nın tedavisi ise sürüyordu.
Herkes kendisini merak ederken, Vuslat Hanım, “Emanet”
adını verdiği ve ‘Emanet’ sözcüğünü içeren heykel, resim, şiir ve ses
enstalasyonu-kurulumuyla oluşan bir sergi ile geri döndü.
Osmanlı’nın eşi bulunmayan padişahı
Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı ve beş altı asır Osmanlı Ordusu’na top üreten
Tophane-i Amire’nin muhteşem kubbeleri altında açılan sergiyi gezerken, epey
bir emek harcandığını ve parlak bir zekâ buluşuyla her dokunuşta bir kültür
geçmişi arandığını fark ediyorsunuz.
Sanatçı, sergiye verdiği ‘Emanet’ adının nedenini anlatırken, babası Aydın Doğan’a yıllar
boyu ‘taşralı’ diye önyargı besleyenlere sanki ironi yapıyor, Emanet’e sahip
çıkmak için önce doğduğun yerlere sahip çıkmak gerektiğini anlatıyor.
Kelkit’i, Bayburt’u, Şavşat’ı,
Ceyhan’ı, Kozan’ı, Derik’i hakir görmenin Emanet’e ihanet olduğunu ima ediyor.
Sergideki videoda, sanatçı Hüsamettin Koçan’ın büyük özveriyle yarattığı Anadolu’nun
bozkırındaki bir tepede kültür anıtı gibi yükselen Baksı Müzesi de göze
çarpıyor, müzeyi havadan görüntüleyen kameralar Zümrüdüanka (phoneix) kuşları
gibi süzülürken Anadolu’nun da küllerinden yeniden doğacağı umudunu veriyor.
Maalesef Türkiye’nin zenginlerinin
çoğu, dünyanın refah içindeki ülkelerinin sanat sayesinde bu noktalara
geldiğinin farkında değiller; Paris, Londra ve New York’un sanatla yükseldiğini
bilmiyorlar, boş arsa görünce betondan başka şey düşünmeyen inşaatın ağaları,
evinde tek kitap olmadığını gazeteciye anlatırken, utanacağına gülümsemeyi
maharet sanıyor.
Zenginliğin tekne boyu, pahalı saat
ve ıstakozla değil, sanatla, edebiyatla, müzikle, tasarımla, yenilikle, çok
seslilikle ve bırakılan kültürel mirasla anlam taşıdığını bilenlerimiz az.
Zenginlerimizin anlamadığı bir başka
konu da her türlü imkana sahip kendileri bile kültürün, sanatın, tarihin ve
demokrasinin bu kadar önemli olduğunun bilincinde değilken, eğitimleri bile şüpheli
politikacılardan bu konularda öncülük beklemeleri.
Vuslat imzalı ‘Emanet’ Sergisi 30 Haziran’a
kadar Tophane-i Amire binasında açık, üstelik sergileri
gezmek, işkadını Leyla
Alaton’un dediği gibi bedava. Hem gidip sergiyi gezin, Anadolu’dan neler
çıkabileceğini görün hem de bu tarihi binanın bahçesindeki, kitap dolu
üniversite kafesinde, muhteşem Topkapı Sarayı manzarasında, sonradan görme
havaalanı mekânlarına inat makul fiyatıyla, bir çay veya kahve için.
Emin olun sergiden çıkarken, Fatih’in
yaptırdığı 6 asırlık binaya bakarak Emanet’in önemini daha iyi anlayacak ve ‘Türkiye bu halini hak etmiyor ama nasılsa geçecek, çünkü bu ülke
bize Emanet’ diye umutlanacaksınız.
Doğan Satmış
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP