TÜRKAN SAYLAN
UNUTULMADI
Porf. Dr. Türkan Saylan'ı Google da Unutmadı..
Hazırladığı 'Doodle'lar ile birçok dünyaca ünlü sanatçı veya
bilim insanının doğum veya ölüm günleri ile özel günleri kullanıcılarına
hatırlatan dev arama motoru Google Türkan Saylan’ın doğum gününü
unutmadı.
"Doodle" olarak nitelendirilen özel tasarımlı logolar,
1999 yılından bu yana Google'ın kurucuları Larry Page ve Sergey Brin tarafından
kullanılıyor.
Bu uygulamalar, dünya ülkeleri için önemli gün ve tatillere,
kültürel olaylara ve tarihte yer alan önemli kişilere bu platformda yer vererek
dikkat çekmeyi amaçlıyor.
İnternet kullanıcıları, bu özel tasarımlı logonun üstüne
tıklayarak, o güne, kişiye, konuya özel daha ayrıntılı bilgilere erişebiliyor.
PROFESÖR DOKTOR TÜRKAN SAYLAN.?
Türkan Saylan 13 Aralık 1935'te İstanbul'da doğdu.
1944-1946 yıllarında Kandilli İlkokulu ve 1946-1953 yıllarında Kandilli Kız
Lisesi'nde okuyan Türkan Saylan, 1963'te İstanbul Tıp Fakültesini bitirdi. Saylan, 1964-1968
yılları arasında Sosyal Sigortalar Nişantaşı Hastanesi'nden Deri ve Zührevi
Hastalıklar Uzmanlığını aldı.
1968 yılında İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim
Dalı'nda Başasistanlığa başlayan Türkan Saylan, 1971'de İngiliz Kültür Heyeti'nin bursuyla İngiltere'de ileri
eğitim gördü. 1974'te Fransa, 1976'da yine İngiltere'de kısa süreli çalışmalar
yapan Saylan, 1972'de doçent, 1977'de profesör unvanını aldı.
Prof. Dr. Türkan Saylan, 1976 yılında Lepra (Cüzzam) çalışmalarına
başlayarak Cüzzamla Savaş Derneğini kurdu. 1986'da kendisine Hindistan'da ''Uluslararası Gandhi Ödülü'' verilen Saylan, 2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü'nün Lepra
konusunda danışmanlığını da üstlenen Türkan Saylan, Uluslararası Lepra Birliği'nin (ILU) kurucu üye, ayrıca Avrupa
Dermato Veneroloji Akademisi'nin ve Uluslararası Lepra Derneği'nin de üyeliğini
yaptı.
1981-2002 yılları arasında 21 yıl, üniversitedeki görevinin
yanında gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi
Başhekimliği'ni yapan Prof. Dr. Türkan Saylan Saylan, 1982-1987 yılları arasında, İstanbul Tıp Fakültesi
Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı'nı, 1981-2001 yılları arasında İstanbul
Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü'nü yürüttü.
Prof. Dr. Türkan Saylan,
Dermatopatoloji Laboratuvarının,
Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin
kurulmasına öncülük etti, Saylan ayrıca Ulusal Lepra Kontrol Programını
koordinatörü olarak proje, planlama ve uygulamalarını gerçekleştirdi.
1989'da, bir grup Atatürkçü aydın tarafından devrim yasalarını
ve laik düzeni koruyup geliştirmek amacıyla oluşturulan Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği'nin (ÇYDD) kurucularından ve genel başkanlığını yürüten
Saylan, 1990'da oluşturulan ''Öğretim Üyeleri Derneği''nin kurucusu ve II.
Başkanlığını yaptı.
Prof. Dr. Türkan Saylan, 1990'da oluşturulan ''İstanbul Üniversiesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama
Merkezi''nin kuruluşunda görev aldı ve 1996'ya
kadar Müdür Yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yaptı.
1995'de mezun olduğu lise için oluşturulan KANKEV - Kandilli Kız
Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı'nın kurucusu ve başkanlığını yapan Saylan,
İstanbul Tabip Odası ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfının da üyeliğini yaptı.
13 Aralık 2002'de emekli olarak resmi görevlerini devreden Prof. Dr. Türkan Saylan,
gönüllü kuruluş olarak, ÇYDD'nin Genel Başkanlığını, KANKEV Vakfı ile Cüzzamla Savaş Derneği
Başkanlığını, sürdürüyordu.
Prof. Dr. Türkan Saylan, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine
seçildi ve halen bu görevi sürdürüyordu.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2 Şubat 2001'de
YÖK üyeliğiyle görevlendirilen Prof. Dr. Türkan Saylan'ın bu görevi Şubat 2007'de son erdi. Saylan, 2003-2004 arasında
Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyeliği ve İstanbul İl İnsan Hakları
Kurulu üyeliklerinde bulundu.
2005 yılı başı olarak, toplam 440 yayını bulunan Prof. Dr. Türkan Saylan'ın bu yayınlarından 50'si yabancı
dergilerde yayımlanmış tıbbi çalışmaları, 204'ü tıbbi, sosyal ve siyasal
içerikli gazete makaleleri, 186'sı ise Türkçe tıbbi dergilerde ve kongre
kitaplarında yayımlanmış araştırma, derleme ve olgu bildirimlerinden oluşuyor.
Prof. Dr. