NEVRUZ – NEWROZ – NAVRIZ – YENİ GÜN – SİN SİN

Nice yıllar sonra öğrendik, 21 Mart tarihinde doğanların adının kız veya oğlan fark etmeden Nevruz ya da Navrız olduğunu. Öğrenmek ne güzel.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

NEVRUZ – NEWROZ – NAVRIZ – YENİ GÜN – SİN SİN

Köyün öte geçesinde oturan, yüzü her daim güleç, iri elmacık kemikleri büyük yüzüne oturan yaşlıca bir kadın vardı. Babamı çok severdi.

Köyün ta öte geçesinden bizim eve gelmesi hiç de kolay olmasa da arada gelir, babam Cesari Hoca ile muhabbet eder, ayrılmadan önce de hep ağrıyan başına okuması için kurbanlık koyun gibi babama uzatırdı adeta.

Adı Navrız idi. Ama, o bizim evdeki bütün çocukların “Navrız Bibisiydi“. Navrız Bibi (bibi=hala) geldiğinde, onun yüzündeki güleç hali biz çocuklara da geçerdi.

***//***

Yetmişli yıllarda, Didi’ li yıllarda Fenerbahçe’nin Benfica’ yı 7-0 yendiği yıllarda, oynadığı sade oyunu ile hiç de göz doldurmayan ama galibiyette hep büyük payı olan, kendi halinde, mütevazi bir yıldız futbolcusu vardı, Nevruz.

Bütün çocuklar, Cemil, Osman, Alparslan, Yılmaz gibi futbolcu isimlerine aşinaydık, ama Nevruz adı bize bir şey çağrıştırmazdı. Belki de bu nedenle, oyunu ne kadar sade olsa da adından dolayı, adı aklımızda en çok, kalan hep “Nevruz“, olurdu.

***//***

Nice yıllar sonra öğrendik, 21 Mart tarihinde doğanların adının kız veya oğlan fark etmeden Nevruz ya da Navrız olduğunu. Öğrenmek ne güzel.

***//***

Bütün çocuklar sabah erkenden, evdekilere bile haber vermeden, sessizce çıkardık evlerden.
Biraz büyük çocuklar kırda nereye gidileceğini, çiğdem çiçeklerinin en çok nerede olduğunu bilirler ve köy çocuklarının önüne düşer, bir alay çocuk sabah erkenden çiğdem toplamaya çıkardık.

Köyün etrafındaki dağlarda kar eksik olmazdı, yeşile bürünmüş tarlalar ile karlı dağlar, yeşil – beyaz uyumu içinde bize mutluluk verir, yazının yüzü bin bir çiçeğe durur ama ille de çiğdem çiçekleri çekerdi biz çocukları, “sarı çiğdem çiçekleri.”

Her çocuğun elinde “küsküç“ dediğimiz, meşeden ya da gürgenden yapılma ucu sivri bir sopası olurdu.

Küskücü en iyi, en sağlam olan, en çok çiğdemi toplardı.

Ama bir de küskücün ne kadar sağlam olursa olsun, çiğdemi dalından koparmadan, toprağın altındaki soğanı ile birlikte çıkarmak gerekirdi. Bu bir beceri gerektirirdi.
Bazı çocuklar bunu çok güzel ve kıvrak yapardı.
Zaten baharın gelmesiyle toprağı iten o güç, toprağı bize hazır, tavlı bir hale getirmiş olur, küskücü çiğdemin köküne daldırıp, sonra da küskücü kanırtarak sarı çiğdemi soğanı ile birlikte söküp çıkarmak zor olmazdı.

***//***

Öğlene doğru sarı çiğdemleri toplar, köye dönüş için yola düşerdik.

***//***

Topladığımız sarı çiğdemleri soğanları ile birlikte yanımızda götürmüş olduğumuz kuru bir ağacın dallarına birer birer asardık.
Kuru ağacı taşıyan çocuk, adeta alay sancağı taşır gibi bir eda ile girerdi köye.

