SELAMINALEYKÜM
KÜÇÜKMUSTAFAPAŞA
Selamınaleyküm
Küçükmustafapaşa,
Kalimera Fener, Şalom Balat, Parev Ayvansaray.!
Fetihten sonra tarihi
yarımadanın yerlisi Rumlarla Anadolu’dan göçen Müslüman halkın kaynaşması ve bu
kaynaşmaya yine Anadolu’dan göçen Ermeniler ile Kentin yerlisi Karaytay,
İspanya ve Portekiz’den gelen Safarad Yahudilerinin katkı vermesi sonucu
oluşmuştur İstanbul kültürü.
Sonradan gelenler bu
kültürü benimsemiş, İstanbullu olmayı başarmışlardı 1960 lı yılların sonuna
kadar.
Bu kültürde nezaket, saygı ve hoşgörü vardı. Tıpkı komşu dostluğu ve
dayanışmasının olduğu gibi.
Toplu taşıma araçlarında yaşlılara yer verilir, insanlar trafik ışıklarını veya
polisin işaretini beklerlerdi yolun karşısına geçmek için.
Her cemaat kendi dilini konuşur ancak bir araya geldiklerinde ortak dil Türkçe
olurdu. Dini bayramlarda ayrım olmazdı. Pesah günlerinde hamursuz ekmeği,
Paskalya’da kırmızı yumurta ve paskalya çöreğini, Kurban bayramlarında
kavurmayı hep birlikte yerdik.
Kandil akşamlarında
çocuklar (etnisite'sine bakılmadan) birlikte çıkarlardı harçlık toplamak için
Yağ parası, mum parası Akşam oldu kandil parası.
Kimin hangi dinden olduğunun ne önemi var? Hepsi İstanbullu idi bu çocukların.
Kandil akşamlarında bir kavanozun içine konulmuş mum eşliğinde para toplamak da
bir İstanbul âdeti idi.
Cemaatler o kadar iç içe geçmişlerdi ki ender de olsa farklı cemaatlerden
bireyler arasında evlilikler de yaşanır, kimse de bu durumu sorgulamazdı.
Sofralarımızda ağırlıklı olarak tencere yemekleri yer alır, zeytinyağlılar her
zaman başköşede olurdu.
Midye pilaki, lakerda, ermeni pilakisi, fava topik rakı sofralarını süsler,
Samatya’da meyhaneciler müşterilerine “yeter artık çok içtin, yarın işe
gideceksin unutma” derlerdi gönül rahatlığı ile.
Lahmacun yoktu mutfak
kültürümüzde, güneydoğu kebapları da, pizza da. Adına “fast food” denilen
uydurma ızgaraları pazarlayan zincir restoranları tanımaz, sabah kahvaltısında
ciğer şiş yemezdik.
Yeşilköy ‘de ve Adalarda yaz geceleri Rum şarkıları kulaklarımıza ılık bir yel
gibi gelirdi
Zaman zaman gerginlikler
yaşansa da cemaatler arasında dengeli bir biçimde sürüp gitti bu dostluk ve bu
alışkanlıklar.
Ada vapurlarındaki
muhabbet ve cümbüşler.!
Yazının başlığında
sözünü ettiğim semtler yan yanadır tarihi yarımadada, Bahsettiğim çok
dilliliğin, çok kültürlülüğün simgesidir bu bölge. Balat Çıfıt çarşısı
girişindeki Agora Meyhanesi’ni merkez yapıp yarı çapı 300 metre olan bir daire
çizersek eğer, dört farklı dine (Müslüman, Ortodoks, Gregoryen ve Musevi) ait
en az sekiz mabedi içine alırız bu dairenin. (Surp Hreşdagabet kilisesi, Ferruh
Kethüda camii, Ahrida Sinagogu, Aya Dimitri Kilisesi, İstipol Sinagogu, Yanbol
Sinagogu, Tahta minare Camii, Panayia Balino Rum Ortodoks Kilisesi.) Bu durumun
dünyadaki bir benzeri olsa olsa Kudüs’te mevcuttur.
Zaman zaman gerginleşen
ilişkilerden söz etmiştim yukarıda. Bu gerginliğin tek nedeni TC nin derin
bürokratlarıdır.
Homojen bir ulus devlet yaratma konusunda aceleci davranıp bir de üstüne
kantarın topuzunu kaçırınca Aziz (!) ve Necip (!) bürokratlarımız daha
Cumhuriyetin ilk yıllarında başlar Gayri Müslim İstanbul ahalisine baskılar.
Türk askeri için “agriotera” deyimini kullandığı gerekçesi ile Hronika
gazetesine açılan dava ve gazetenin sahibi madam Eleni’nin ceza alması,
Balat sokaklarında Elza
Niego isimli bir Yahudi genç kızın bıçaklanarak öldürülmesi, Yahudilere yönelik
ekstra vergilerin konulması ve seyahat yasağı, yirmi kura askerlik, varlık
vergisi, 6-7 Eylül olayları ve nihayet 1964 sürgünü.)
Onar onar, yüzer yüzer
değil binlercesi bir arada gitti İstanbul’dan.
Yeni kurulan İsrail
devleti İstanbul’a İbranice öğretmenleri gönderdi Yahudi devletinin resmi
dilini öğrenmeleri için. (İstanbul Yahudileri ağırlıklı olarak İspanyolcadan
devşirilmiş bir dili konuşurlardı) Bu öğretmenler bir yandan dil öğretirken bir
yandan da İsrail’e göçü organize ettiler.
TC nin derin
bürokratları bu durumu bildikleri halde bıyık altından gülümseyerek olaya göz
yumdular ve bugünlere geldik.
Günümüzde bin kadar Rum, Yirmi bin kadar Yahudi ve Otuz bin kadar da Ermeni
kaldı İstanbul’da çoğu da gitmek için fırsat kolluyor.
Bizim kuşak kozmopolit İstanbul kültürünün son tanıklarıdır.
Bizden sonrasında ise Tevfik Fikret’in ifadesi ile “Bin Kocadan arta kalan el
değmemiş dul” yani İstanbul’un çehresi ve görüntüsünün bu günkü hali gibi
kültürü de yok olacak tıpkı Alibeyköy’ün mısırı, Çengelköy’ün salatalığı,
Yedikule’nin marulu ve Eyüp’ün kaymağı gibi.
Peyami Sungur
@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış
Ökkeş
Bölükbaşı,
İstanbul – Ocak.2018- okkesb61@gmail.com,
http://www.medyagunebakis.com/ -
okkesb@turkfreezone.com,
|