DÜŞÜK YOĞUNLUKLU BARIŞ

Düşük Yoğunluklu Barış’ Tanımı, Ülkemizin Özel Durumunu Ve Öcalan’ın Bildirisini Dikkate Aldığımızda Kendiliğinden Ortaya Çıkmaktadır.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

DÜŞÜK YOĞUNLUKLU BARIŞ

Düşük Yoğunluklu Barış’ Tanımı, Ülkemizin Özel Durumunu Ve Öcalan’ın Bildirisini Dikkate Aldığımızda Kendiliğinden Ortaya Çıkmaktadır. Yüksek beklentiler içinde olanlarımız açısından bir hayal kırıklığı olsa da üzüntüyle belirtmeliyim ki Türkiye gerçeği buna işaret etmektedir. Barış sürecini sağlıklı izleyebilmek ancak karşı çıkış ve desteklerimizi bilinçli hale getirmemize bağlıdır. Bu açıdan konunun temellerine inip onu ele alıp incelemek gerektiğine inanıyorum. Türkiye’de gerçek bir barışın kısa vadede imkânsızlığı ve mevcut barış sürecinin iç ve dış dinamiklerinin nelerden oluştuğu ve nereye evirileceği yazımızın ana konusu ve ülkemizin de baş gündem maddesi olarak durmaktadır.
Önce negatif ve pozitif yanlarıyla dış dinamikler.

Obama yönetiminin görece farklılığına rağmen ABD dış politikasının ana yönelimi değişmeden devam etmektedir.

Ne var ki Irak’a askeri müdahale politikası görülmüştür ki-Kürtlerle olan ilişkiyi saymazsak-bu ülkede tam ters sonuçlar vermiş ve İran yanlısı ve radikal İslamcı bir hükümetin işbaşına geçmesine yol açmıştır.

Afganistan’da da çok farklı bir durum yoktur. Yine aşırı İsrail yanlısı politika Filistin’de HAMAS gibi radikal İslamcı bir iktidarı geliştirmekten öteye gitmemiş Türkiye’nin desteğini de meşrulaştırmıştır. Daha da ilginci Arap baharı olarak adlandırılan halk hareketleri ABD’nin izlediği bu politikaların sonucunda öncekileri aratmayan fakat radikal dinci olan iktidarlarla taçlanmıştır (!).

En kötüsü de Libya’da USA silahlarıyla (CIA’nın verdiği silahlar.) ABD Büyükelçiliği basılmış ve Büyükelçi öldürülmüştür.

Suriye politikası ise ABD ve Türkiye açısından tam bir felakettir. Erdoğan Yönetimi işi El-Kaide militanlarıyla işbirliğine kadar götürmüş. Radikal dinci muhalefet güçlerine ABD yönetiminin müdahalesi ise Türkiye’ye rağmen olmuştur. Sonuçta görülmüştür ki ABD’nin Büyük Orta-Doğu politikası çökmüştür.

Bu çöküş sonrası Obama Yönetiminin adımlarına bakalım derim.

Obama Yönetiminin ilk adımı genel olarak ve bölgede istikrarı sağlayabilmek için CIA Başkanı, Savunma Bakanı, NATO komutanı ve Dışişleri Bakanını değiştirmek olmuştur.

Bu Yöneticiler sadece Kofi Annan’ın barış girişimini sabote etmekle kalmamış aynı şekilde PKK ile yapılması planlanan silahsızlandırma girişimlerinin (Oslo Görüşmeleri.) de etkisizleştirilmesine göz yummuşlardır.

Bu yönetici değişimini ikinci bir adım takip etmiş ve Obama, İsrail Yönetimiyle bizzat kendisi görüşerek bölgede düşündüğü yeni politikayı anlatıp Türkiye’nin İsrail’in politikasından nasıl yararlandığını ve bölgeyi nasıl istikrarsızlaştırdığını anlatmıştır.

İşte bundan sonradır ki özür dileme ve tazminat ödeme bir planın parçaları olarak devreye girmiştir.

Bu politikanın daha önceden bir parçası olsa da ‘PKK’nin silahsızlandırılması’ artık üçüncü bir adım olarak devrededir. Bunun realize olması ise Öcalan’ın sürece dâhil edilmesiyle tamamen garanti altına alınmıştır. Öcalan’ın Bildirisini dikkatle okuyanlar Orta-Doğuda ki değişimleri onun yorumuyla okuyabilirler. Öcalan herkesin kabullenebileceği bir manifestoyla düşük yoğunluklu barış sürecini başlatmıştır.

Şimdi de iç dinamikler. İsterseniz negatif olanından başlayalım.

Ülkemizin tarihsel arka planını ve devletin yapısını özetleyerek işe başlayalım isterseniz. Barış değil savaş üzerine kurulu bir stratejimiz var. 500 yıllık bir fütuhat geçmişine dayanan devlet geleneği İttihat-Terakki iktidarıyla doruğa çıkmıştır. Mustafa Kemal’in dizginlediği bu gelenek onun iktidarı zamanında Kürtlere, Tarikatçılara ve Komünistlere yönelmiştir. 1946’dan itibaren ülkemiz Emperyal sistemle entegre olup onun Özel Harp taktiklerini benimseyerek kendi halkına ve çocuklarına karşı şiddet temelli fetih (!) politikasına devam etmiştir. Bu devlet politikası Türk-İslam sentezi olarak açıklanmış ve Kırmızı Anayasa denilen Milli Siyaset Belgesi’yle de son şeklini almıştır.

Doğrudan Genel Kurmay Başkanlığına bağlı olarak yürütülen bu milli siyaset sonucunda;

Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, 6-7 Eylül olayları, Gazeteci İlhami Soysal’ın dövülmesi, Kültür Sarayı’nın ve bir geminin yakılması.

Bir yolcu gemisinin batırılması, sabotajlar, soygunlar, MİT müsteşarının zehirlenmesi ve sonuçta 12 Mart; Savcı Doğan Öz ve diğer ilerici aydınların katledilmesi, salt hukuka saygılı olduğu için Adana Emniyet Müdürün katli, onlarca CHP’li yöneticinin öldürülmesi.

Ecevit’e suikast, Milliyetçi Cephe’nin kurdurulması, 1977 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Sivas, Malatya katliamları, Abdi İpekçi’nin ve 6 binden fazla insanın öldürülmesi ve sonuçta 12 Eylül;

1 milyona yakın insanın içeri alınması, yüzlerce insanın kaybedilip yüzlercesinin işkencelerle öldürülmesi, 50 kişinin asılıp binlerce insana cezaevlerinde Nazi vahşetinin yaşatılması:

Mamak, Metris, Davultepe, Sağmalcılar ve onlarca Anadolu’da ki cezaevleri tabii ki dünyanın en aşağılık-vahşi ve sınır tanımayan şiddetiyle dünyanın ünlü üç hapishanesinden biri olan Diyarbakır Cezaevi.

Gerilla savaşı ve karşı şiddet: binlerce gayrı meçhul cinayet, köy boşaltmalar ve kitlesel katliamlar ve milyonları kucaklayan önlenemez Kürtlerin özgürlük, devletin ise düşük yoğunluklu savaşı ve sonuçta AKP iktidarı; karşımıza çıkmıştır.

Barış yapma yetenek ve tecrübesine sahip olmayan T.C.  devletinin işte bu nedenle bir barış planı yoktur.

Erdoğan’ın açıkça söylediği gibi terörü bitirme çabası ve çözüm yolu vardır. Devletin barış yapabilmesi, bunu kalıcı ve demokratik kılabilmesi için Milli Siyaset Belgesi’ni kaldırması ve bu Anayasaya bağlı olarak kurulmuş tüm legal ve yarı legal örgütlenmeleri fesih etmesi gerekir. Bu açıdan devletin taktik planda kalan geçici ve düşük yoğunluklu barış dışında yapacağı başka hiçbir şeyi yoktur.

Kaldı ki AKP gibi rantçı ve dinci bir yapıdan demokratik girişimler beklemek ABD’nin dünya devriminin öncüsü olduğunu öne sürmek gibi bir şeydir. Çünkü Kırmızı Anayasa Kürt isminin yasalara girmesini yasaklamakta ve bunu vatan hainliğiyle eş tutmaktadır. Bu konuda tereddüdü olanlar TRT- 6 ve Anadilde Savunma Yasalarına bakabilirler. Bu açıdan en önemli çabamız bu Mili Siyaset Belgesi’nin deşifre ve fesih edilmesi üzerine olmalıdır.


İsterseniz pozitif unsurlara da bir göz atalım.

Benim Türk Gücü olarak adlandırdığım Türk Gladyo’su, barışın ABD tarafından da garanti altına alındığını düşünerek süreçten kendi çıkarlarını azami gözeten bir politika içine girme eğilimindedir. Garanti olmasa da bu güç içerdeki yoldaşlarını dışarı çıkartmak, yasa ve Anayasa’da varlık nedenlerini koruyabilmek, Kürtlerin bölgede daha fazla söz sahibi olmasını engellemek vb. amaçları olabileceğini düşünüyorum. Bu da sabotaj girişimlerinin askeri olandan sivil alanlara kaydırılacağını göstermektedir. Son 300 imzalı bildiriyi de bu çerçevede ele almak gerekiyor. Yakında devlet birimlerinin Bahçeli başta olmak üzere bu Güçlere brifing vererek tepkilerin kontrol edilmesi girişimlerine başlamaları da muhtemeldir.

Ülkemizin batısında emekçiler adına kitlesel bir destek olmasa da Kürtler arasında barış sürecini ilerletecek ciddi birikimlerin olduğu açık. Bu açıdan Öcalan’ın koşullara bağlı olarak imzaladığı son bildiri metni barış için bir umut yaratmayı bilmiştir.

Yani bu barış bildirisinden ABD ve AKP Hükümetinden daha fazla Kürt halkı yarar sağlayabilir.

Çünkü ülkemizde Kürtler başları suyun içine bastırılmış onlarca yıldır bekletilmektedirler. Bu bildiri onun içindir ki onlar için bir umut olmuştur. Bu metni eleştirmek, onun üzerinde kritikler yapmak kalbi durmuş bir insanın başı ucunda ona kalp masajı yapmaya çalışan doktorla yöntem tartışması yapmak gibi bir şeydir. Bırakın Doktor Apo kalp masajını yapıp hastayı ayağa kaldırsın. Hastayla birlikte ona bu acıyı yaşatanlara gereken cevabı vermek istiyorsanız hazırlıklarınızı iyi yapın. İşte bu nedenle barış süreci Kürtlere yasal bir statü vermese de yasal haklarını alabileceği ortamı hazırlayacaktır. Ayrıca AKP’den demokratik bir anayasa beklemek Erdoğan’ın bindiği dalı kesmesi olurdu ki bunu umut etmekte çaresizliğimizin bir şekilde açığa vurulması olarak değerlendiriyorum. 

Bunun için bu sürece Düşük Yoğunluklu Barış adını vererek şimdilik şu haklar dışında başka bir şey beklememek gerekir diye düşünüyorum.

1-) KCK tutukluları salınacak. Yasal süreçleri kapatılmayacak.

2-) Anayasa’nın yurttaşlık tanımında Kandil’i tatmin edecek fakat Türk Gücü’nü de yatıştıracak bir değişiklik yapılacak.

3-) Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu şerhleri kaldıracak.

4-) Yerel Yönetimler yasasına Vali’nin seçimle gelmesi, Trafik polisinin belediyeye bağlanması vb. maddeler eklenecek. 

5-) Ana dilde eğitim vb. sorunlu konular daha sonra çözülme vaadiyle ileri bir tarihe ertelenecek.

6-) Gerillalar için genel af çıkacak. Öcalan’ın daha iyi koşullarda hapis yatması için düzenlemeler olacak. Özgürlüğü ileri bir döneme ertelenecek.

Eğer Kandil yukarıdakilere razı olursa işte o zaman Düşük Yoğunluklu Barış gerçekleşecek ve Türkiye’nin emekçi halkları siyasi alanda AKP İktidarına karşı gerçekten ciddi ve kitlesel bir alternatifin yaratılmasında önemli bir avantajı yakalamış olacaktır.

Hem de Kürt burjuvazisinin önemli bir kesiminin açık desteğini alarak. Silahsız ortam milliyetçiliğin batıda ki etkisinin zayıflaması siyasi İslam’a olan tepkilerin Ergenekon kanallarına değil demokrat ve sosyal olan platforma akmasının da yolunu açmış olacaktır. Yeter ki bu süreci yönetebilecek devrimci kadrolar kendi aralarında kavga etmesin.  Kalıcı barış umuyorum ki bu mücadelenin sonucunda gelecektir.

Erdoğan İktidarı ise süreci dini çabalarına ek olarak doğuda düşündüğü ekonomik yatırımlar ve Başkanlık dâhil siyasi kazanımlarla yönlendirmeye çalışacaktır.

31.03.2013 - Selçuk Şahin POLAT

 

NOT: *Düşük Yoğunluklu Barış yerine Post-Modern Barış tanımı da elbette ki kullanılabilir.  

 

 

Selçuk Şahin Polat, Mersin – Mayıs.2013

www.medyagunebakis.com/ selcuk-sahin-polat@hotmail.com,

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.!

Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa Olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

Selçuk Şahin Polat, Mersin – Mayıs.2013

Who İs İt.?  Wanted.!.
"White Men Have Forked Tounge.!"

“Dili Çatallı, İki Dilli Beyaz Erkek.!”

Türkçesi; Yalancı, İki Yüzlü Adam.!.

Kızılderili Deyişi....

 

Hiç Bir Şey İçin Aşırı Endişe Etmeyin.

Bakarsınız; Yarın Ya Deve, Ya Deveci

Ya da Üstündeki Hacı Ölebilir. İ.İnönü

 

Nene dedim.

“Dedem Sana Hiç Çiçek Aldı mı.?”
Durdu ve Şöyle Dedi:

“Bana Aldığı Fistanların Hepsi Çiçekliydi..!.!.”

EĞER BİR ÜLKEDE

“Hukuk Üstün Değilse, Adalet Yok Hükmündedir.!”

"Türk Yargısında Kronik İşlev Bozukluğu Var"

Bağımsız Bir Millet Olan Papua Yeni Gine, 

Parlamenter Demokrasi Sistemini Kabul Etmiş

Ülkelerdendir.

"Adil Yargılamayı Etkileme Suçunun Oluşabilmesi

İçin, Öncelikle Adil Yargılamanın Olması Gerekir."

Türkiye, ‘Hukuk Devleti İlkesizlikleriyle Malul’

Ülkeler Kategorisini Oluşturan ‘Hibrit Rejimler’

Arasında 88. Sırada. 

 

* * * * * * * * * *

TEK YOL DEVRİM.!

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.!

Yaşasın Halkların Kardeşliği.!

KURTULUŞA KADAR SAVAŞ.!

ÜLKÜMÜZ TAM BAĞIMSIZLIK VE

GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE.!

 

Hazırlanmakta olan AKP Anayasası

Halkımız İçin Kölelik Anayasasıdır,

KÖLELİK ANAYASASINA HAYIR.!

 

SU HAYATTIR… SU BİR HAKTIR…

SU, KAYNAK DEĞİL, DOĞAL VARLIKTIR.

SU YASASI ÇIKARILMALIDIR.!

 

TEMA Vakfı Eko Siyaset Bildirgesi:

 “Salt ekonomi odaklı projeler dönemi bitmeli,

Ekolojik Siyaset dönemi başlamalıdır.!”

 

GELECEĞİN TÜRKİYE’Sİ İÇİN

TEMA VAKFINDAN PARTİLERE..!

“Yaşamın sürdürülebilmesinin” ve

“sürdürülebilir gelişmenin” ön koşulu

“çevrenin, toprağın, suyun, ormanın,

biyoçeşitliliğin” korunarak yönetilmesidir.

 

ÜLKEMİZ, TOPRAKLARIMIZ…

GÖZ GÖRE GÖRE ÇÖL OLMASIN.!

YEŞİL OLMASI İÇİN DESTEK OLUN..

 

Bir Memlekette, Namuslular, Namussuzlar

Kadar Cesur Olmadıkça, O Memlekette

Kurtuluş Yoktur. İ.İnönü

Ülkeyi Dini İrticadan Kurtarmanın Tek Yolu

Millete Kuran’ı Türkçe Olarak Okutmaktır.

Şartlar Gelişirse İhtilal’ler Hak Olur.

İrtica Başbakan’dan Cesaret Bulursa,

Kim Onun Sokağa Dökülmesini Önleyebilir.?

İrtica’nın Sokağa Dökülmesi İse Ülkenin Kana

Bulanmasıdır. İ.İnönü


Biz Açıkça Milliyetçiyiz...

Ve Milliyetçilik Bizim Yegâne Birlik

Unsurumuzdur. Türk Ekseriyetinde Diğer

Unsurların Hiçbir Etkisi Yoktur. Vazifemiz

Türk Vatanı İçinde Türklüğü Yaşatmaktır.

Türkleri Ve Türklüğe Muhalefet Edecek

Öğeleri Kestirip Atacağız. Ülkeye Hizmet

Edeceklerde Her Şeyin Üstünde Aradığımız

Türk Olmalarıdır. İ.İnönü

 

Kızıldere Şehitleri Ölümsüzdür
Onlar Halkın Yüreğinde Yer Edinmişlerdi
Her Şey Özgür Bir Vatan İçin Dediler
Hiç Bir Tereddüt Etmeden Toprağa Düştüler
Anıları Önünde Saygıyla Eğiliyorum.
Yaşasın Devrim,Yaşasın Sosyalizm..

 

"Siz Bana Din İle Refaha Ulaşmış Bir Toplum

Gösterin, Ben de Size Devrim İle Geri Kalmış

Bir Toplum Göstereyim".  E. Che Guevara

 

 


1Mayıs ve Denizler ile okkesb " title="YouTube video player" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen>

Diğer Haberler

  • ÜSKÜDAR’DA DEĞİŞİM DAHA HIZLI OLACAK
  • Hırsıza hırsız olduğunu unutturursan sana ahlak dersi verir.
  • HASAN H. GÜNER RAKİPLERİNE FARK ATIYOR.!
  • SEÇİMLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  • HANÇER; HANÇERLENDİ.!
  • Saadet Partisi İBB Başkan adayı Birol Aydın
  • SİVİL TOPLUMUN AFET SINAVI
  • İKTİDAR MUTLAKA YOZLAŞTIRIR
  • Vekalet Savaşları
  • CHP & TİP ARASINDA İŞ BİRLİĞİ GÖRÜŞMESİ
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP