CUMHURBAŞKANI’NIN NE DEDİĞİNE BAK!...

AÇILIMI BIRAK CUMHURBAŞKANI’NIN NE DEDİĞİNE BAK!... “Kürt Açılımı” olarak başlayıp “Demokrasi Açılımı” olarak devam eden ve ne olduğu bir türlü hükümetçe açıklanmayan, fakat tarihi bir ‘fırsat’ olarak önümüze konmuş bulunan ‘sorunun’ adının “Milli Mutabakat” olması konusunda neredeyse mutabakat sağlandı!...

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

AÇILIMI  BIRAK  CUMHURBAŞKANI’NIN NE DEDİĞİNE BAK!...

 Kürt Açılımı” olarak başlayıp  Demokrasi Açılımı” olarak devam eden ve ne olduğu bir türlü hükümetçe açıklanmayan, fakat  tarihi bir ‘fırsat’ olarak önümüze konmuş bulunan ‘sorunun’ adının  Milli Mutabakat” olması konusunda  neredeyse mutabakat sağlandı!... Sadece bu isim değişikliğinden yola çıkan Kürt partisi DTP,  Erdoğan hükümetini cesaretsiz davranıp geri adım atmakla suçlamaya başlayınca, Başbakan imdat frenini yine CHP önünde çekmek zorunda kaldı... Erdoğan ‘Açılım’ sürecinde Baykal’ı da kendi yanında görmek istiyor...

Anlaşılan Erdoğan yine bir tek  Baykal’a güveniyor!...

İstiyor ki, ‘açılım’ treninin kaptan köşkünde Baykal da onunla birlikte otursun… Böylece ‘açılım  bir ihtimal ABD planı olmaktan çıkıp, Türk milletinin malı olarak kabul edilebilir!.. ‘Bedeli ne olursa olsun’ diyecek kadar gözü kara olan bu gidişin,  iktidarda bulunmalarının bedeli olduğunu herkes biliyor... Bunu  anlamak için iktidar yanlısı olmamak yeter!.. Hatta Baykal işin başına geçip, sorumluluğu hepten üstlense çok daha da iyi olacak… Erdoğan ve ekibinin bugüne kadar kamuoyu önünde açıkça söyleyemediği sözleri Baykal’a söyletmek bal-kaymak... AKP kurmaylarına göre, vaktiyle CHP’nin hazırladığı “Kürt Raporu” içindeki tespitler, zevahiri kurtarmaya yeter de artar bile... Aynı zamanda ulusal çizgiden gelecek şimşekler için, CHP’ye ‘paratoner’ görevi yaptırmak da bu plana dahil… Bu kurnazca fikrin içinde, birden çok kuşu bir  taşla vurmaktan öte, Baykal’ı  avlanacak kuşları toplamak üzere, atmaca gibi değerlendirmek de var!...

En risksiz yöntem ‘açılım  bohçasını muhalefete taşıtmak; açılma zamanı geldiğinde de onlara açtırmak... Bu nedenle AKP  beyaz ve boş” bir sayfa ile yola çıkmayı tercih etti... Gidişata bakılırsa kara kaplı deftere, açılımı  muhalefetin isteği’ olarak yazdırtmak çok kolay olmayacak... Önerilerin tepki toplamayacak olan bölümlerine AKP tabii ki sahip çıkacak... Geri kalanlar bölümler de CHP’nin ‘uçuk ve ayağı yere basmayan fikirleri’ olarak yine Baykal’ın sırtına yazılacak!.. Bu nedenle davul Baykal’ın boynuna asılıyor!...

Son günlerde kamuoyunu iyice meşgul eden ‘mektubu’ sonunda gönderdi başbakan... İçine randevudan başka bir şey yazmaması da bundan... ‘Mazrufu zarfından belli’ derdi ya eskiler;  tam da bu söze göre olup bitenler… Baykal’dan gelen 6 sayfalık cevap kimseyi şaşırtmadı… Herkesin beklediği gibi önceki üç raporu da ekleyip gönderdi CHP…

Diğer yandan ’bir an önce bitirin şu işi’ diye tutturan bir ağabey var karşılarına...

***

 

Amerikalı Askerleri Irak’ta huysuzlanıyor.!..

Afganistan’dan gelen haberler de aynı doğrultuda!…

Coniler  bu sene içinde kazasız belasız eve dönmek istiyor…

Anlayacağınız 2009 Obama açısından da pek iç açıcı görünmüyor!...

MHP Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaptığı tarihi hatayı, şimdi telafi etme peşinde… ‘Açılım’ konusunda duruşunu net olarak ortaya koymakla, AKP’yi yüzükoyun düşürdü CHP’nin önüne!…  Bakalım  iktidar olmamak için,  olmadık cambazlıklar yapmakta ustalaşan Baykal, bu defa da kurtarabilecek mi  Erdoğan’ı?.. AKP’ye kendi elleriyle teslim ettiği iktidarı, el altından daha ne kadar destekleyebilecek!..  Yaşayıp göreceğiz!..

Elinizi çabuk tutun beyler!..

Bugün 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü 

Amerikan askerleri, çöllerin ortasında duş alamıyor!..

Akşamları çadırlarda göbek atan kızlar yok ortalıkta!..

Askerler her geçen gün biraz daha   bunalıyor!..

Çocukların, yarısına yakını depresyonda, emir-komutaya uyamıyor!..

Ortadoğu’dakileri 450 milyon sorunlu insanın içinde sayanlar var!...

Başkan Obama bir özel günü bahane ederek onlara bir müjde vermek  istiyor!..

O da askerdi bir zamanlar; çocukların asıl isteğinin  bir an önce evlerine dönmek  olduğunu biliyor!..

Doğrusunu söylemek gerekirse bizimkiler  kulak veriyor eşitler arasındaki bir numaraya!..

Obama  kulaklarımızın bir daha çekilmeyeceğine güvence veriyor!..

Obama Türkiye’den en iyi ihraç ürünü olan askerlerini Coniler’in yerine nöbet tutmaya bekliyor!...

Tam da bu sırada;

11. Cumhurbaşkanımız TBMM’nin açılışı konuşmasında, yüzünü dönüp Anadolu’ya:

Sorunu biz çözmesek gelir başkaları çözer(1) diyor !..

Fransa’ya gitmeden önce, Baykal’ın ‘Damat Ferit’ benzetmesini hatırlatarak, ne demek istediğini soran gazeteciye, Çankaya fena halde kızıyor... “Bugüne kadar siyasetçilerle karşılıklı bir polemiğe girmekten itinayla kaçındım... Konuşma metni ortadadır, merak eden alır baştan aşağı okur.”(2) şeklinde bir cevap verip; ‘tarafsız’ olduğuna vurgu yapıyor(3)...

Gül,  ‘kurduğum cümle orada öylece duruyor; açın siteyi de okuyun’ diyor...

Ben de dediğini yaptım...

Okudum söylediklerini...

Şimdi de bu yazı içinde başka sorular sorarak okuduklarıma bir anlam vermeye çalışıyorum!...

Aklıma ilk olarak şu soru geldi: “Sorunu biz çözmesek gelir başkaları çözer” dedi ya Cumhurbaşkanı...

Bu ‘başkaları’ kimlerdi onu demedi...  Acaba ‘başkalarının’ kimlik tespitini ulusal bir ödev olarak bize  mi bıraktı?..

İkinci soru: Çözülecek olan sorun bizim sorunumuz mu, yoksa  başkaları’nın mı?..

Üçüncü soru: Eğer sorun ‘başkaları’nın ise, üstümüze vazife mi ‘başkaları’nın sorununu çözmek?..  Sorun bizim ise, ‘başkaları’nın ne işi var bizim sorunumuzun içinde?... Biz çözmezsek eğer ve bize rağmen  başkaları’ çözecekse o sorunu, o zaman  bize ne oluyor?..

Dördüncü soru: Bu ‘sorunun’ çözümü planlanırken, bizim için böyle  ağır bir görev  düşünenler; o gün düşünülen bu  görevi layıkıyla yapmazsak eğer, başımızın  derde gireceği  tehdidini mi savuruyorlar?.. Önümüze tarihi bir fırsat çıktı diyerek,  bu tartışmaları başlatan  Cumhurbaşkanı  bu tehditten  dolayı mı tüm halkı  uyarıyor ?..

Irak’taki ABD askerleri, sokaklarda rahat dolaşamamanın huzursuzluğu içinde bir de   askeri disiplinden koparsa, ABD bu cephedeki yenilgisini hiçbir şekilde örtemez... Bunu dünya-alem biliyor... Öyle bir durum gerçekleşirse eğer, ne Obama kalır yerinde; ne de ‘Dünya Devi’ ve ‘Süper Güç’ palavraları ile ezdiği haklara gem vurabilir ABD... Onları böyle ‘üst yapı bentleri’ ile  daha fazla  eğleyemez!..

***

Şimdi gelelim meselenin en önemli ve can alıcı yanına...

Sorunu  biz çözmediğimizde  birileri gelip ‘bizim yerimize’ çözebiliyorsa eğer,  bize bağımsız bir ülke denebilir mi?.. 

Cumhurbaşkanımız, bir an evvel bu sorunu çözün diye neden feryat figan ediyor?..  Aksi halde (başka bir ülkeden) birileri gelip çözer diyor...  Dikkat ederseniz ‘çözebilir’ demiyor, Sayın Cumhurbaşkanı ‘çözer’ diyor…  Sayın Gül bu kadar da emin konuşuyor kendinden…

Bağımsız bir ülkenin iç sorununu kendine dert ederek, başka bir ülke gelip çözecekse bir sorunu, artık o ülkenin bağımsızlığından söz edilebilir mi?..

Yoksa Cumhurbaşkanının  güpegündüz tartışmaya açmak istediği, ‘bağımsızlık’ kavramı mı?...

Atalarımızın “ya istiklal(3) ya ölüm!”  şiarıyla çıktığı yolda; kanımızla, canımızla ve  tırnaklarımızla  söke söke kazıyarak aldığımız bağımsızlığımız uçup gitti mi?..  

Artık bağımsız bir devlet değiliz, ona göre hareket edin’ mi diyor Cumhurbaşkanı?..

Savaş cephelerinde  kan dökerek kazanılan bağımsızlığımızın, masada oturan politikacılar tarafından kaybedildiğini mi tebliğ ediyor?..

Acaba bu olay nedeniyle Mustafa Kemal’den sonra gelen, tüm iktidarların icraatlarını tartışmamızı  mı istiyor?..

Bağımsızlığımızı adım adım yok edenleri görmemizi, ve aynı yolda yürümeye  devam edenleri engellememizi  mi istiyor Cumhurbaşkanı?.. 

Ulusal Birlik, Millet, Devlet ve Bağımsız Cumhuriyet gibi şerefli değerleri temsil etmekle görevli; aynı zamanda da halkın çoğunluğunun desteğini alarak seçilmiş, dindar  bir Cumhurbaşkanı başka ne diyebilir ki?..

İktidarda kalma  hırsı ile sürekli tavizler vererek, ülkeyi emperyalizme  göbeğinden bağlayan, tam bağımsızlığımızı yok ederek,  bize  bugünleri gösterenleri, artık  görün mü diyor?.. 

Kanımca ve büyük olasılıkla da  bağımsızlığımızın elden gitmesinin, bu asırda normal ve sıradan bir şey olduğuna inanmamız için üretilen ‘karşılıklı bağımlılık’ kavramına, inanmamamız gerektiğine işaret ediyor Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaş halindeki Başkomutanı?..

Bağımlılık karşılıklı olursa ve bağımlı olunan nesne her neyse, bir de seçeneği bulunuyorsa eğer, buna artık bağımlılık denemez... ‘Karşılıklı ihtiyaçlar’ demek daha uygun düşer...  Biz bir konuda bağımlı olacağız, bağımlı olduğumuz ülke ise,  bize hiçbir konuda ihtiyaç bile duymayacaksa ‘karşılıklı bağımlılıktan’ söz etmek, halkı aldatmaktan başka bir şey değil!..

Şimdi de sıra geldi bu söylenenleri somut bir olay ile örneklemeye...

Ekonomik bakımdan gerçekleşen bağımlılık giderek siyasal bağımlılığa dönüşür… Soyut bir fikir gibi duran bu gerçeğe en uygun düşen örnek,  petrole bağımlılık ile başlayıp devam etmekte olan süreçtir…

Petrol bakımından dışarıdaki birilerine yıllardır bağımlıyız...

Bu kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçek…

Bir şekilde petrol ‘ambargosu’ ile bir daha karşılaşırsak eğer, genel grevi mumla ararız... Çok fazla uzağa gitmeye gerek yok... Yakın geçmişte  ‘mazot vardı da biz mi içtik’ deyişiyle hafızalarda yer eden, acı bir örneği yaşadı bu millet...

Otomobili olmayanlar,  ilk başlarda benzin istasyonları önünde oluşan kuyruklara fazla önem vermiyordu o tarihler... Zemheri ayında ‘fuel-oil’ yokluğu nedeniyle yanmayan kaloriferler,  akıllarını başlarına devşirdi en sonunda… Yeniden kurulan  sobaları,  aşk mektupları ile tutuşturan hanımlar, dışarıda uzayan yakıt kuyruğunun, kısa sürede kendilerini de içine alacağını nihayet anladı….

O zamanlar hiç kimsenin aklına ‘bağımsızlık yok bu asırda, artık karşılıklı bağımlılık var’  fikri gelmiyordu...

Bize ambargo uygulayan petrol bağımlısı olduğumuz ülkelere, bir ‘karşılık’ olsun diye, onların  bize bağımlı oldukları malları  vermemeyi önerdi ulusalcılar!.. Ciddiye alınmadılar… O zamandan bu yana hangi mallar için ‘ambargo’ koyanlar da bize bağımlı(!), bunu tespit edemedik bir türlü!...  Çünkü yeterli veriler elimizde yoktu… “Onların  bize bağımlı olduğu mallar ne?” sorusunun cevabını ise,  bugüne dek  veren çıkmadı!...  Akademik tartışmalarda da teğet geçildi bu soru… Eğer “gerçekte bizim mallara bağımlı olan bir Devlet yok” önermesi doğru idiyse, o zaman ‘karşılıklı bağımlılık’ ne demek oluyordu?... Ne diye ‘tek yanlı’ bağımlılığın adı ‘karşılıklı’ bağımlılık olarak değiştirilip,  bu milletin önüne konuyordu?..

Bugün Cumhurbaşkanının satır aralarından söylediği ve Çankaya’nın sitesinden  okuyup da anlamamızı öğütlediği husus: Sizce de ’bize hangi ülkenin, hangi konuda ve ne kadar bağımlılığı var?’ sorusuna yanıt aramak değil miydi?..

‘Devlet ricalinden’ bu soruya  cevap verebilecek liyakat sahibi kravatlı bir memur kaldı mı ülkemizde?..

***

Hazır konu petrolden açılmışken, alternatifi olan kömüre getirip sözü, onunla bitirelim sohbeti...

Bir an için Onuncu Yıl Marşının “demir ağlarla ördük, ana yurdu dört baştan” dizesindeki özlemin, gerçeğe dönüştüğünü düşünün!.. O marş bestelendikten sonra gelen iktidarların,  Cumhuriyetin onuncu yılında gösterilen hedefe koştuğunu ve onu gerçekleştirdiğini birkaç saniyeliğine hayal edin!.. Trenlerin altında inleyen demir raylar da Anadolu’nun dört bir yanına döşenmiş olsun  Bütün yerleşim bölgelerinde Tren istasyonları var; hepsi de Kütahya çinileri ile bezenmiş olsun!...  Kara tren yollara düşsün ay ışığında, düdüğü çığlık çığlığa gökyüzünü yırtıyor olsun!.. 

Gerçekleşmesi imkansız  bir düş mü bu?..

Değil elbette!...

Kuşku yok ki, ‘kara tiren’ da günümüze  ‘hızlı tren’ olarak gelecekti...

Ulaşımda ve  taşımada sorunsuz bir ülke olacaktık çok şükür!..  Buna kimse bir şey diyebilir mi?..

Petrol mü dediniz?.. 

Traktörler için onu da çıkartacaktık Raman Dağından

Otomobil yarıştıracak çocuklar için bir miktar benzin yine ithal edecektik... Sulamak ve ağaç kesmek ile diğer ufak tefek gündelik işler için mazot da öyle...

Ama hiçbir zaman ‘mazot vardı da içtik mi?’ diyerek savunma yapmak zorunda kalmayacaktık...

Çalışanlar,  gazeteleri ellerinde işlerine ‘metro’ ile gidecekti...  Ziyanı yok; hafta sonlarında çoluk-çocuğun pikniğe gitmesi için yine bir ‘Avrupa otomobili’  beylerin kapılarında bulunacaktı...

Hiçbir ülke bu gibi zorunlu ama hayati olmayan ihtiyaçların karşılanmasına bağlı olarak kemendi boynumuza geçiremeyecekti!.. Demir ağlarımıza güvenerek sürekli dik durabilecektik...  Hiçbir ecnebi Devlet ‘ artık Mustafa Kemal’in de Türkiye Cumhuriyeti bize bağımlıdır’ diyemeyecekti;gerekli olduğunda yine kafa tutabilecektik yedi düvele…!..

Böyle düşünceler ‘ütopya’ sayılacağından, kimse onları dillendiremeyecekti...

Demiryolu dediğin ne ki: Kütük, çakıl ve raylardan ibaret değil mi?..

Tren denen makine ise sadece demirdendi!.. O zaman bile bizde bunları yapacak ham maddeler, gerekli olandan çok fazlaydı... Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında Demir Çelik Fabrikaları bile faaldi... Kömür ocakları desen,  onlar da öyle... Yakıt işine gelince,  dünyanın en büyük linyit kömürü rezervleri BUGÜN DE bizde... Kalıyor bir tek insan gücü geriye... O güç ise, Sakarya Meydan Muharebesi ile Büyük Taarruzdan sağ olarak kurtulup, gazi unvanı ile evine dönenlerin bükülmez bileklerinde fazlasıyla mevcuttu...

Ömrü bu noktada bitecekti, bestelere konu edilen petrolün!.. Hikayesi daha fazla gidemeyecekti ileriye… 

İsterseniz bir de; bir gün içinde bütün ülkede çalışmakta olan otomobillerin tükettiği akaryakıtın ne kadar büyüklükte bir dere oluşturacağını düşünün!..

O dere için ödenen parayı da başka bir dere gibi birinci derenin yanına koyarak karşılaştırın... Yıllardır milyonlarca emekçinin alın terinin boşu boşuna yere, petrol ihraç eden ülkelere aktığını görüyorsunuz umarım...

Demir yolları ağı kurulsaydı - hangi gün olursa olsun yine başlayalım geç kalmış  sayılmayız - kocaman bir dere içinden yurt dışına akan paralar, bizim havuzlarda toplanabilirdi... 

Ekonomistlerin her türlü yatırım için şart koştuğu ‘sermaye birikimi’  bu değil miydi?..

Gelin bir de on yıllar boyunca kaybettiğimiz bu zenginlikleri bir arada düşünün!...

Aman!.. Lütfen çıldırmayın!..

***

Hazır sırası gelmişken, sözü bir adım daha beriye getireyim mi?...

Kömürle başlayıp büyüyen sanayide, zorunlu olarak kömür yerine kısa sürede elektrik enerjisi geçecekti değil mi?...

Evet aynen öyle…

Bu tespit tartışmaya sokulmayacak kadar kesin... Bunu söyleyebilmek için Edison’u beklemeye gerek yok... Elektrik enerjisi bize, ‘bilet almadan çıkan bir ikramiye’...

Elektrik enerjisi dediğin de ne ki: Baraj, su ve üreteç (jeneratör) değil mi?…

Baraj: Kum, demir ve taştan yapılan bir şey... İçinde toplanacak su: Dicle ile Fırat’tan gelecekti... Üreteç: Her yerde olduğu gibi, bizde de yine bakır ve demirden imal edilecekti...

Demir var bu toprakların altında yeteri kadar...  Alüminyum ve bakır da öyle… Taşlar,taş kafalılar’ı hariç tutarsak eğer, o da  istemediğin kadar!.. Nakil hatlarına gelince o  da aynı kolaylıkta yapılabilecekti... Onlar da bakır ve alüminyumdan küçük atölyelerde çekilip üretilecekti...

Ne kaldı geriye?...

Enerjiyi taşıyacak direkler: Onlar da aynı demirden yapılacaktı...

Hepsi tamam mı gerekli malzemenin?...

Başka bir ihtiyaç kaldıysa  bana söyleyin, onu da bu memleketin bir yerlerinden bulup getireyim!..

Hain olmadıkça başımızda,  bu işimizi kimse  bozabilir mi  şimdi onu söyleyin?..

Peki!..

Şimdi petrole olan bağımlılığımız konusunda ne diyorsunuz?...

Tek taraflı bağımlılık’ kapsamında mı, yoksa ‘karşılıklı bağımlılık’ mı?...

Her neyse,  ismi o kadar da önemli değil…

Gelin biz yine başa dönelim ve  Cumhurbaşkanımıza kulak verelim!..

Geçmişindeki anti-emperyalist söylemlerini ‘referans’ alarak ve onlara inanarak söylüyorum ki: “sorunu biz çözmesek gelir başkaları çözer” cümlesini Cumhurbaşkanımız ağzından kaçırmış değil!..

O ‘inançlı adam’ doğru bildiği için   inandığı şeyleri söylemiş!..

Ne de olsa elinin altında, Devletin en gizli bilgileri var...

Böyle konuları o bilmeyecek de kim bilebilecek?!…

***

Buraya kadar anlatılanlara da bir nokta koyup,  1929’un Ekonomik Buhranı’ndan(4) bir küçük hatırlatma yaparak tümünü bitirelim sohbetin… 

Bildiğiniz gibi 1929 Buhranında Mustafa Kemal vardı başımızda… Ondan sonraki, 1940’lı yıllarda İsmet Paşa… Her türlü zeka oyunlarını en iyi şekilde yaparak,  ülkemizi İkinci Dünya Savaşı’na girmekten kıl payı kurtarmayı başaran İsmet Paşa’yı, üstelik çoğulcu parlamenter sistemi de kendi elleri ile yerleştirmesine rağmen, “ekmeği karneye bağlamakla, tahılları halka dağıtmayıp küflenene kadar bekletip, denize dökmekle” suçlayarak iktidara gelen; muhafazakar, dindar ve yüzde yüz ‘bizden’ olanlar, nasıl olduysa bilmem; birden bire demiryollarını bırakıp  ‘asfalt’ yol yapımına giriştiler…

Çok lazımmış gibi, ezanı yeniden Arapçaya çevirip, kollarını dirseklerine kadar sıvazlayarak işe koyuldular… İktidarlarını bir abdest alma havası içinde sürdüren ağalar, bir süre sonra  Eskişehir’deki   DEVRİMOtomobil Fabrikasını da kapatıp,  otomobil ithal etmeye başladılar!..

O günden bu yana milli servetimizi,  ithal etmeye başladıkları cilalı ‘tomofil’lerle ecnebi Devletlerin kasalarına, işte bu asfalt yollar üzerinden taşıdılar!.. Sağ olsunlar Churcill’in Lozan’da ileride bir gün çıkarmak üzere ‘cebine koyduğu isteklerini’ geçen bu zaman içinde birer birer gerçekleştirerek, mezarında kemiklerini sızlatmadılar!.. Bağımsızlığımızı bu çift yönlü ve ikiyüzlü olan asfalt yollarda kaybettirdiler…

Bağımsızlığımızın kaybına bağlı olarak, onurumuz da ağır yara aldı bu 80 küsur yıllık  zaman diliminin içinde!.. 

Bir kısmımız hala  1919 Ruhunu  arıyor yeni otobanlarda!..

Geriye kalanlar iktidarlara yalaka, yalayacak küçük bir kemik peşinde!.. Kapı önlerinde kuyruk sallıyor!..

Cumhurbaşkanımız acaba dişe diş, göze göz savaşarak elde ettiğimiz bağımsızlığımızı, bize yıllar içinde kaybettiren zihniyetin bugün de iktidarda olduğunu mu söylüyor?…  Sözü ‘başkaları’ gelir de bu sorunu,  yine ‘çuvalı başımıza geçirerek’ çözerse eğer, ‘bu defa   ulusal onurumuzu da kaybederiz’ demeye mi getiriyor?..

Ben öyle anladım, niye yalan söyleyeyim!..

Bu nedenle de derim ki, gelin bu defa bu hayati öneme haiz  konuda,  Cumhurbaşkanına kulak verelim!..

Bize  en doğrusunu  yine o söylüyor!..

 Av. Cemil Can - 10.10.2009

DİP NOTLAR:

(1)http://www.bugun.com.tr/haber-detay/80018-gul-un-damat-ferit-yaniti-gundem-haberi.aspx

(2)http://www.tccb.gov.tr/sayfa/haber/fotograf/2009-10/2009-Cb-Tbmm-Acilis-Konusmasi.pdf

(3) İstiklal: Bağımsızlık

(4)http://tr.wikipedia.org/wiki/1929_D%C3%BCnya_Ekonomik_Bunal%C4%B1m%C4%B1

 

 

 

 

Diğer Haberler

  • KADINLARA BİR DÜŞMANLIK YOLU DAHA
  • BAŞIMIZIN BELASI CEZASIZLIK KÜLTÜRÜ.!
  • MÜŞTERİLERİ DOLANDIRICILIKTAN KORUMA TİMİ.
  • KEMERBURGAZ RANT PLANLARINI YARGI ONAYLAMADI.!
  • *İMAM"ın POLİSLERİ ve TARİKATLAR*
  • BU YARGIYLA SİVİL ANAYASA YAPILIR MI.?
  • PTT ve KURUMSAL SOYGUN
  • AKP; 17 ADAMIZI, YUNANİSTA’A VERDİ.!
  • KUZU; KURTLUK YAPARKEN YAKALANDI.!
  • NADİRA KADİROVA İNTİHAR MI ETTİ, ÖLDÜRÜLDÜ MÜ.?
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP