Basın Ahlak İlkelerine uymaya söz vermiştir. Sitede yayınlanan yazılar ve yorumlardan yazarları sorumludur.
BAD-EL HARAB-ÜL BASRA.! & BAD-EL HARAB-ÜL TÜRKİYE.!
Deniz
Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi.!
Zülfü Livaneli, Temmuz.2007
(-Deniz Baykal’ın Gözleri Fotoğrafa Bakabiliyor mu,
Hangi Fotoğrafı Daha İyi Görüyor.?-)
(-Teyzeoğullarımız.!
http://medyagunebakis.com/haber_detay.asp?id=6767&menuid=51-)
Seçimler
öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum,
bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.
Çünkü
bir faydası olacağına inanmıyorum.
Ama
bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.
Bunu
bir borç olarak görüyorum:
DENİZ BEY LÜTFEN HATIRLAYIN:
19
Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in
evindeydik. Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.
Abdullah
Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.
Cumhurbaşkanı
Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma”
önerisini reddetmişti.
TÜRKİYE’NİN KADERİ O AKŞAM O EVDE DEĞİŞTİ.
Çünkü
siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak.!” diye tutturdunuz.
Sizi
“Çok tehlikeli bir oyun bu.!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere
kızdınız, “Hayır.!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”
“Erdoğan
herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine
seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var.
PROGRAM; TÜRKİYE’Yİ ILIMLI İSLAM CUMHURİYETİ YAPMA PROGRAMI.
Sizin
dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin
siyasi hayatını bitirecek.” İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF
ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.
Ama
bunların hepsi bahaneydi, çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını
anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi
lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha
sonra da sürdürdünüz.
O
zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice
buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
BU GECENİN TANIKLARI VAR:
Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.
Belki
bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru
olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun
doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.
Tartışmanın
sonunda dediniz ki:
“Bu
gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş
yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız.?”
Şimdi,
2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.
Ve
düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum.
Var mı itirazı olan.!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi.?
Erdoğan’la
Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli
anlaşmalar yapmanıza değdi mi.?
(Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli
buluşmanın da tanığı var.)
Başbakan
olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba
harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.
Bir
milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı
altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve
dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini
partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.
Size
o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.
Deniz
Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle
konuşmadık.” deyin.
Genel
Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.
Ya
da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.
Deniz
Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir
dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.
Ama
hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz
yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.!
Tayyib
Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası
oldunuz.
Daha
önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz
sayesinde gerçekleşmişti.!
Tayyib
Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı
sizdiniz.
CHP’NİN İSE EN BÜYÜK ŞANSSIZLIĞI OLDUNUZ.
Bu
ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen
partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı
oldunuz.
Erdal
İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet
Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele
tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski
ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta
ısrar ettiniz.
HEM SİZE, HEM PARTİNİZE, HEM DE SİZE YAZIK OLDU DENİZ BEY
Size
defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz.!” dememize rağmen, sol
politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz. Sağcıları ve sekreterinizi
Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını
gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.
İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.
Yazık
oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli
sosyal demokratlara. Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.
Bad-el harab-ül Basra.!
Zülfü Livaneli, Temmuz.2007
BAYKAL NASIL BİR
SİYASETÇİDİR.?
Baykal Tipik, Ankaralı, Sünni, Sağcı Politikacıdır; Kürtleri, Alevileri, Ezilenleri Sevmez.
Sanatçı Zülfü Livaneli, suç örgütü lideri Sedat Peker’in iddialarıyla tekrar gündeme gelen eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la ilgili olarak," Erdoğan’la şahsi çıkarları için o kadar net bir anlaşma yapmıştı ki; bırakın kapalı görüşmeyi, Meclis grubunda bas bas bağırarak “Tayyip’i kurtarıyor diyorlar, evet kurtarıyorum; var mı itirazı olan?” dedi.
Sanatçı
Zülfü Livaneli, suç örgütü lideri Sedat Peker’in iddialarıyla tekrar gündeme
gelen eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la ilgili olarak,” Erdoğan’la şahsi
çıkarları için o kadar net bir anlaşma yapmıştı ki; bırakın kapalı görüşmeyi,
Meclis grubunda bas bas bağırarak “Tayyip’i kurtarıyor diyorlar, evet
kurtarıyorum; var mı itirazı olan?” dedi.
Gerek Bülent
Ecevit’in gerekse Deniz Baykal’ın solcu olmadığını savunan Zülfü Livaneli,
“Baykal tipik bir Ankaralı, sünni, sağcı politikacıdır; kürtleri, alevileri,
ezilenleri sevmez” ifadesini kullandı.
Sedat
Peker’in Deniz Baykal-Korkmaz Karaca ilişkisine dair iddiaları üzerine
Baykal’ın 2002 yılından itibaren Erdoğan’la ilişkisi sorgulanmaya başlandı.
Baykal’ın 2002’de olduğu kadar, CHP genel başkanlığından istifa ettikten sonra
da iktidarla gizli münasebetler kurduğu, hatta teslim olduğu ve kendi
partisini, tabanını manipüle ettiği yönünde iddialar var.
Baykal-Erdoğan ilişkisine dair bilinen en ilginç ve öngörülü yazının sahibi
ise, 2002 seçimlerinde Baykal’ın Kürt meselesi başta olmak üzere çeşitli
şartlarını kabul ederek milletvekili olmaya ikna ettiği sanatçı, yazar Zülfü
Livaneli
Yazısı son
günlerde sosyal medyada tekrar gündeme gelen Livaneli’yle İsmet İnönü’den
Bülent Ecevit’e ve Deniz Baykal’a kadar çoğu sağcı, milliyetçi aktörün “sol”
görünümü verilmiş CHP’deki “rollerini” ve yarattıkları enkazı anlattı.
İrfan Atakan’a konuşan
Zülfü Livaneli’nin Gazete Duvar‘da
yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle:
*BAYKAL TİPİK BİR ANKARALI, SÜNNİ, SAĞCI
POLİTİKACIDIR*;
*KÜRTLERİ, ALEVİLERİ, EZİLENLERİ SEVMEZ*
Ama 1960’lı, 70’li yıllarda silahlı mücadeleye girişen
devrimciler ideolojik, politik analizler sonucu bu kararı almıştı. Dolayısıyla
“yönelttiler” demek onlara haksızlık olmaz mı?
O kahraman
arkadaşlarımıza “yönlendirildiler’’ demek haksızlık tabii. Belki de başka çıkış
yolu bırakmadılar demek daha doğru bir ifade olur. Sinan Cemgil, Mahir Çayan
arkadaşlarımdı ve Ankara’da bu konuyu tartışıyorduk. O zaman Ekim Yayınları
olarak Gerilla Savaşı ve Marksizm isimli kitabı da yayınlayarak silahlı
mücadelenin hata olduğunu anlatmaya çalışmıştım. “Elinizdeki üç-beş silahla
NATO’nun en kuvvetli ordusuna karşı ne yapabilirsiniz, bu bir tuzaktır” diyerek
çok uyarmışımdır arkadaşlarımı. Ama çeşitli oyunlar oynanarak o arkadaşlarımız
bile bile ateşe sürüldüler. 12 Mart dönemi hâlâ aydınlatılmadı. Mihri Belli’yle
Stockholm’de buluşup bütün bir gün bunu konuşmuştuk, o da aynı fikirdeydi.
Hikmet Kıvılcımlı Ankara’da bizim evde kalırdı. Gece gündüz konuşurduk bu
konuları. Vasıf Öngören, Erdal Öz, Muzaffer Erdost; hepimizin kafasında tek bir
konu vardı: Devrime nasıl ulaşılır? O yıllardan beri elbette Türkiye’de sol
hareketler, işçi sınıfı hareketleri var ama bunların başını CHP’yle, DSP’yle
bağladılar.
Nasıl.?
Sol olmayan
“sol partilerle”. CHP, DSP, SHP gibi partiler sol partiler değil, gelenekleri
de sola dayanmıyor, gelecek programları da. Fakat sol olarak sunulan bu
partilerin başına, hiçbiri solcu olmayan birtakım liderler getirildi. İsmet
İnönü, Bülent Ecevit solcu muydu? Ecevit gibi politikaya meraklı, hırslı,
Robert Kolejli genç bir siyasetçinin önündeki bütün engelleri kaldırarak
CHP’nin başına getirdiler. İsmet İnönü’nün yerine Ecevit’in getirilmesi bir
operasyondu; darbe gibi bir şeydi. Nitekim Ecevit’in de CHP’yi sol gibi
gösterip bahsettiğim sınıfsal kesimlerin başını bağlamak isteyenler için ne
kadar isabetli bir isim olduğunu zaman içinde gördük.
Deniz Baykal
bahsine geleceğiz ama; Baykal solcu muydu.?.! Hiçbir alakası yok. Tipik bir
Sünni, sağcı, Ankara politikacısıdır Baykal. Baykal pekâlâ DYP’de, ANAP’ta,
DP’de görev yapabilirdi ve çok daha başarılı olurdu.
*ERDAL İNÖNÜ, SİVAS’TAN
ARAYIP ‘BİZİ YAKIYORLAR’ DİYEN ARKADAŞLARIMIZIN YERİNE *ÖYLE BİR ŞEY YOK DİYEN*
VALİYE GÜVENMİŞTİR*
Baykal’ın Sola Bakışı Nedir Peki?
Deniz Baykal
Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmez. Bunu çok sefer kendisi de söyledi,
basında çıktı. Bakın, Ecevit’i Robert Kolej’den bulup getirdikleri gibi,
DYP’nin başına da yine Robert Kolejli Tansu Çiller’i getirdiler. Erdal İnönü;
rahmetlinin solla ne ilgisi vardı.?
Erdal Bey
devlete güvenen biridir. Çünkü babası İsmet Paşa’dır; devletin içinde, köşkte
büyümüştür. Onun için 2 Temmuz’da Sivas’ta arkadaşlarımız otelden telefon açıp
“Bizi yakıyorlar” dediklerinde, Sivas Valisi de “Hayır efendim, öyle bir şey
yok” dediğinde, valiye güvenmiştir. Sol gelenekten gelen biri olsa, valiye mi,
“Bizi yakıyorlar” diyen aydınlara mı güvenirdi.?
Eğer solcu
olsaydı, 1989 yılında Paris’teki Kürt Konferansı’na katıldıkları için yedi Kürt
milletvekili İnönü’nün SHP’sinden ihraç edilmezlerdi belki de…
Tabii!
Bunlar birer hata değildi; bu insanların ideolojik konumlanmaları, varoluşları
zaten bu yöndedir. Tek tek isimlerini saymayayım ama bunlar, Türkiye’de 30’lar
devletinin devamlılığını arzulayan ve bununla görevli olan, devletle halk karşı
karşıya geldiğinde devletin yanında duran, bu nedenle de hep korumaya alınmış
insanlar. Türkiye’de sol partilerin gelişmemesi için işlevselleştirilen bu
insanların hepsi de görevlerini son derece başarılı biçimde yerine getirmiştir.
İSLAMCI HAREKETİ DEVLETE İLK SOKAN BÜLENT
ECEVİT’TİR
Buradan Baykal-Erdoğan bahsine gelelim mi.?
Gelelim ama
önce Ecevit bahsini bitirmek istiyorum. Ecevit’in zamanında devrimci gençlerin
protestolarına yönelik tepkileri, “Bunlar vatan haini” demesi unutulur gibi
değil. Ecevit devletin kuruluş ideolojisine uygun Türkçü-laik kesimlerin
temsilcisiydi. Rahşan Ecevit’le birlikte yaptıkları buydu. Nitekim Ecevit
1973’teki CHP-MSP koalisyonuyla devlete ilk defa İslamcı hareketi sokmuştur.
Daha sonra çeşitli zamanlarda, vazgeçilmeyen bir insan olarak çeşitli görevler
üstlenmiş ve sayısız şey yapmıştır. Geçenlerde, Ecevit’in en yakınındaki isim
olan Hüsamettin Özkan bana, “Biz politik hayatımızdaki en büyük hatayı İstanbul
seçimlerinde sizin oylarınızı bölerek yaptık” dedi.
Sizin
SHP’den aday olduğunuz 1994 seçimlerini kastederek…
Evet. O
seçimlerde Hüsamettin Özkan’ın ağabeyi Necdet Özkan da benim karşımda, DSP’nin
adayıydı. Baykal da CHP’nin adayı olarak sonradan AKP’de kültür bakanlığı
yapan, ismini unuttuğum birini aday göstermişti.
*ECEVİT 1994 SEÇİMLERİNDE REFAH PARTİSİ’YLE DEĞİL, ŞAHSEN BENİMLE UĞRAŞTI* Ertuğrul Günay…
Yaşar Kemal
“Sevmediğim adamların adını hatırlayamam” derdi. Bir anda hatırlayamadım.
Ertuğrul Günay da o seçim sürecinde olmadık hakaretlerle bana saldırıyordu. Hâlbuki
bana adaylığı zorla kabul ettirdikleri zaman, “Ben siyasetçi değilim. En parlak
zamanlarınızda bana sunduğunuz kültür bakanlığı, milletvekilliği tekliflerini
reddettim. Ben sanat insanıyım, bırakın beni” demiştim. Fakat SHP zorlayıp beni
ikna ettiğinde de hem Ecevit’e hem Baykal’a gidip “Madem böyle bir şey oldu,
hepinizin adayı olayım” dedim. Tüm bunları dememişim gibi seçim sürecinde
Ecevit, Refah Partisi’yle değil, şahsen benimle uğraştı. Ecevit 94 seçimlerinde
İstanbul’da iki miting yaptı ve bir tanesinde “Livaneli İSKİ parasıyla
propaganda yapıyor” dedi. Yahu el insaf; ben o süreçte İSKİ’yi yerden yere
vurmuş adamım; ben belediyede değilim, görevli değilim, siyasetçi değilim! Bir
diğer mitinginde de Ecevit, “Livaneli 12 Eylül teröristlerinin arkadaşıdır”
dedi. Ve bu insan sözüm ona “sol parti” lideri. Neticede oyları böldüler ve İstanbul
Büyükşehir Belediyesi bu şekilde Tayyip Erdoğan’a teslim edildi.
94 seçimlerinde Ankara’da da benzer bir
süreç işledi, değil mi?
Tabii, orada
da Ecevit’in DSP’si oyları böldü ve SHP’nin adayı Korel Göymen birkaç yüz oyla
kaybetti. Peki ne oldu? Ankara 25 yıl boyunca Melih Gökçek’e bırakıldı. Daha
sonra da yıllarca DSP oyları bölme işlevini sürdürerek AKP’nin değirmenine su
taşıdı. Deniz Baykal kadar Bülent Ecevit’in de yaptıklarının çok iyi tahlil
edilmesi lazım. Baykal, Ecevit niçin bunu yaptı? Geçenlerde Veli Saçılık
arkadaşımıza, ölüm oruçları sırasında Ecevit’in neler yaptığını anlattım.
Bunlar partilerin başına nedensiz getirilmediler. Sabahattin Önkibar, 1994
yılında Tansu Çiller’in Ankara’daki gazete ve TV temsilcilerini topladığını,
benim aleyhimde uyduruk suçlamalarla dolu bir dosya verdiğini ve ‘’Yazıklar
olsun, bir komünistin İstanbul’un başına gelmesini engelleyemiyorsunuz’’
dediğini yazdı. Bunun gibi daha neler neler var.! Adnan Oktar grubunun,
Susurlukçuların yaptıkları… Sağcı komploların cehenneminden geçtim ben.
Bunları, düzenin ve devletin sol karşısında nasıl örgütlü olduğunu anlatmak
için söylüyorum.
*ECEVİT VE BAYKAL SOL İKTİDAR OLMASIN DİYE
PARTİLERİN BAŞINA GETİRİLDİLER*
Ecevit, Baykal gibi isimler olmasa, solun kaderi değişir miydi.?
Ecevit de,
Baykal da partilerinin başına solcular belediyelerde, hükümette iktidar
olamasın diye getirildiler. Solun başını bağlayan, yolunu şaşırtan insanlar
bunlar. Ecevit, Fethullah Gülen teşkilatıyla yan yana geldi, onlara kontenjan
verdi, her türlü olanağı sundu. Cemaati devlete ilk yerleştiren Tayyip Erdoğan
değil, Bülent Ecevit’tir. Uzun lafın kısası, Ecevit, Baykal gibi insanlar sol
filan değil, soldan hoşlanmayan, tipik Türk milliyetçileridir.
Sanırım
artık Baykal bahsine gelebiliriz. Son günlerde iddia edildiğine göre Baykal,
muhalifi göründüğü AKP’yle, onun lideriyle gizli bir ilişki kuruyor ve
Erdoğan’ın önünü açıyor. Bunu çeşitli şantajlara, kişisel meselelere
bağlayanlar var. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Ecevit’in de
bu türden yaptığı gizli ilişkileri olduğunu kaynağından biliyoruz. Onun da
sağcılarla, dincilerle akıl almaz ilişkileri var.
‘BAYKAL’IN YAPTIKLARINI HEP HATA OLARAK
GÖRÜRDÜM, MEĞER BİLİNÇLİ TERCİHLERMİŞ’
Ne gibi?
Şimdi
belgesini ortaya koyamayacağım için ayrıntılarına girmeyeyim. Baykal da böyle
bir insan; demin de söylediğim gibi devletçidir, sağcıdır, Alevi, Kürt, sol
sevmez. Ben Baykal’ın yaptıklarını hep hata zannediyordum ama meğer bunlar bilinçli
tercihlermiş. 94 seçimlerinde karşıma Ertuğrul Günay’ı çıkararak çok kötü bir
kampanya yürüttüler. Hatta Baykal ve Günay o süreçte benim için “Livaneli
İsveç’e gitti ama siyasi sebeplerden değil, kadın meselesinden” bile dediler!
Politika için bu kadar kire bulaşmaya değer mi yahu! Sonradan Ertuğrul Günay
mealen “Kusura bakma, siyaset işte, söylenir böyle şeyler” dedi. “Yahu
yapmayın, bizler böyle şeyler için ölürüz, biz siyasetçi değiliz ki” dedim
kendisine.
*KÜRTÇE TV-RADYO ŞARTIMIZI KABUL EDEN BAYKAL,
2002 SEÇİMLERİNDEN SONRA HİÇ ANLAŞMAMAŞIZ GİBİ DAVRANDI*
Peki, 2002 yılında neden Baykal’ın CHP’sinden milletvekili oldunuz?
Baykal o
zaman bana ısrar ettiğinde, bir grup arkadaşla birlikte kendisine bazı şartlar
sunduk. Bunlardan bir tanesi Türkiye’nin en kısa sürede AB çatısı altına
girmesi ve sorunların AB ilkeleri çerçevesinde çözümü için çalışma yapılması
yönündeydi. Baykal’a “Bunda tamam mıyız” dedik, “Tamamız” dedi. Kürtçe
televizyon ve radyo, o zaman yoktu, “Bunda tamam mıyız”, “Tamamız” dedi. Anadil
meselesinde hakeza. İşçi sınıfı hakları dâhil pek çok şartı daha önüne sürdük
ve hepsine “Tamam” dedi.
Sonra ne oldu?
2002
seçimleri olupbitti ve birdenbire Baykal, sanki bu şartlarda hiç anlaşmamışız
gibi davranmaya başladı. Biliyorsunuz o seçimde bütün partiler baraj altı
kalmıştı ve bir tek CHP ile AKP çıkmıştı. Baykal bütün sol partilerin elendiği
bu ikili yapıdan son derece mutluydu. Çünkü artık muhalefet kendisi açısından
dikensiz gül bahçesiydi.
Peki kendisine konuştuğunuz şartları
hatırlattığınızda ne dedi?
“Bunları
konuşmamış mıydık?” dedikçe, tam tersini yaptı. Parti içindeki en milliyetçi,
ulusalcı isimleri, keza onun kirli işlerini yapan birtakım tipleri yönetime
getirdi. Neticede o ulusalcılarla beraber CHP’yi MHP çizgisine kaydırdı. Bir
parti meclisi toplantısında “Şimdi söyleyeceğime itiraz edeceksiniz ama siz
ileride MHP’yle kol kola gireceksiniz” dedim. O konularda çok fazla teorik
tartışma da yaptık.
‘BAYKAL BİZİ KULLANMAK İÇİN HER ŞEYİ
YAPTI’
Baykal, sizin gibi AB yolu, Kürtçe TV-radyo türü
şartlar sunan, ileride sorun çıkartabilecek birini milletvekilliğine ikna etmek
için neden çabaladı o halde?
Sol kamuoyundan oy alabilmek için. Yüzbinlerin katıldığı konserlerden bir bilinç yükseliyor o zaman. İnsanlar “Yiğidim Aslanım”larla, “Ey Özgürlük” şarkılarıyla yürüyor. Dolayısıyla belli ki bizim kesimin oylarına ihtiyaç duyuyordu. Dolayısıyla Baykal bizi kullanmak için her şeyi yaptı. O partide başımdan ilginç şeyler geçti.
Ne gibi şeyler?
Bir
kurultaydaki parti meclisi seçiminde en çok oyu alarak, birinci sıraya
yerleşmiştim. PM toplantısına gittik; liste dağıtıldı, birinci sıradayım. O gün
parti kurulları seçilecek. MYK belirlenecek, disiplin kurulu oluşturulacak…
Elbette bana hiç görev verilmedi. Akşamüstü o liste tepetaklak olmuştu. Sabah
en altta olan isimler en üste çıkmıştı, ben de ismimin baş harfinden dolayı en
alt sıraya konmuştum. Sabah en çok delege oyuyla listenin başına çıkmışken,
akşamı sonuncu sıradan kapattık (Gülüyor). Daha sonra da beni hiçbir şeye
karıştırmadılar. Bayram Meral’in verdiği bir yemekte yaptığımız tartışma da
var. Kemal Derviş bana “Kürt meselesini gündeme getirelim, bu adam -Baykal-
hiçbir şey demiyor” diyordu. Bunun üzerine “Sayın Baykal, Kürtçe TV-radyo sözü
vermiştik. Bununla ilgili ne yapacağız?” diye sordum. “Onlar kendileri
yapsınlar, bizim işimiz değil ki” dedi. “Kimdir ‘onlar’” dedim. “Geçenlerde
Diyarbakır’a gidip konuşma yaptığımız, oylarını istediğimiz insanlardan mı
bahsediyorsunuz?”
*ERDOĞAN 2002’DEKİ GÖRÜŞMEDE BAYKAL’A
MUHTEMELEN CUMHURBAŞKANLIĞI VAADİNDE BULUNMUŞ*
Sedat Peker’in Baykal-Korkmaz Karaca ilişkisine dair iddiaları üzerine sizin 25 Temmuz 2007 tarihli yazınız tekrar gündeme geldi. Söz konusu yazıda Baykal’la 2002 yılında yaptığınız bir görüşmeden söz ediyor, Baykal’ın milletvekili olamayan Erdoğan’ın önünü açabilmek için kendisiyle Beylerbeyi’nde gizli bir anlaşma yaptığını söylüyorsunuz.
Bu nasıl bir anlaşmaydı?
Bu son
iddiaları duyunca ben hiç bulaşmak istemedim. Zaten 14 yıl önceki yazıyı da
başkaları çıkarıp dolaşıma sokmuş. Sosyal medya öyle berbat bir şey ki, “Aklın
başına yeni mi geldi?” diye soruyorlar.
Yahu yazı
zaten 14 yıl öncesine ait.!
Beni pek çok
gazeteci de aradı ama siz hariç kimseye konuşmadım. Çünkü karmakarışık bir
ortam söz konusu. Evet, Baykal 2002 seçimlerinden sonra Erdoğan’la görüşmüş,
anlaşmış. Erdoğan kendisine muhtemelen “Seni cumhurbaşkanı yapacağım” demiş.
Birileri
bugün bile çıkıp diyor ki, “O, Baykal’ın en sağlam hareketidir.” Niye? “Çünkü
partisi seçimden birinci çıkmış Erdoğan’ın Meclis’e girmek hakkıydı.” Fakat
burada esas mesele şudur: 2002 seçimlerinden önce CHP halka milletvekilliği
dokunulmazlığını kaldırma sözü vermişti.
Çünkü
milletvekili olmak akçalı suçlarda dokunulmazlık zırhına erişmek demekti.
Elbette partisi birinci çıkmış Erdoğan veya herhangi biri seçilip Meclis’e
girebilmeli ama dokunulmazlık da kalkmalıydı.
Erdoğan hakkındaki davalar nelerdi?
Belediye
başkanlığı döneminden gelen davalar vardı. Dolayısıyla Baykal’ın yaptığı
anlaşma Erdoğan’a atılmış can simidiydi. Bir hukukçu olarak Sezer’in uyarısı da
bu yöndeydi. Kendisi de bir hukukçu olan Baykal, bile bile bu operasyona imza
atarak o dönem Erdoğan’ın dokunulmazlık zırhı kazanmasını sağladı.
Evet. Sayın
Sezer, Erdoğan’ın milletvekili olmadan başbakan olma önerisini reddetmişti.
Dolayısıyla Erdoğan’ın başbakan olabilmesi için milletvekili seçilmesi şarttı.
‘BAYKAL ŞAHSİ ÇIKARLARI İÇİN ERDOĞAN’LA O
KADAR NET BİR ANLAŞMA YAPMIŞ Kİ…’
Sezer’in görüşlerini Baykal’a ilettiniz mi.?
Tabii, Mehmet Sevigen’in evindeki gayet gergin geçen bir buluşmada ben ilettim kendisine. O görüşmenin şu anda yaşayan şahitleri de var. Partinin ileri gelenlerinin olduğu o buluşmada benim haricimde kimse konuşmadı. Baykal’a, “Demokrasinin gereğiyse, tamam, Erdoğan’ın önü açılsın ama bu dokunulmazlıklar ne olacak? Niye dokunulmazlıkları kaldırmadan bunu yapıyoruz biz?” diye sordum.
Baykal’ın yanıtı ne oldu?
Erdoğan’la
şahsi çıkarları için o kadar net bir anlaşma yapmıştı ki; bırakın kapalı
görüşmeyi, Meclis grubunda bas bas bağırarak “Tayyip’i kurtarıyor diyorlar,
evet kurtarıyorum; var mı itirazı olan?” dedi. Biz de saf saf ilkelerden dem
vuruyoruz. Ne ilkesi yahu; hiçbir şey kalmamış.!
*BALIKÇI LOKANTASININ ÜSTÜNDEKİ OTEL
ODASINDA IRAK MESELESİ GÖRÜŞÜLMÜŞMÜŞ.!*
2002 yılında Beylerbeyi’nde yapılan görüşmede Erdoğan’ın Baykal’a cumhurbaşkanlığı sözü verdiğine dair kanıt var mı?
Hayır, ama o
görüşmenin yapıldığını kesin olarak biliyorum. Zaten o zaman da açıkladığımda
Baykal önce inkâr etti. Daha sonra kendisini o görüşmeye hangi milletvekilinin
arabasıyla götürdüğü gibi ayrıntılar ortaya çıkınca inkârdan vazgeçip “Biz Irak
meselesini konuştuk” demeye başladı. Beylerbeyi’nde bir balıkçı lokantasının
üstündeki otelin odasına çıkıp Irak meselesi görüşülmüşmüş! (Gülüyor).
Buluşmanın
tanıklarını biliyorum ama görüşme baş başa yapılıyor. Yani Erdoğan-Baykal
arasında neler konuşulduğuna tanık olan kimse yok. Ama o görüşmeye Baykal’ı
götüren, beraber giden tanıklar var.
*BAYKAL’IN NEDEN FETHULLAH GÜLEN’E TEŞEKKÜR
ETTİĞİNİ ANLAYABİLMİŞ DEĞİLİM*
CHP’nin başındayken Baykal’ın özellikle laiklik üzerinden AKP’ye yönelik çok sert sözleri, tepkileri vardı. Baykal eğer Erdoğan’la bir anlaşma yaptıysa, neden daha sonra laiklik üzerinden çok sert söylemlere başvurdu?
Onu bilemem
ama Baykal tarzı laiklik savunusu çok sevimsizdi zaten. Kızlara zulmeden
rektörler, ikna odaları, sadece beyazlık üzerinden yürütülen bir laiklik
vurgusu AKP’nin de işine geliyordu. Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa
etmesiyle sonuçlanan kaset skandalıyla ilgili açıklaması da ilginçti. Her zaman
irticalen konuşan Baykal, 10 Mayıs 2010 tarihli istifa açıklamasına elinde
kâğıtla çıktı ve yazılı açıklamayı okudu. Üstelik “Pensilvanya’dan aldığım
mesajın samimiyetine inanıyorum” diyerek Fethullah Gülen’e teşekkür etti.
Neden? Bunu hâlâ anlayabilmiş değilim.
*BAYKAL GİBİ BİR İNSAN POZİSYONUNU KORUMAK
İÇİN HASMIYLA ÇEŞİTLİ ANLAŞMALAR YAPABİLİR*
CHP gibi bir partinin uzun yıllar başkanlığını yapmış Baykal’ın hasmı olarak gösterdiği AKP’yle, şantaja veya kişisel çıkara dayalı gizli bir anlaşma yaparak aslında partisini manipüle ettiğini düşünüyor musunuz?
Ben bunun
ideolojik tercih boyutuna işaret ediyorum, zira diğer hususları bilemiyorum.
Ama aynı zamanda Baykal’ın kariyerist yönünü de biliyoruz. 2002 itibariyle ne
DSP ne SHP kalmış; kurduğunuz ve daha önce yüzde 1 bile oy alamayan CHP tekrar
ana muhalefet partisi olmuş, siz de başındasınız. Sizi sıkıştıran bir sol da
yok. Ülkeyi yönetmiyorsunuz ama para-pul, şatafat yerinde. Bu, Baykal gibi biri
için gayet konforlu bir pozisyondu. Baykal gibi bir insan, bu pozisyonu korumak
için hasmıyla çeşitli anlaşmalar yapabilir. Ben bahse konu yazıyı 2007 yılında
yazdım, Beylerbeyi görüşmesi de 2002 yılına ait. 2005 yılında CHP’den de
milletvekilliğinden de istifa ettim ve “Bir daha misafir olarak bile bu
Meclis’e gelmem” dedim. Benim bildiğim dönem odur. Ama sonrasında şantajlar mı
yapıldı, kim kimin bilgilerini ele geçirdi bilemiyorum. Ayrıca bunları hasta
bir insana kötülük olsun diye de söylemiyorum. Kişiyle değil, zihniyetle
mücadele edilmeli.
*KISA SÜREDE ANLADIM Kİ, BAYKAL’IN ERDOĞAN’DAN
FARKI YOK*
Neden istifa etmiştiniz.?
Anladım ki
Don Kişot ’luk kanımızda var, bazı görevler üstleniyoruz ama bizi
kullanıyorlar. 2007 tarihli yazınızda Baykal-Erdoğan “anlaşmasına” dair
ifşaatınız kadar o tarihteki öngörünüz de çok çarpıcı. Yazıda Sevigen’in evinde
yaptığınız görüşmede Baykal’a şunu söylediğinizi aktarıyorsunuz: “Erdoğan
herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine
seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var.
Program
Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki
ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını
bitirecek.” Yine aynı yazınızdan: “Bir milletvekilinin mazbatasını iptal
ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es
geçip Erdoğan’ı Meclis’e sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için
verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç
bambaşka olurdu. Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini
değiştirdiniz.”
Tabii, ben
Baykal’ın o tutumunun sadece şahsi değil aynı zamanda ideolojik olduğunu
hatırlatmak için az önce size Türkiye’de sol olmayan partilerin sol olarak
gösterilmesinin nedenlerini anlattım. Maalesef bizim gibi insanlar da çeşitli
dönemlerde bu partiler içinde mücadele yürütmek durumunda kaldı. Oysa ben
Marksist çizgiden gelen, bunu hayatıma rehber etmiş bir insanım. CHP’de ne işim
vardı! Fakat o sırada CHP’de kendi düşüncelerimizi hayata geçirebileceğimizi,
Baykal’a verdirdiğimiz sözleri yerine getirtebileceğimizi zannettik. Kısa süre
sonra anladım ki, Baykal’ın Erdoğan’dan bir farkı yok.
OY VEREN İNSANLARIN ÇARESİZLİĞİ KULLANILDI
Aslında bir
fark var. Erdoğan Baykal’dan farklı olarak sadece kişisel değil aynı zamanda
ideolojik hedeflerini de gerçekleştirmeye odaklanmışken, şimdilerde ortaya
çıkan iddialar üzerinden Baykal’ın kamuoyuna, tabanına gösterdiği hedefleri
bizzat hasmıyla anlaşarak akamete uğrattığı söyleniyor. Yani Baykal, hasım
olarak gösterdiğiyle gizliden hısımlık yapıyor…
Evet, bu doğru. Tam da bu hakikatten çıkaracağımız dersler var. Bizde lidere biat kültürü yok. Dolayısıyla bu tür kirli ilişkilere alet olmamak için geniş bir demokrasi ittifakı üzerinden yürümek, ilkeleri baz almak durumundayız. Türk ve Kürt solunun, kadın ve LGBTİ hareketlerinin, işçi sınıfının, ezilenlerin, yeşillerin asgari müşterekte bile olsa ortaklaşması, bu tür manipülasyonların ülkenin kaderini değiştirmesine engel olur. Söyleşinin başında bahsettiğimiz Demokrasi Konferansı da bu açıdan çok anlamlı. İhtilaflarımızı bilahare konuşuruz ama şu anda ortak bir fikrî, siyasî cephe oluşturabiliriz. Fakat maalesef hâlâ aynı hatta ilerleyen güçlerin birbiriyle rekabeti bu ortaklaşmanın önünde engel oluşturuyor. O zamanlar da DSP ve CHP başkanlarının motivasyonu birbirinden nefretti. Bu tür yapılar başından beri birbirlerini tepelemekle uğraştılar. Sebep oldukları bedeller de ortada.
Peki tabanları bu partilerden neden
kopmuyor?
Bu partilere
oy veren insanların çaresizliği kullanıldı. CHP’ye bakalım, birbiriyle asla bir
araya gelemeyecek eğilimler, belli çıkarlar etrafında ve birbiriyle kıran
kırana bir arada olunca, sonuç böyle oluyor. Türk ve Kürt solunun bir arada
olduğu dönemde sınıf temelinde bir siyaset anlayışı vardı. Bizleri bir araya
getiren de buydu. Ama 90 başlarından itibaren ülke başka bir tuzağa sürüklendi.
O dönemden itibaren onlarca kere belirttiğim gibi sağ-sol yerine üç kutuplu bir
siyasete itildik. Artık çok az kişi olaya sınıfsal bakıyor. Kimlik, milliyet,
inanç, etnisite, sınıf değerlerinin önüne geçti.
Bu böyle sürüp gider mi?
2019 yerel
seçimleri başka bir ihtimalin mümkün olduğunu gösterdi. Tabanda bir ortaklaşma
kurulunca tarihi bir seçim zaferi elde edildi. Dayanışma artık altın değerinde.
2019’DA KILIÇDAROĞLU’NUN VE HDP’NİN
SAĞDUYULU SİYASETİ TÜRKİYE’YE TARİHİ BİR ADIM ATTIRDI
Mevcut CHP yönetiminin muhalefet etme biçiminin, Baykal’ınki gibi olmasa da AKP’ye yaradığına dair eleştirilere katılıyor musunuz?
Hayır, ciddi
bir fark var aralarında. Aksi halde 2019 yerel seçimlerindeki başarı elde
edilemez, AKP’ye tarihi bir yenilgi tattırılamazdı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve
HDP’nin sağduyulu siyaseti Türkiye’ye iyiye doğru tarihi bir adım attırdı.
Umarım genel seçimlerde de bu adımın devamı getirilir. 7 Haziran’da da böylesi
bir zafer kazanılmıştı ama kan ve revanla bu başarıyı boğdular. Ortada bir
hayat memat meselesi varken solun kendi arasındaki ihtilafları bir kenara
bırakması zarurettir. 1960’larda Milli Demokratik Devrim (MDD) ile Sosyalist
Devrim çizgileri arasındaki kavganın bedelini unutmamalıyız.
Bir grubun
sloganı “Bağımsız Türkiye”, öbürününki de “Sosyalist Türkiye” idi. Bu iki kesim
birbirinden nefret ederdi. 1970’lerde Ankara’da Dilşat Düğün Salonu’nda yapılan
bir kongrede “Sosyalist Türkiye” diyenlerle “Bağımsız Türkiye” diyenler
sandalyelerle birbirine girişirken, solcu bir işçi “Yahu kardeşim ikiniz ‘Hem
bağımsız hem sosyalist Türkiye’ deseniz ne olur?” diye isyan ediyordu.
BU NEDEN OLMUYOR?
Çünkü Türkiye’de solun rotasını işçi sınıfı mücadelesi değil, Kurtuluş Savaşı’ndan gelen kadrolar, “Bir de sol renk koyalım buraya” diyerek belirledi.
*AKŞENER BANA *SOLDAKİ HASTALIKLAR BİZDE
DE VARDI* DEDİ*
İDARE EDİLMESİ ZOR BİR SÜREÇ BU.
Türkiye çok acı çekti, insanlar birbirini öldürdü, araya kan davaları girdi. Fakat geldiğimiz noktada, bu acıların sonlanması için ittifak olmasa bile dayanışma gerekiyor. Türkiye’nin bu kirli düzeninden rahatsız olanlar bir araya gelmediği sürece çıkış yok. Bu arada ilk defa size anlatıyorum; Meral Akşener’i tanımam ama 2001 yılında benim ‘Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm’ isimli, siyasi sürgünlerin ortak kaderini anlattığım romanım yayınlanmıştı. O zaman Meral Akşener beni aradı, kitabı okumuş. “Sizin sol hareketler içinde ne kadar hastalık varsa, bizde, ülkücü harekette de vardı. Biz bunlardan arınmak durumundayız” dedi. Akşener’le bu anım bende olumlu bir izlenim uyandırır. Bir kere kitap okuyor, ikincisi kitabın yazarını arıyor ve dahası özeleştiri veriyor. Türkiye’ye uzaydan politikacı getiremeyeceğimize göre, eldekilerle yol almak dışında seçeneğimiz yok.
AKP kirli ilişkileri ifşa olan mensuplarını muhafaza
ederken CHP’nin de benzer bir tutum alması ne anlama gelir.?
Deniz Baykal’la ilgili son günlerde ortaya çıkan
iddialar vahim ama sizin 2002’ye dair anlattıklarınız bile;
CHP’nin Baykal’la yüzleşmesini, hesaplaşmasını zaruri kılmıyor mu?
Kesinlikle,
CHP’nin Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart. Hasta bir kişiyle değil, bir
zihniyetle hesaplaşılmalı. Fakat CHP içinde o kadar zor dengeler var ki. İstifa
ettiğimde bazı arkadaşlar “Niye bırakıp gidiyorsun” dediklerinde, “Yok yok, ben
dayanamayacağım” dedim. Çok da iyi ettim. Kemal Bey’i de o zamanlardan
tanıyorum, dürüst bir arkadaşım. Ne diyeyim, Allah kolaylık versin kendisine
de. İşi çok zor. Bu zorluklara rağmen son seçimlerde 11 büyük şehrin alınmasını
sağlayacak bir başarı elde etti. Her türlü saldırıya, suikast girişimlerine,
hakaretlere, içerden-dışarıdan çelmelere rağmen mücadelesinde gösterdiği soğukkanlılık
takdiri hak ediyor.
*SADECE AKP’Yİ SUÇLAYARAK DA GERÇEK BİR
YÜZLEŞME YAPAMAYIZ*
1960’lardan beri halkın, solun atlattığı badirelerin tanığı olarak sizce AKP’nin, Baykal’ın Erdoğan’la ilişkisinin Türkiye’ye bedeli ne oldu.?
Siyasi
aktörlerin tarihte belirleyici rolleri olabilir ama esas büyük mesele,
Osmanlı’dan beri gelen gericilikle aydınlanmacılık arasındaki mücadeledir.
Padişahın kanı dökülmez denir ama gericiler III. Selim’i bıçaklarla delik deşik
ettiler. II. Mahmut başını zor kurtardı bunlardan. Sonra ona da “Gâvur
Padişah’’ adını taktılar.
Kurtuluş Savaşı
sonrası Mustafa Kemal için *Bir Deccal Geldi Ve Ülkeyi Elimizden Aldı* dedi
bunlar.
Ardından
yeraltına indiler ve yetiştirdikleri binlerce çocuk bugün iktidarda. Ama
ifşaatlardan da anladığımız gibi sistem çürüdü artık, dikiş tutmuyor. Tıpkı
Marmara Denizi’nde yılların kirliliğinin bugün müsilaj olarak ortaya çıkması
gibi bu cerahat da bir şekilde yüzeye çıkacaktı, çıktı. İltihap büyüdü, çıban
halini aldı. Bu kadar büyümüş bir çıban en ufak bir olayda patlar ve akmaya
başlar. Biz şu an cerahatin akışına tanıklık ediyoruz.
Bence esas
mesele, bundan sonra ne yapacağımız, Türkiye’yi hangi esaslara göre geleceğe
taşıyacağımızdır. Sadece AKP’yi suçlayarak da gerçek bir yüzleşme yapamayız. 1990’lı
yılların, faili meçhullerin de hesabını sormalıyız. Uğur Mumcu’ları, Musa
Anter’leri kimler öldürdü? İçinde devletin olmadığı hangi suçlar var? Bütün bu
hesaplaşmayı sağlayacak, Türkiye’yi ileriye götürecek olanlar da demokrasi
güçleridir.
*O KADAR SİNSİ VE BEL ALTI SALDIRIRLAR Kİ,
BENİM GÖZÜM YEMİYOR*
Demokrasi güçlerine CHP’yi de dâhil ediyor musunuz.?
CHP içindeki
bazı insanları dâhil ediyorum ama tüm parti için bunu söyleyemem. Çünkü
görüşleri itibariyle yan yana gelip kahve içemeyeceğimiz insanlar var orada.
2007 yılında
Baykal’ın Erdoğan’la yaptığı gizli anlaşmaya dair yazıyı kaleme aldığınızda
Baykal cephesinin tepkisi nasıl olmuştu?
Karşıdan bir
hamle gelmemişti ama birtakım gazetecilere kurdurup besledikleri sitelerden
saldırdılar. Bunu da “Baykal’a niye bunu söyledin?” diyerek değil, akla hayale
gelmeyecek iftiralar atarak yaptılar.
NE TÜR İFTİRALAR.?
Denizli’de
sakatlar derneği benden konser istemiş, ben de “Şu kadar milyon vermezseniz
gelmem” demişim vs. Bizim gibi insanları çıldırtacak iftiralar bunlar. O kadar
sinsi, bel altı saldırırlar ki, benim gözüm yemiyor. O yüzden politikadan
nefret eder hâle geldim. Fakat görüşlerimi muhafaza ediyorum. Namuslu yaşayan
insanların namuslu olarak ölmek gibi bir borcu var. Ömrün hapisle, sürgünle,
sansürle, itilip kakılmayla geçmişse, daha sonra “Aman şu görüşümü saklayayım,
değiştireyim, rahat edeyim” diyemezsiniz. Size inanan insanları hayal
kırıklığına uğratmaya hakkınız yok. Ağaçlar ayakta ölür. Öldüğünde Nâzım gibi,
Yaşar Kemal gibi, Ahmed Arif gibi öleceksin.
Zülfü Livaneli, 3.Temmuz.2021
TAGS: #CHP, #Deniz, #Baykal, #Zülfü, #Livaneli,
http://medyagunebakis.com/haber_detay.asp?id=6767&menuid=51
Trabzonlular Birleşiniz. Trabzonlu İşadamları, İşkadınları, Çalışanlar, Genç Kızlar-Erkekler, Okuyan çocuklar Birlik ve Bütünlüğü Sağlamak Sizin Ellerinizde..!
Yazının devamı »Copyright 2022 - MEDYA GÜNEBAKIŞ
Designed by TELMAR
BACK TO TOP