Dallarında sarı çiğdemler asılı kuru ağacı taşıyan çocuk önde, diğer çocuklar onun ardında, bütün kapıları çalarak, ev ev dolaşırdık köyü.

Bir evin kapısına geldiğimizde, çocuklar hep birlikte şu maniyi söylerdi:

Çiğdem çiğdem çiçeği
Ebem oğlu köçeği
Verenin bir oğlu
Vermeyenin bir kızı

Kapıyı hep bir kadın açardı, bereketin sembolü olarak.
Ne istediğimizi sorardı, “ne verirsen”, derdik.

Her ev aynı şekilde davranırdı, her kadının yüzü aydınlık, temiz olurdu.
Her kadın canı gönülden bir şeyler verirdi çocuklara.

Bulgur toplardık genellikle, soğan, yağ, tuz, biber, ayran, ne aklımıza gelirse, ne bilirsek.

En son eve geldiğimizde ise, topladığımızı pişirmek ona düşerdi.

Bulgur pişene kadar sabırsızlıkla beklerdik.

Bulgur pilavı iştahla yenirdi. Gün bitmezdi.

Akşama kadar oyunlar oynanır, ateşler yakılır, büyükler “ sin sin “ oynardı ateşin etrafında, ta şaman inancından, alıp beraberinde getirdikleri bir tür ritüel.
Davulun ritmi biz çocukları da heyecanlandırırdı.

***//***

Çok sonraları düşündüm, oyuna adını veren “sin sin“ kelimesinin acaba “Çin Çin”, kelimesinden mi geldiğini.
Zira, bu sin sin oyunu çok büyük bir ateşin etrafında oynanan, ateşin etrafında kaçan ve kovalayanların olduğu, kaçanların zorda kalınca o büyük ateşin üstünden atlaması gerektiği bir oyundu.

Sonraları düşündüm, göçebe Uzak Asya Türk soylu halklarının bu oyunu oynamaktaki muradını.

Tıpkı bir örneği de Kırgızistan’ da hala at üstünde oynanan “Ulak Tartış–Oğlak Taşıma“ oyununun bir tür savaşa hazırlık oyunu olduğunu öğrendiğim gibi, “sin sin“ oyununun da bir tür savaşa hazırlık oyunu olduğunu ve ateşin etrafında oynayanların kendilerini harekete geçirecek en etkili kelimenin “sin sin“ kelimesinin aslında komşuları Çin kelimesinden bozma ve Türkçe fonetikte doğrusu tam da “sin sin“ gibi okunan “Tzin Tzin“, yani Çin Çin olduğunu öğrendiğim gibi.

** -- **

Sarı çiğdem çiçekleri arasında mor, eflatun renklerinde çiçekleri olan, çocukların asla dokunmadıkları, adeta korumaya aldıkları, pek fazla bulunmayan, soğanları yenmeyen tek tük çiğdem çiçekleri olurdu bir de, onlara “ öksüz oğlan çiğdemi “, derdik.

Sarı çiğdem çiçekleri toplandıktan sonra, o öksüz oğlan çiğdemleri hep bir başlarına kalırdı geride, boyunlarını bükmüş halde.

** -- **

Nevruz, yani 21 Mart, aynı zaman da Hazreti Ali’ nin doğum günüdür.
Başta bütün Şia dünyasında olmak üzere, Anadolu Tahtacı Türkmen ve Alevi ocaklarında bugün için cemler kurulur, anmalar yapılır.

***//***

Aliyel Mürteza’ nın doğumunu anma gününde ocaklardaki, cemlerdeki zakirler hep “navrız“ , diye seslendirir , Nevruz kelimesini.

***//***

Navrız’ ı unutmamak, dostluğu, can olmayı, dirliği, birliği, edep erkanı, büyüğe ve küçüğe saygıyı, riyadan ve kibirden uzak durmayı öğrenmeye, şu koca kainatta sadece bir zerre olduğumuzun farkında olmayı görüp yaşamaya, anlamaya çalışalım.

Navrız sizin de Navrızınız, bahar sizin de baharınız, Newroz sizin de Newrozunuz olsun.

Paylaşmak Güzeldir - Muhabbetle, Aşk illa ki.!

Recep Babayiğit

 

Yazan: RECEP BABAYİĞİT

Nevruz – Newroz – Navrız – Yeni Gün – Sin Sin Makalenizi İlgi ve Beğeni

ile okudum. Çünkü benim yengemin de adı Navrız'dır.

 

@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul –Mayıs.2018- okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ - okkesb@turkfreezone.com,

 

NEWROZ - NEVRUZ İNANNA İLE BAŞLAR

Newroz-Nevruz Sümer Tanrıçası İnanna İle Başlar

GÜLFER AKKAYA yazdı: "Kadınlardan neredeyse bahsetmeyen, bahsederken sabırlı, anaç, edilgen, kadın erkek ilişkisinde geride, güçsüz gösteren; erkekliği ve erkekleri öven, kahramanlaştıran, önemli kişi yapan mitolojik ve tarihsel anlatıların neyin üzerini örttüğünü anlayabilmek için insanlık tarihinin başlarına bakmak gerekir."

GÜLFER AKKAYA

Newroz-Nevruz Bayramı, kadim uygarlıklardan bugüne, Anadolu dâhil, geniş coğrafyalarda, çok çeşitli halklar tarafından kutlanmış, hala kutlanmakta.

Türkiye’de, Newroz-Nevruz Bayramı’nın Kürt halkı tarafından mücadele dahilinde sahiplenilmesi nedeniyle Türk devleti milliyetçi kaygılarla uzun yıllar Newroz kutlamalarını yasakladı, baskıladı.

Devletin Kürtlerin Newroz’una yönelik ayrıştırıcı-inkârcı tutumu ne yazık ki Türk halkının kendi Nevroz Bayramını kutlamasını da engellemiş oldu. Türkler kendi bayramlarına yabancılaştırıldı. Bir kısım insan Newroz-Nevruz’u sadece Kürtlerin bayramı sandı devletin bu tutumu nedeniyle. Oysa ne kadar güzel olurdu Newroz-Nevruz’un yan yana mahallelerde, alanlarda, çayırlarda, ormanlarda kutlanması.

Kuşku yok, bu güzel günleri de göreceğiz. Çünkü bugün bile onca baskı ve zulme rağmen kutlanan Newroz-Nevruz alanlarında halklar yan yana.

Bir kaç gün önce Afrin’de Demirci Kawa’nın heykelini tahrip edenlerin aklında tutması gereken bir şey var. Kültürel unsurları baskılayarak, yasaklayarak toplum hafızasından silmek mümkün değil.

Tıpkı erkek egemenliğinin İnanna’yı binlerce yıl sonra bile hafızalardan silemeyişi gibi.

Tıpkı bugün kutlanan Newroz-Nevroz ya da başka adlarla halklar tarafından kutlanan aynı bayramın, dünyada henüz erkek egemenliği yokken kadim toplumlarda Anatanrıçalar döneminde ortaya çıkan, doğanın canlanışı, bereketin simgesi “Yeni Gün” oluşunun unutturulamaması gibi.

Bugünkü Newrozlar, kadınlar ve tanrıçalar silinip, erkek kahramanlar üzerinden yeni anlatıların yazılması ile erkekleştirilmiştir. Erkek egemen toplumların erkek kahramanlı anlatıları şekline dönüştürülerek kaynağından kopartılıp,  gerçek “kimliğinden” uzaklaştırılarak, yabancılaştırılmıştır.

Kadınlardan neredeyse bahsetmeyen, bahsederken sabırlı, anaç, edilgen, kadın erkek ilişkisinde geride, güçsüz, gösteren; erkekliği ve erkekleri öven, kahramanlaştıran, önemli kişi yapan mitolojik ve tarihsel anlatıların neyin üzerini örttüğünü anlayabilmek için insanlık tarihinin başlarına bakmak gerekir.

Orada evreni yaratan erkek tanrılardan önce, evreni var eden Anatanrıçaların hikâyelerini görürüz. Kendisini topluma ancak baskı ve şiddetle kabul ettiren erkek din ve inançlardan önce, toplumun var edip, kendi rızası ile kabul ettiği kadıncıl din ve inançlara tanık oluruz.

Anatanrıçaların yanında “dünkü çocuk kalan” zalim Dehak, ona karşı mücadele veren pazulu, güçlü, erkek Demirci Kawa’nın ve diğer tüm Nevruzların çok öncesinde toplumu var etme gücüne sahip Anatanrıçaların doğayı canlandırabilen yetisini ve anlatısını bilmeden ya da bunlardan hiç olmazsa bahsetmeden kutlanan Newroz-Nevruzlar bilinmeli ki, kadınların var ettiği ama onlardan çalınarak erkekleştirilmiş bayramlardır.

Bilim açısından yazılı tarihe sahip ilk toplumlar şimdilik (şimdilik diyorum çünkü bilimsel araştırmalar neticesinde yeni toplumlara dair bilgilere de ulaşılabilir) Sümerlerdir.

Sümerler MÖ 4000 yıllarından itibaren yaşamış bir toplum. Elimizdeki bilgilere göre yine şimdilik yazının icadının da Sümerler tarafından olduğunu biliyoruz. Hatta yazının, tıpkı tarım gibi kadınlar tarafından icat edildiğine dair güçlü iddialar var.

Bugün adına Newroz-Nevruz dediğimiz baharın gelişini karşılama bayramına ilk Sümerlerde rastlıyoruz.

Sümerlerin ilk Ana tanrıçası Nammu sudan gelmiştir. Bu Ana tanrıça daha sonra tanrıçaları ve tanrıları var etmiş, onlara hizmet etmesi için de insanları kil ve çamurdan, içlerine ruh üfleyerek (doğru okuyorsunuz bu var ediş hikâyeleri önce Sümerde vardı ve erkek tek tanrılı dinler bu hikâyeleri ve daha nicesini Ana tanrıça hikâyeleri olan kadıncıl inançlardan erkekleştirerek arakladılar, erkekliğin kitabını yazdılar) yaratması için erkek tanrıya tariflerde bulunmuş, kendisindeki bilgiyi ona aktarmıştır.

Sümer Ana tanrıçaları arasında kuşku yok ki Nammu’dan bile daha ünlü, daha güçlü, erkek tanrılara ve onların haksızlıklarını, tanrıların tanrıçaların iktidarını almak için yaptıkları hamleleri boşa düşüren, Sümerler dışında, binlerce yıl başka toplumlarda farklı adlarla yaşayan, tapılan, erkek tek tanrılı dinlerin bizzat savaş açıp vahşi eril yöntemlerle yok etmeye çalıştığı ama başaramadığı, bugüne gelebilen Ana tanrıça İnanna’dır.

İnanna diğer toplumlarda olduğu gibi Sümerlerde de çok saygı görmüş, tanrıların güç ve ayak oyunlarıyla kendisinden almaya çalıştıkları kenti mücadele ile kazanmış, kentini başarı ile yönetmiş; güç düşkünü, halkın gönlünde değil, tahtta yer edinmiş tanrılardan ziyade daha adil, eşitlikçi toplumlar kurmuştur. Tanrıçalara tecavüz eden, hakkı olmayanı gasp eden tanrıların karşısında kadınca ve güçlüce durmuş, kendi kent devletinde halkının bereketle yaşaması için çabalamıştır.

İnanna savaş tanrıçasıdır, barışçıdır ve Sümer toplumunda bereketi simgeleyen biricik güçlü tanrıçadır. Güzelliği, zarafeti ile kadın erkek herkesin gönlünü fetheden, üzerine şiirler, şarkılar yazılan tanrıça, kuşku yok ki kadıncıl inançların en güçlü temsilcileri arasında haklı bir yere sahiptir.

Sümerlerde İnanna anlatısı üzerinde erkek egemenliğine nasıl geçildiğini, buna karşı kadınların (tanrıçaların) direnişlerini, mücadelelerini açıkça görmek mümkün.

Bugünkü Newroz-Nevruz da bu mücadelenin uğraklarından, parçalarından sadece biri.

Kadıncıl inançlarda bayramların kutlanmasında kadınları ön planda görürüz. Merkez kadınlardır. Onların etkin olduğu, onlar için hizmetlerin yapıldığı, kadınsı unsurların öne çıkartılarak yüceltildiği kutlamalardır bunlar.  Güzelliği, gücü, özel kıyafetlerle hazırlanılmış törenleri, tanrıçalar üzerinden şekillenen, eğlence temelli, uzun günler süren, içkili, danslı, erkeklerin saldırgan cinselliğine rastlanmayan, kadınların zevk alıcı cinselliğinin ön planda olduğu, bunun toplumda karşılık bulduğu kutlamalardır bu bayramlar. Tanrıçalara hizmet eden tanrılar, kadın-erkek insanlar vardır bu anlatılarda.

Tanrıçaların tapınaklarında baharı karşılayan, kutlamalar yapan, bu tapınaklarda belli sürelerde hizmet etmek için kalan tapınak rahibelerini de görüyoruz. Gerçi onlara bugünkü cinsiyetçi, erkek egemen kafayla bakan “bilim adamları” tapınak fahişeleri diyor ya, işte bizzat bu bile, kadim kadıncıl geçmişe bugünkü erkek değerler ile bakılıp nasıl kadınların tarihlerinin çarpıtıldığını, erkeklerin gözünden, ahlakçı yargılarla aktarıldığını göstermesi açısından önemli.

Yine de tarih ne kadar cinsiyetçi anlatılmaya, çarptırılmaya çalışılsa da üzeri tam olarak örtülemeyecek kadar net.

Ana tanrıça Kybele’nin papazları olabilmek için her yıl ayinler eşliğinde erkekler erkekliklerini kökten kestirerek, kadın giysileri giyip, kimi bölgelerde giysilerde meme kısımlarına metal cisimler takarak erkek bedeninden kurtulup, kadınlaşmayı amaçlıyor, Kybele’ye hizmet etmek için adeta sıraya giriyorlarmış. Kadın olmak, Ana tanrıçanın papazları olabilmek toplumda önemli bir statüye sahip olmak anlamına geliyormuş. Yani erkekliğin kıymeti yokmuş. Bugünkü erkek sünneti Kybele için düzenlenen bu ayinlerden kaynaklanmaktadır. Tabii bugün artık geçmişte olan birçok ritüelin erkekleşmesi gibi, erkekliği yücelten tören şeklini alarak.

Kadınların toplumun hayatını sürdürecek gıdaları temin etme yetenekleri, doğurganlıkları (erkeklerin cinsellikteki rolünü bilmeleri dahil, çünkü çocuğun olabilmesi için sadece kadın erkek arasında cinsel ilişkinin olması yetmez, kadın bedeninin olması gerekir) ve hastalanınca iyileştirebilme bilgileri nedeniyle toplum tarafından yönetici ve üretici güç olarak seçildiği (erkekler gibi zor ile değil) zamanlarda topluma bereketi getirdiğine inanılan Ana tanrıça İnanna, Sümer tanrıça ve tanrılar panteonunda kendisinden çok daha aşağıda yer alan tanrı Dumuzi’yi seçer evlenmek için. Çünkü Dumuzi çobandır, bereketi simgeleyen tanrıça İnanna onu bu nedenle alır. Bugünkü Temmuz ayı adını Dumuzi’den almaktadır.

Ancak İnanna ölüler diyarı olan yeraltını merak eder, oraya gidişi ve gittiği için cezalandırılması nedeniyle İnanna’nın bir daha yaşayanlar dünyasına dönemeyeceğini düşünen Dumuzi eğlence dolu bir hayata başlar. Eşi tanrıça İnanna’yı kurtarmak için çabalamaz. Onun yokluğundan memnundur. Mücadeleci İnanna yer altından çıkmak için yerine başka birini yollayacağına dair anlaşma yapar. Yer üstüne çıktığında Dumuzi’nin eşini kurtarmak için çabalamak yerine kendisinin yerine geçerek eğlenceli bir hayat sürdüğünü görür. Dumuzi’yi cezalandırır. Bundan sonra Dumuzi yer altında yaşayacaktır.

Dumuzi’ye verilen bu cezayı başka hiçbir tanrıça ve tanrı bozamaz. Bu İnanna’nın gücüdür.

Newroz-Nevroz “Yeni gün” demek. Bugüne yeni gün denmesinin sebebi, kadim kadıncıl toplumlarda  kadınların 21 Mart tarihinden itibaren doğanın kış uykusundan uyanarak, yüzünü bahara çevirdiği bilgisine sahip oluşlarıdır.

İşte 21 Mart günü kadim kadıncıl toplumlarda (inançlarda) Ana tanrıça İnanna ile Dumuzi cinsel olarak birleşirler. Yer altında yaşamakla cezalandırılan Dumuzi 21 Mart’ta çıkartılır, İnanna ile birleşir, sonra yine gönderilirmiş. Bu birleşme ile toprağa bereketin düştüğüne, baharın geldiğine, hayatın kaynağı olan canlanmanın başladığına inanılırmış.

İnanna’nın birleşme töreni olan 21 Mart’ta insanlar güzel kıyafetlerini giyip süslenerek müzik eşliğinde dans eder, içkiler içer, eğlenir, mutluluk içinde, kışı uğurlar, umutla yeni günü karşılarmış. Böylece bereket tanrıçası İnanna’nın güzelliği, zarafeti, gücü, yeni günü getiren sevişmesi, dünyayı yenileyen bir bayram olarak insanlık tarihine Sümer kitabelerinden itibaren yazılacaktır.

Bugün erkekleştirilmiş bayramları zalimlere karşı kutlarken kadınların hatırından erkek “zalimler” çıkmamalı. Daha güzel bir dünya için bugünün insanı, İnanna ve onun kadın yoldaşlarını unutmamalı. Onların kurdukları, yaşattıkları toplumları kendine kerteriz edinmeli.

Evet, yaşasın Newroz-Nevruz, ama Yeni Gün İnanna olmadan Yeni Gün olmaz, İnannalar olmadan Yeni Günler gelemez, bunu da unutmadan. Çünkü cinsiyetçi bilim, erkek inanç ve dinler, kadınları ve onların anlatılarını tarihten silmek için bin yıllardır çalışıyor.

Yeni Gün’ü var eden İnanna’ya, tüm tanrıçalara ve onu bugünlere dek taşıyıp getiren kadın.l

@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul –Mayıs.2018- okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ - okkesb@turkfreezone.com, 

Diğer Haberler

  • DARBE KİMDEN GELİRSE GELSİN KARŞIYIZ..
  • TRABZONLULAR BİRLEŞİNİZ
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI…
  • KUL VE MAHLÛKAT HAKKI..
  • ADAM OLMAK–OLAMAMAK VE GAZETECİLİK
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI..
  • DERNEKLER KANUNUNA MUHALEFET
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP