ÇANTADA KEKLİK VAR.!

Ne Diyebiliriz Ki; ‘Çantada Keklik’ Her Zaman Kekliktir. Bir Süre Çanta Dışında Tutulsa da, Son Gideceği Yer Yine Çantanın İçidir.!

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

ÇANTADA KEKLİK VAR.! -1-

Ne Diyebiliriz Ki; ‘Çantada Keklik’ Her Zaman Kekliktir. Bir Süre Çanta Dışında Tutulsa da, Son Gideceği Yer Yine Çantanın İçidir.!

 

Türk’ün aklı sonradan başına gelirmiş.! Bu yüce millet 30 yıl önce hiçbir zaman ‘yargılanmasınlar’ dediği kişiler hakkındaki kararını değiştirmiş.! Şimdi  ‘yargılansınlar’ istiyor… 30 yılda halk yenilenmemiş, olduğuna göre ne olmuş da bu talep, geçim sıkıntısından daha ön sıralara çıkartılmış .?.!

O zaman halkın %92’si demokratik düzene geçmek düşüncesiyle, hem Kenan Evren’e, hem de darbenin diğer aktörlerine ‘dokunulmazlık’ getiren 15. maddeye “Evet” demek zorunda bırakılmıştı.!

Tıpkı şimdiki anayasa değişikliklerinde olduğu gibidir.  O gün de birbirinden farklı pek çok soruya, bir tek cevap verilmesi istenmişti. Şimdiki gibi… O günlerde halkın üzerinde “hayır deseniz ne yazar” cümlesiyle özetlenen ciddi bir  ‘baskı’ vardı.! Bu yıl yapılan referandumda da  “bitaraf olan bertaraf olur” denilmedi mi.? Her ikisinin de savunulacak bir yanı yok, ikisi de rezilliğin iki ayrı  resmiydi.!

Halkı kandırmak konusunda uzman olanlar, bu referandumda 12 Eylül darbesini yapanları yargılayacaklarını söyleyerek, ‘at pazarlığı’na giriştiler. Bu koca yalana inanlar arasında, “eski” solcular ile ülkücüler de vardı maalesef.  Ne yazık ki, 12 Eylül’de faturayı ödeyenler de onlardı, bugün siyasette malzeme olarak  kullanılanlar da onlar.!

30 yıl önce seçmenin %92’sinin “yargılanmasınlar” dediği darbecileri, bu defa seçmenin % 41.86’sının kararı ile ‘yargılamak’ ne kadar ahlakidir.? % 41.86’nın oyunu,  % 92’ninkine  “üstün” hale getiren nedir.? Bu soruya verilecek  bir cevap olmalıdır.?

Adalete  ve demokrasiye de uygun olan: Seçmenin %92’sinin vermiş olduğu kararı, en az  % 93’ününki  ile ortadan kaldırmak değil midir.? (1)

Buraya kadar anlatılanlarla yetinilirse, darbecileri savunduğum sanılabilir… İlk bakışta inandırıcı gibi gözüken böyle bir düşünce, kesinlikle doğru değildir. Bu tür konularda kişisel durumları öne çıkarmak yerine,  genel kurallar (2) üzerinde durmak daha yerindedir. Bu çok özel konunun üzerinde konuşmak için, illa da ‘mağdur olmak’ şartı aranıyor gibidir. Konuşma tekeli sanki mağdurlara verilmiş; en azından böyle bir hava estiriliyor.

O nedenle ‘özel’ durumuma da kısaca değineyim. İşkencede ölenler kadar değilse de, 12 Eylül darbesine, ben de ağır bir bedel ödedim.  O darbenin mağdurlarından biri olarak, gelişmeleri de çok yakından izledim… Rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu anayasa değişiklikleri, bizim gibilere hiçbir hak getirmiyor; bunu hemen burada kanıtlayabilirim…

Darbeciler, pek çok kişinin olduğu gibi, benim hayatımdan da bir kaç yılımı çaldılar.! İşkencede ölenlere, sakat kalanlara ve yıllarca hapis yatarak serbest bırakılanlara nazaran, belki şanslı sayılabilirim.!  Bana göre daha şanslı olanlar da var elbette; onlar yaşadıklarımızı asla anlayamazlar.!  Özetlersek; darbecilere “düşman olanlar” sıralanırsa, benim yerim birinci sıralardadır.!

Öyledir ama,  mağduriyetimizi giderecek olan  ‘öç alma’ duygumuzu tatmin etmek olamaz.! Söz sırası buraya kadar gelmişken, bir saptamamı da paylaşmadan geçmek istemem:12 Eylül’de ‘devrimcilere’ ve ‘ülkücülere’ çok kötü muameleler ve haksızlıklar yapıldı. Bu yadsınamaz bir gerçektir. İşkencede ölenler, sakat kalanlar, yıllarca hapislerde suçsuz yere yatanların yanında, bir de bu olumsuz koşullar nedeni ile “ruhsal rahatsızlık”lara yakalananlar var.!.?  O ağır koşullar altında,  direnci kırılan bu arkadaşlara da fazla yüklenmemek gerekir… Onları halen etkisi altında tutan,  bilinenlerden çok farklı fakat, tanısı henüz konulmamış bu ‘hastalık’ halidir.!

Dikkatinizi çekti mi bilmem, iktidarlar ne zaman ‘saçma sapan’ ve halka yararı olmayan bir konuyu gündeme getirseler; onu savunmak işini, “eski” devrimci veya ülkücülere ihale ederler. Nedendir bilinmez, televizyon programlarına ‘konu mankeni’ olarak bunlar çıkarttırılır.

Ben mağduriyeti iki kez sömürülmek buna derim işte. Bunların bilmedikleri şey, hemen hemen yok gibidir; hakim olmadıkları konularda  bile ‘fetva’ verebilirler.! “Eski devrimci” ve “eski ülkücü” sıfatlarını, adeta bir ‘uzmanlık alanı’ gibi sunabilirler.! Herkesten önce bu “uzmanlar” konuşturulur; ikinci perde açıldığında onları savunacak olanlar görünürler.!

Bu nedenle bizim “uzmanlar” dönek veya hain  damgasını yerken; diğerler ‘insan hakları savunucusu’ payesini alıp giderler.! Gerçekte, 12 Eylül’ün asıl mağduru bizim bu konu mankenleridir… Ne yazık ki, onlarla alay da edilmektedir. Bir insana kendini inkar ettirmek, kişilik haklarına yapılmış  en ağır saldırı değil mi.? Onların üzerinden bize yapılan hakaretlere ise,  şimdilik bir şey demeyeceğim!…

Sanırım gözünüzden kaçmamıştır. Bu konuda edebiyat yapanların,  hiçbirinin aklına 12 Eylül mağdurlarının ‘maddi’ ve ‘manevi’ kayıplarını gidermek gelmemiştir...  En iyimser görünen konuşma bile, ‘hesap sorma’ ile başlamış, ‘öç alma’ ile bitirilmiştir. Halbuki,  12 Eylül mağdurlarının “maddi kayıplarını gidermek”  çok zor bir iş değildir.! 

Bu konuda, bir vaat de bulunanı da görmedim; ama istismarı her iki kesimce alabildiğine yapılmaktadır. İki maddelik bir yasal düzenleme ile giderilecek olan bu sorunu, ‘sonuç alınması imkânsız’ davalar ile zamana yaymak, 12 Eylül’le hesaplaşmak sayılabilir mi.? Hükümet samimi olsa, önce 12 Eylül mağdurlarının ‘maddi’ kayıplarını giderir; ondan sonra, ‘hesap sorma’ anlamına gelecek “sembolik” davalar açılabilir… Belki de o zaman bu davaların bir anlamı da olabilir.!

Pek yakın zamanda (28 Şubat 1997) darbeye teşebbüs edenleri görmezden gelip, 30 yıl öncenin faillerini yargılamaya kalkışmak, havanda su dövmekten başka bir şey değildir. Her şeyden önce, bu konuda ciddiyet eksikliği vardır.

Onu gidersek bile, önümüze yığınla başka engeller çıkacaktır;  onları aşmak ise mümkün değildir. 12 Eylül darbesini yapan sadece 4 tane general miydi? Altlarındaki ‘silahlı’ kadrolardan onlara direnen mi oldu sanki.? “Emir komuta zinciri içinde” yapıldığı söylenen darbeden, o alt kadrodakiler sorumlu tutulmayacak mı.? “Nereye kadar” sorusu ise, ayrı bir bilinmezliktir.!.?  

Peki, darbeyi destekleyen ve darbe hükümetlerinde görev almak için, biri biriyle yarışan sivil bürokrat ile siyasilere ne demelidir.?

“Bir an önce darbeyi yapın” diyerek askere yazılan mektupları unutmadı bu millet.! Darbe yapmak için “şartların olgunlaşmasını beklemek” de neyin nesiydi.? “Bizim oğlanlar işi bitirdi” diyen, Amerikan Başkanının bu darbede hiç mi sorumluluğu yoktu.? Üyesi olduğumuz NATO, darbeye karşı mı gelmişti.?

Soruları uzatın uzatabildiğiniz kadar… O vakitler 50 yaşın üstünde olanlar, bugün sağ mı.? Yaşayanların en küçüğü 80’in üzerindedir. Doktor raporu göstermeden,  tapuda işlem yapmalarına bile izin verilmez.!

Medeni hakları kullanma ehliyetleri tartışmalı hale gelenleri, yargılanıp cezalandırılsak bile, cezalarının infazı için ehliyetleri de yok denebilir.! 12 Eylül darbesinin tüm sorumlularını bugün kim listeleyebilir ki.?.!

Bunları da boş verelim dilerseniz,  gelelim yargılamaların önündeki ciddi engellere:

Geniş bir çerçeveden bakıldığında,  12 Eylül darbesini yapanların, bugün için yargılanmalarının önünde, ‘fiili’, ‘siyasi’ ve ‘ahlaki’  engeller vardır. Az önce anlatılanlar ‘fiili’ olanlardı… Hukuki olanlara ilk örnek, 1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesindeki  ‘yargılanamazlık’ hüküm gösterilebilir.!

Üstelik bu hüküm o zaman seçmenin %92’sinin kabulü ile onaylanmıştır! Yine aynı soruyu tekrar ediyorum: O gün oluşan iradeyi,  şimdiki % 41.86’lık bir irade ile ortadan kaldırmak ne kadar ahlakidir.?.!

Belli bir dönemde yaşayanlar, kendilerinden öncekilerin iradesine saygılı davranmazsa, daha sonra gelen nesiller, bir öncekilerin iradesine neden saygı göstersinler ki.? Bunun sonu nereye kadar varır.?

Böyle bir şey, demokrasi ile bağdaştırılabilir mi.?

Sorular yine uzar gider. Denebilir ki, 1982 Anayasası’na onay veren halkın iradesi, ‘özgür’ olarak oluşmuş değildi! Bu nedenle de ‘fesada’ uğratılmış olan o iradeye, fazla itibar etmemek gerekir. Bu doğru ve yerinde bir saptama olabilir. Ne var ki,  aynı yargıyı bu ‘halkoylaması’  için de söyleyebiliriz… 

Devletin işin içine girerek taraf durumuna sokulduğu bir oylamada, para ile oyların satın alındığı, yardımların oylama öncesine denk getirildiği, basının hükümetin baskısı nedeniyle tarafsız davranamadığı bir propaganda dönemini yaşadık; buna ‘demokratik yarış’ denebilir mi.?

Bunun gibi daha pek çok neden gösterilerek, bu halkoylamasında da seçmen iradesinin ‘fesada’ uğratıldığı söylenebilir.! 

Buna rağmen, 12 Eylül 1982’deki olduğu gibi, seçmenin ‘ezici’ çoğunluğunun (%93’ünün olabilir) oyu ile bu halkoylamasından ‘olur’ alınamamıştır.!

O halde seçmenin % 41.86’nın iradesine, %92’ye göre bir “üstünlük” tanımak, ahlaki  davranış olarak kabul edilemez.! (3)

Fesada uğramış iki iradeden birini,  diğerinden üstün tutmak için geçerli bir neden kim gösterebilir.?

12 Eylül darbecilerini yargılayıp cezalandırmanın önünde, kuşkusuz hukuki olan başka engeller de vardır: Bunların başında “aleyhteki yasaların geriye yürümezliği” kuralı gelir.

Anımsayınız,  vaktiyle anayasa değişikliği yapılarak, İstanbul Boğazı’ndaki bazı tepeler, Arap şeyhlerine satılmıştı. Sonra Anayasa Mahkemesi bu tasarruflara izin veren yasayı iptal etmiş; fakat “anayasa mahkemesi kararları geriye yürümediği için” satışlar geçerli sayılmıştı.! “Kanunilik İlkesi” nedeniyle de, Anayasa  değişiklikleri ile getirilen yeni hükümler, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal  kararları gibi geriye yürütülemezler!..

12 Eylül darbecilerinin yargılanmasına izin vermeyen, en önemli hukuki engel ise, “zamanaşımı”dır…

Suçun işlenmesinden sonra, aradan 30 yıl geçtiği için, darbecileri yargılamak sadece bu nedenle bile imkânsızdır. Hiç değilse,  daha birkaç gün önce, PKK Ana Davası’nın ‘zamanaşımı’ nedeniyle ortadan kaldırıldığını unutmayın.!

Gerek suçun işlendiği zamanki Türk Ceza Kanunu’na ve gerekse şu anda yürürlükte olanına göre de, 30 yıllık zaman aşımı dolmuştur… O halde ‘zamanaşımı’ nedeniyle  darbecileri yargılayıp, cezalandırmak da mümkün değildir.!

Ve nihayet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini de kabul etmiştir. Yukarıda sözü edilen ‘evrensel ilkelere’ aykırı olacak şekilde, yapılacak olan bir yargılama sonunda verilecek hüküm,  bu mahkemeden geri dönecektir.!

Gerçek böyle olduğu halde, oylama öncesinde aksi yönde yapılan propagandalar ile oylama sonrasında şikayet dilekçeleri verilmesini önermek ne anlama gelmektedir.?  Bu sorunun yanıtı paha biçilmez değerdedir…

Referandumdan önce, ‘12 Eylül darbecilerinin yargılanması için “Evet” oyu verilmesi gerekir’ demek, kocaman bir yalandı ve halk bu yalan ile aldatılmıştır.!  Bu saptamanın doğruluğu, yargılama sonunda zaten görülecek. Ne var ki,  okur-yazar kesim içinde yer alan pek çok kişi, bu yalana inanmıştır…

Ne var ki, bu kişiler aldatılmış olduklarını, ancak açtıkları davaların sonunda anlayabileceklerdir… Açılması beklenen bu davaların, mümkün olduğu kadar uzun zamana yayılmasında, halkı aldatanların sayısız menfaatleri vardır.!

En başta yalancılıkları o kadar geç ortaya çıkacaktır. “Ergenekon Davası” gibi dibi başı belli olmayan ve on binlerce sayfa tutan iddianameler ile binlerce klasör, mahkemelerin önüne yığılacaktır… En ‘hızlı’ hakimler bile, 50 yılda bu dosyaları karar aşamasına getiremezler.!

Alın size bir örnek: Dev-Yol davası bile 30 yılda bitirilememiştir.! Bu kadar bir zaman ise, bu  senaryoyu yazanlar için fazlasıyla yeterlidir.!  Yanıt bu kadar basittir.!

Sonuç: ‘halkoylaması’ öncesinde kandırılarak oyları “Evet”e çevrilenler, kandırıldıklarını ancak o zaman anlayabilecekler.!

Çok geç olacak ama öyle maalesef.! O günlerde hala AKP diye bir parti kalırsa eğer, dönüp de vatandaşa: ”Biz elimizden geleni yaptık, ama olmadı” diyeceklerinden emin olabilirsiniz.! O gün de yine bir yolunu bulup, topu yargının üzerine atacaklar; sorumluluktan yine sıyıracaklar, bundan da emin olabilirsiniz.!.?

Kuşkusuz o günler için de sahnelerde yerleri hazırlanmış ‘uzmanlar’  yine bulunacaktır.!

Gel gör ki,  gerçekte AKP’li de olmayan ‘masum’ insanlarla yapılan bu iğrenç pazarlıkta, oyları önceden ve peşin alınmıştır.!

Ne diyebiliriz ki; ‘çantada keklik’ her zaman kekliktir… Bir süre çanta dışında tutulsa da, son gideceği yer yine çantanın içidir.!

Av. Cemil Can

 

Cemil CAN, Ankara – Şubat.2015 – av.cemilcan@hotmail.com

http://www.medyagunebakis.com/ -okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb web: http://www.trabmarder.org,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi, okkesb@telmar.net,

Cemil CAN, Ankara – Şubat.2015 – av.cemilcan@hotmail.com

 

DİPNOTLAR:

(1)     Çoğunluk iradesi’ ve demokrasi iç içe geçmiş iki kavramdır. Çoğu zaman birinden söz ederken, diğeri de hatıra gelir… Çoğunluğun iradesine değer verilen ülkelerde demokrasi’ var kabul edilir… Şu kadar ki, azınlıkta kalan fikirler, çoğunluk fikrinin yanında kendilerini özgürce ifade edebilecekler! Bunun anlamı: Günü geldiğinde, azınlıkta kalan fikirlerin, çoğunluk fikri olabilmelerinin önünde bir engel bulunmayacak ve iktidara gelebilme ihtimalleri hiç yok edilmeyecektir!.. Doğal olarak, bu yolda var olan veya sonradan oluşabilecek bütün  engelleri, ortadan kaldıracak anayasal kurumlar bulunacaktır!.. Bu koşullar varsa, ancak o zaman düşüncenin yayılması özgürlüğünden söz edilebilir… Gerisi palavradır.!

(2)     Hukukun üstünlüğü ilkesini korurken, bazen suçlu kişiler cezalandırılmaktan kurtulabilirler.! Bunu da anlayışla karşılamak gerekir. Tıpkı Prof. Dr. Faruk Erem hocanın ders kitabında vurguladığı Bir masumu cezalandırmaktansa, birkaç suçluyu cezalandırmayın…” (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/320/3157.pdf) özdeyişinde olduğu gibi… Böyle zamanlarda insanın  şöyle düşünmesi gerekir: Suçlu bir kaç kişi serbest mi kalsın,  yoksa ben  işlemediğim bir suç nedeniyle, itiraf edene kadar engizisyon işkencelerinden mi geçirileyim.! Unutmayın bu işkence sırasında ölme ihtimaliniz de çok yüksektir… Böyle bir şeyi kim kabul edebilir.? Bırakın o suçlular şimdilik serbest dolaşsın, masum insanları korumak dana önemlidir.! Belki bir gün, gerçek suçluları cezalandırmak için yeni kanıt bulma yöntemi geliştirilebilir; onlar da cezalarını o zaman çekerler… Suçsuz bir insan, kanıt bulma yöntemi yeterli değil diye, hukuk ve insanlık dışı bir muameleye tabi tutulabilir mi.?  Şimdi söyler misin korunması gereken değer hangisidir: Hukukun üstünlüğü mü yoksa tatmin duygusu’ mu?..  İnsanlık bu noktaya gelene kadar çok, ama çok  canları feda etmiştir.! Bu çerçeveden baktığımızda çağdan insana yakışan,  doğru olan kuralları savunmaktır. Az önceki örnekte nasıl ki,  insanlık suçu olan işkencenin yasaklanması ile masum insanlar korunabildiyse, şimdi de kanunilik ilkesi ,bu ilkeden türetilen ‘cezaların geriye yürümezliği ilkesi’,  ‘masumiyet karinesi’ ve en az bunlar kadar önemli olan zamanaşımı gibi hukuki müesseselere sahip çıkılarak adaletin gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Bu nedenle de  bazı kişiler, cezasız kalacaksa,  bunu da içimize sindirmemiz gerekir.!  Böyle davrandığımızda asıl koruduğumuz yine adalettir; hukukun üstünlüğü ilkesidir… Aksine bir tutum, demokrasiye olan bağlılığımızın sorgulanmasını gerektirir.!

(3)     Bilindiği gibi anayasamıza göre, anayasada bir kural değişikliği yapabilmek için, buna evet diyen milletvekillerinde nitelikli” bir çoğunluğu aranır. (Anayasa Madde: 175, fıkra 1) Bunun nedeni, anayasaların mutabakat metniolmalarıdır. Buna toplumsal sözleşme’ de diyebiliriz. Basit çoğunluk olması halinde, bir mutabakattan söz etmek oldukça zordur. Örneğin, 5 kişiden 3’ünün fikri önemli olabilir, ama 5 kişi için 3 kişinin fikri mutabakat değildir. Bu nedenle mecliste aranan nitelikli çoğunluğun, bu değişikliğinin halkoyuna sunulması halinde aranmaması, fahiş bir çelişkidir.! Halkın vekillerinin ezici’ bir çoğunluk ile üzerinde uzlaşmaları istenilen anayasa metinleri için, halkın kendisinin basit bir çoğunluğu ile  yetinmek çok da mantıklı değildir.!.? Amaç, halkın ezici çoğunluğunun anayasa metni üzerinde mutabakat sağlaması olduğuna göre, değişiklik metninin halkoyuna sunulması halinde de, benzer nitelikli bir çoğunluğun  aranması gerekir.! 

 

 

 

 

 

 

Diğer Haberler

  • KADINLARA BİR DÜŞMANLIK YOLU DAHA
  • BAŞIMIZIN BELASI CEZASIZLIK KÜLTÜRÜ.!
  • MÜŞTERİLERİ DOLANDIRICILIKTAN KORUMA TİMİ.
  • KEMERBURGAZ RANT PLANLARINI YARGI ONAYLAMADI.!
  • *İMAM"ın POLİSLERİ ve TARİKATLAR*
  • BU YARGIYLA SİVİL ANAYASA YAPILIR MI.?
  • PTT ve KURUMSAL SOYGUN
  • AKP; 17 ADAMIZI, YUNANİSTA’A VERDİ.!
  • KUZU; KURTLUK YAPARKEN YAKALANDI.!
  • NADİRA KADİROVA İNTİHAR MI ETTİ, ÖLDÜRÜLDÜ MÜ.?
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP