NEVRUZ – NEWROZ – NAVRIZ – YENİ GÜN –
SİN SİN 
Köyün öte geçesinde oturan, yüzü her daim güleç, iri
elmacık kemikleri büyük yüzüne oturan yaşlıca bir kadın vardı. Babamı çok
severdi.
Köyün ta öte geçesinden bizim eve gelmesi hiç de
kolay olmasa da arada gelir, babam Cesari Hoca ile muhabbet eder, ayrılmadan
önce de hep ağrıyan başına okuması için kurbanlık koyun gibi babama uzatırdı
adeta.
Adı Navrız idi. Ama, o bizim evdeki bütün çocukların
“Navrız Bibisiydi“. Navrız Bibi (bibi=hala) geldiğinde, onun yüzündeki güleç
hali biz çocuklara da geçerdi. 
***//***
Yetmişli yıllarda, Didi’ li yıllarda Fenerbahçe’nin
Benfica’ yı 7-0 yendiği yıllarda, oynadığı sade oyunu ile hiç de göz
doldurmayan ama galibiyette hep büyük payı olan, kendi halinde, mütevazi bir
yıldız futbolcusu vardı, Nevruz.
Bütün çocuklar, Cemil, Osman, Alparslan, Yılmaz gibi
futbolcu isimlerine aşinaydık, ama Nevruz adı bize bir şey çağrıştırmazdı.
Belki de bu nedenle, oyunu ne kadar sade olsa da adından dolayı, adı aklımızda
en çok, kalan hep “Nevruz“, olurdu.
***//***
Nice yıllar sonra öğrendik, 21 Mart tarihinde
doğanların adının kız veya oğlan fark etmeden Nevruz ya da Navrız olduğunu.
Öğrenmek ne güzel. 
***//***
Bütün çocuklar sabah erkenden, evdekilere bile haber
vermeden, sessizce çıkardık evlerden.
Biraz büyük çocuklar kırda nereye gidileceğini, çiğdem çiçeklerinin en çok
nerede olduğunu bilirler ve köy çocuklarının önüne düşer, bir alay çocuk sabah
erkenden çiğdem toplamaya çıkardık.
Köyün etrafındaki dağlarda kar eksik olmazdı, yeşile
bürünmüş tarlalar ile karlı dağlar, yeşil – beyaz uyumu içinde bize mutluluk
verir, yazının yüzü bin bir çiçeğe durur ama ille de çiğdem çiçekleri çekerdi
biz çocukları, “sarı çiğdem çiçekleri.”
Her çocuğun elinde “küsküç“ dediğimiz, meşeden ya da
gürgenden yapılma ucu sivri bir sopası olurdu.
Küskücü en iyi, en sağlam olan, en çok çiğdemi
toplardı.
Ama bir de küskücün ne kadar sağlam olursa olsun,
çiğdemi dalından koparmadan, toprağın altındaki soğanı ile birlikte çıkarmak
gerekirdi. Bu bir beceri gerektirirdi.
Bazı çocuklar bunu çok güzel ve kıvrak yapardı.
Zaten baharın gelmesiyle toprağı iten o güç, toprağı bize hazır, tavlı bir hale
getirmiş olur, küskücü çiğdemin köküne daldırıp, sonra da küskücü kanırtarak sarı
çiğdemi soğanı ile birlikte söküp çıkarmak zor olmazdı.
***//***
Öğlene doğru sarı çiğdemleri toplar, köye dönüş için
yola düşerdik.
***//***
Topladığımız sarı çiğdemleri soğanları ile birlikte
yanımızda götürmüş olduğumuz kuru bir ağacın dallarına birer birer asardık.
Kuru ağacı taşıyan çocuk, adeta alay sancağı taşır gibi bir eda ile girerdi
köye. 
Dallarında sarı çiğdemler asılı kuru ağacı taşıyan
çocuk önde, diğer çocuklar onun ardında, bütün kapıları çalarak, ev ev
dolaşırdık köyü.
Bir evin kapısına geldiğimizde, çocuklar hep birlikte
şu maniyi söylerdi:
Çiğdem çiğdem çiçeği
Ebem oğlu köçeği
Verenin bir oğlu
Vermeyenin bir kızı
Kapıyı hep bir kadın açardı, bereketin sembolü
olarak.
Ne istediğimizi sorardı, “ne verirsen”, derdik.
Her ev aynı şekilde davranırdı, her kadının yüzü
aydınlık, temiz olurdu.
Her kadın canı gönülden bir şeyler verirdi çocuklara.
Bulgur toplardık genellikle, soğan, yağ, tuz, biber,
ayran, ne aklımıza gelirse, ne bilirsek.
En son eve geldiğimizde ise, topladığımızı pişirmek
ona düşerdi.
Bulgur pişene kadar sabırsızlıkla beklerdik.
Bulgur pilavı iştahla yenirdi. Gün bitmezdi.
Akşama kadar oyunlar oynanır, ateşler yakılır,
büyükler “ sin sin “ oynardı ateşin etrafında, ta şaman inancından, alıp
beraberinde getirdikleri bir tür ritüel.
Davulun ritmi biz çocukları da heyecanlandırırdı. 
***//***
Çok sonraları düşündüm, oyuna adını veren “sin sin“
kelimesinin acaba “Çin Çin”, kelimesinden mi geldiğini.
Zira, bu sin sin oyunu çok büyük bir ateşin etrafında oynanan, ateşin etrafında
kaçan ve kovalayanların olduğu, kaçanların zorda kalınca o büyük ateşin
üstünden atlaması gerektiği bir oyundu.
Sonraları düşündüm, göçebe Uzak Asya Türk soylu
halklarının bu oyunu oynamaktaki muradını.
Tıpkı bir örneği de Kırgızistan’ da hala at üstünde
oynanan “Ulak Tartış–Oğlak Taşıma“ oyununun
bir tür savaşa hazırlık oyunu olduğunu öğrendiğim gibi, “sin sin“ oyununun da
bir tür savaşa hazırlık oyunu olduğunu ve ateşin etrafında oynayanların
kendilerini harekete geçirecek en etkili kelimenin “sin sin“ kelimesinin
aslında komşuları Çin kelimesinden bozma ve Türkçe fonetikte doğrusu tam
da “sin sin“ gibi okunan “Tzin Tzin“, yani Çin Çin olduğunu öğrendiğim gibi.
** -- **
Sarı çiğdem çiçekleri arasında mor, eflatun
renklerinde çiçekleri olan, çocukların asla dokunmadıkları, adeta korumaya
aldıkları, pek fazla bulunmayan, soğanları yenmeyen tek tük çiğdem çiçekleri
olurdu bir de, onlara “ öksüz oğlan çiğdemi “, derdik.
Sarı çiğdem çiçekleri toplandıktan sonra, o öksüz
oğlan çiğdemleri hep bir başlarına kalırdı geride, boyunlarını bükmüş halde.
** -- **
Nevruz, yani 21 Mart, aynı zaman da Hazreti Ali’ nin
doğum günüdür.
Başta bütün Şia dünyasında olmak üzere, Anadolu Tahtacı Türkmen ve Alevi
ocaklarında bugün için cemler kurulur, anmalar yapılır.
***//***
Aliyel Mürteza’ nın doğumunu anma gününde
ocaklardaki, cemlerdeki zakirler hep “navrız“ , diye seslendirir , Nevruz
kelimesini.
***//***
Navrız’ ı unutmamak, dostluğu, can olmayı, dirliği,
birliği, edep erkanı, büyüğe ve küçüğe saygıyı, riyadan ve kibirden uzak
durmayı öğrenmeye, şu koca kainatta sadece bir zerre olduğumuzun farkında
olmayı görüp yaşamaya, anlamaya çalışalım.
Navrız sizin de Navrızınız, bahar sizin de baharınız,
Newroz sizin de Newrozunuz olsun.
Paylaşmak Güzeldir - Muhabbetle, Aşk illa ki.!
Recep Babayiğit

Yazan: RECEP BABAYİĞİT
Nevruz – Newroz – Navrız – Yeni Gün – Sin Sin Makalenizi İlgi
ve Beğeni ile okudum. Çünkü benim yengemin de adı Navrız'dır.
@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış
Ökkeş
Bölükbaşı,
İstanbul –Mayıs.2018- okkesb61@gmail.com,
http://www.medyagunebakis.com/ -
okkesb@turkfreezone.com,
NEWROZ - NEVRUZ İNANNA İLE BAŞLAR
Newroz-Nevruz Sümer Tanrıçası İnanna İle Başlar 
GÜLFER AKKAYA yazdı: "Kadınlardan
neredeyse bahsetmeyen, bahsederken sabırlı, anaç, edilgen, kadın erkek
ilişkisinde geride, güçsüz gösteren; erkekliği ve erkekleri öven,
kahramanlaştıran, önemli kişi yapan mitolojik ve tarihsel anlatıların neyin
üzerini örttüğünü anlayabilmek için insanlık tarihinin başlarına bakmak
gerekir."

GÜLFER AKKAYA
Newroz-Nevruz Bayramı, kadim uygarlıklardan bugüne, Anadolu dâhil, geniş
coğrafyalarda, çok çeşitli halklar tarafından kutlanmış, hala kutlanmakta.
Türkiye’de, Newroz-Nevruz Bayramı’nın Kürt halkı tarafından mücadele
dahilinde sahiplenilmesi nedeniyle Türk devleti milliyetçi kaygılarla uzun
yıllar Newroz kutlamalarını yasakladı, baskıladı.
Devletin Kürtlerin Newroz’una yönelik ayrıştırıcı-inkârcı tutumu ne yazık
ki Türk halkının kendi Nevroz Bayramını kutlamasını da engellemiş oldu. Türkler
kendi bayramlarına yabancılaştırıldı. Bir kısım insan Newroz-Nevruz’u sadece
Kürtlerin bayramı sandı devletin bu tutumu nedeniyle. Oysa ne kadar güzel
olurdu Newroz-Nevruz’un yan yana mahallelerde, alanlarda, çayırlarda,
ormanlarda kutlanması.
Kuşku yok, bu güzel günleri de göreceğiz. Çünkü bugün bile onca baskı ve
zulme rağmen kutlanan Newroz-Nevruz alanlarında halklar yan yana.
Bir kaç gün önce Afrin’de Demirci Kawa’nın heykelini tahrip edenlerin
aklında tutması gereken bir şey var. Kültürel unsurları baskılayarak,
yasaklayarak toplum hafızasından silmek mümkün değil.
Tıpkı erkek egemenliğinin İnanna’yı binlerce yıl sonra bile hafızalardan
silemeyişi gibi.
Tıpkı bugün kutlanan Newroz-Nevroz ya da başka adlarla halklar tarafından
kutlanan aynı bayramın, dünyada henüz erkek egemenliği yokken kadim toplumlarda
Anatanrıçalar döneminde ortaya çıkan, doğanın canlanışı, bereketin simgesi
“Yeni Gün” oluşunun unutturulamaması gibi.
Bugünkü Newrozlar, kadınlar ve tanrıçalar silinip, erkek kahramanlar
üzerinden yeni anlatıların yazılması ile erkekleştirilmiştir. Erkek egemen
toplumların erkek kahramanlı anlatıları şekline dönüştürülerek kaynağından
kopartılıp, gerçek “kimliğinden” uzaklaştırılarak, yabancılaştırılmıştır. 
Kadınlardan neredeyse bahsetmeyen, bahsederken sabırlı, anaç, edilgen,
kadın erkek ilişkisinde geride, güçsüz, gösteren; erkekliği ve erkekleri öven,
kahramanlaştıran, önemli kişi yapan mitolojik ve tarihsel anlatıların neyin
üzerini örttüğünü anlayabilmek için insanlık tarihinin başlarına bakmak
gerekir.
Orada evreni yaratan erkek tanrılardan önce, evreni var eden
Anatanrıçaların hikâyelerini görürüz. Kendisini topluma ancak baskı ve şiddetle
kabul ettiren erkek din ve inançlardan önce, toplumun var edip, kendi rızası
ile kabul ettiği kadıncıl din ve inançlara tanık oluruz.
Anatanrıçaların yanında “dünkü çocuk kalan” zalim Dehak, ona karşı mücadele
veren pazulu, güçlü, erkek Demirci Kawa’nın ve diğer tüm Nevruzların çok
öncesinde toplumu var etme gücüne sahip Anatanrıçaların doğayı canlandırabilen
yetisini ve anlatısını bilmeden ya da bunlardan hiç olmazsa bahsetmeden
kutlanan Newroz-Nevruzlar bilinmeli ki, kadınların var ettiği ama onlardan
çalınarak erkekleştirilmiş bayramlardır.
Bilim açısından yazılı tarihe sahip ilk toplumlar şimdilik (şimdilik
diyorum çünkü bilimsel araştırmalar neticesinde yeni toplumlara dair bilgilere
de ulaşılabilir) Sümerlerdir.
Sümerler MÖ 4000 yıllarından itibaren yaşamış bir toplum. Elimizdeki
bilgilere göre yine şimdilik yazının icadının da Sümerler tarafından olduğunu
biliyoruz. Hatta yazının, tıpkı tarım gibi kadınlar tarafından icat edildiğine
dair güçlü iddialar var.
Bugün adına Newroz-Nevruz dediğimiz baharın gelişini karşılama bayramına
ilk Sümerlerde rastlıyoruz.
Sümerlerin ilk Ana tanrıçası Nammu sudan gelmiştir. Bu Ana tanrıça daha
sonra tanrıçaları ve tanrıları var etmiş, onlara hizmet etmesi için de
insanları kil ve çamurdan, içlerine ruh üfleyerek (doğru okuyorsunuz bu var
ediş hikâyeleri önce Sümerde vardı ve erkek tek tanrılı dinler bu hikâyeleri ve
daha nicesini Ana tanrıça hikâyeleri olan kadıncıl inançlardan erkekleştirerek
arakladılar, erkekliğin kitabını yazdılar) yaratması için erkek tanrıya
tariflerde bulunmuş, kendisindeki bilgiyi ona aktarmıştır. 
Sümer Ana tanrıçaları arasında kuşku yok ki Nammu’dan bile daha ünlü, daha
güçlü, erkek tanrılara ve onların haksızlıklarını, tanrıların tanrıçaların
iktidarını almak için yaptıkları hamleleri boşa düşüren, Sümerler dışında,
binlerce yıl başka toplumlarda farklı adlarla yaşayan, tapılan, erkek tek
tanrılı dinlerin bizzat savaş açıp vahşi eril yöntemlerle yok etmeye çalıştığı
ama başaramadığı, bugüne gelebilen Ana tanrıça İnanna’dır.
İnanna diğer toplumlarda olduğu gibi Sümerlerde de çok saygı görmüş,
tanrıların güç ve ayak oyunlarıyla kendisinden almaya çalıştıkları kenti
mücadele ile kazanmış, kentini başarı ile yönetmiş; güç düşkünü, halkın
gönlünde değil, tahtta yer edinmiş tanrılardan ziyade daha adil, eşitlikçi
toplumlar kurmuştur. Tanrıçalara tecavüz eden, hakkı olmayanı gasp eden
tanrıların karşısında kadınca ve güçlüce durmuş, kendi kent devletinde halkının
bereketle yaşaması için çabalamıştır.
İnanna savaş tanrıçasıdır, barışçıdır ve Sümer toplumunda bereketi
simgeleyen biricik güçlü tanrıçadır. Güzelliği, zarafeti ile kadın erkek
herkesin gönlünü fetheden, üzerine şiirler, şarkılar yazılan tanrıça, kuşku yok
ki kadıncıl inançların en güçlü temsilcileri arasında haklı bir yere sahiptir.
Sümerlerde İnanna anlatısı üzerinde erkek egemenliğine nasıl geçildiğini,
buna karşı kadınların (tanrıçaların) direnişlerini, mücadelelerini açıkça
görmek mümkün.
Bugünkü Newroz-Nevruz da bu mücadelenin uğraklarından, parçalarından sadece
biri. 
Kadıncıl inançlarda bayramların kutlanmasında kadınları ön planda görürüz.
Merkez kadınlardır. Onların etkin olduğu, onlar için hizmetlerin yapıldığı,
kadınsı unsurların öne çıkartılarak yüceltildiği kutlamalardır bunlar.
Güzelliği, gücü, özel kıyafetlerle hazırlanılmış törenleri, tanrıçalar
üzerinden şekillenen, eğlence temelli, uzun günler süren, içkili, danslı,
erkeklerin saldırgan cinselliğine rastlanmayan, kadınların zevk alıcı
cinselliğinin ön planda olduğu, bunun toplumda karşılık bulduğu kutlamalardır
bu bayramlar. Tanrıçalara hizmet eden tanrılar, kadın-erkek insanlar vardır bu
anlatılarda.
Tanrıçaların tapınaklarında baharı karşılayan, kutlamalar yapan, bu
tapınaklarda belli sürelerde hizmet etmek için kalan tapınak rahibelerini de
görüyoruz. Gerçi onlara bugünkü cinsiyetçi, erkek egemen kafayla bakan “bilim adamları”
tapınak fahişeleri diyor ya, işte bizzat bu bile, kadim kadıncıl geçmişe
bugünkü erkek değerler ile bakılıp nasıl kadınların tarihlerinin
çarpıtıldığını, erkeklerin gözünden, ahlakçı yargılarla aktarıldığını
göstermesi açısından önemli.
Yine de tarih ne kadar cinsiyetçi anlatılmaya, çarptırılmaya çalışılsa da
üzeri tam olarak örtülemeyecek kadar net.
Ana tanrıça Kybele’nin papazları olabilmek için her yıl ayinler eşliğinde
erkekler erkekliklerini kökten kestirerek, kadın giysileri giyip, kimi
bölgelerde giysilerde meme kısımlarına metal cisimler takarak erkek bedeninden
kurtulup, kadınlaşmayı amaçlıyor, Kybele’ye hizmet etmek için adeta sıraya
giriyorlarmış. Kadın olmak, Ana tanrıçanın papazları olabilmek toplumda önemli
bir statüye sahip olmak anlamına geliyormuş. Yani erkekliğin kıymeti yokmuş.
Bugünkü erkek sünneti Kybele için düzenlenen bu ayinlerden kaynaklanmaktadır.
Tabii bugün artık geçmişte olan birçok ritüelin erkekleşmesi gibi, erkekliği
yücelten tören şeklini alarak.
Kadınların toplumun hayatını sürdürecek gıdaları temin etme yetenekleri,
doğurganlıkları (erkeklerin cinsellikteki rolünü bilmeleri dahil, çünkü çocuğun
olabilmesi için sadece kadın erkek arasında cinsel ilişkinin olması yetmez,
kadın bedeninin olması gerekir) ve hastalanınca iyileştirebilme bilgileri
nedeniyle toplum tarafından yönetici ve üretici güç olarak seçildiği (erkekler
gibi zor ile değil) zamanlarda topluma bereketi getirdiğine inanılan Ana tanrıça
İnanna, Sümer tanrıça ve tanrılar panteonunda kendisinden çok daha aşağıda yer
alan tanrı Dumuzi’yi seçer evlenmek için. Çünkü Dumuzi çobandır, bereketi
simgeleyen tanrıça İnanna onu bu nedenle alır. Bugünkü Temmuz ayı adını
Dumuzi’den almaktadır. 
Ancak İnanna ölüler diyarı olan yeraltını merak eder, oraya gidişi ve gittiği
için cezalandırılması nedeniyle İnanna’nın bir daha yaşayanlar dünyasına
dönemeyeceğini düşünen Dumuzi eğlence dolu bir hayata başlar. Eşi tanrıça
İnanna’yı kurtarmak için çabalamaz. Onun yokluğundan memnundur. Mücadeleci
İnanna yer altından çıkmak için yerine başka birini yollayacağına dair anlaşma
yapar. Yer üstüne çıktığında Dumuzi’nin eşini kurtarmak için çabalamak yerine
kendisinin yerine geçerek eğlenceli bir hayat sürdüğünü görür. Dumuzi’yi
cezalandırır. Bundan sonra Dumuzi yer altında yaşayacaktır.
Dumuzi’ye verilen bu cezayı başka hiçbir tanrıça ve tanrı bozamaz. Bu
İnanna’nın gücüdür.
Newroz-Nevroz “Yeni gün” demek. Bugüne yeni gün denmesinin sebebi, kadim
kadıncıl toplumlarda kadınların 21 Mart tarihinden itibaren doğanın kış
uykusundan uyanarak, yüzünü bahara çevirdiği bilgisine sahip oluşlarıdır.
İşte 21 Mart günü kadim kadıncıl toplumlarda (inançlarda) Ana tanrıça
İnanna ile Dumuzi cinsel olarak birleşirler. Yer altında yaşamakla
cezalandırılan Dumuzi 21 Mart’ta çıkartılır, İnanna ile birleşir, sonra yine
gönderilirmiş. Bu birleşme ile toprağa bereketin düştüğüne, baharın geldiğine,
hayatın kaynağı olan canlanmanın başladığına inanılırmış.
İnanna’nın birleşme töreni olan 21 Mart’ta insanlar güzel kıyafetlerini
giyip süslenerek müzik eşliğinde dans eder, içkiler içer, eğlenir, mutluluk
içinde, kışı uğurlar, umutla yeni günü karşılarmış. Böylece bereket tanrıçası
İnanna’nın güzelliği, zarafeti, gücü, yeni günü getiren sevişmesi, dünyayı
yenileyen bir bayram olarak insanlık tarihine Sümer kitabelerinden itibaren
yazılacaktır. 
Bugün erkekleştirilmiş bayramları zalimlere karşı kutlarken kadınların
hatırından erkek “zalimler” çıkmamalı. Daha güzel bir dünya için bugünün
insanı, İnanna ve onun kadın yoldaşlarını unutmamalı. Onların kurdukları,
yaşattıkları toplumları kendine kerteriz edinmeli.
Evet, yaşasın Newroz-Nevruz, ama Yeni Gün İnanna olmadan Yeni Gün olmaz,
İnannalar olmadan Yeni Günler gelemez, bunu da unutmadan. Çünkü cinsiyetçi
bilim, erkek inanç ve dinler, kadınları ve onların anlatılarını tarihten silmek
için bin yıllardır çalışıyor.
Yeni Gün’ü var eden İnanna’ya, tüm tanrıçalara ve onu bugünlere dek taşıyıp
getiren kadın.l

@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış
Ökkeş
Bölükbaşı,
İstanbul –Mayıs.2018- okkesb61@gmail.com,
http://www.medyagunebakis.com/ -
okkesb@turkfreezone.com, |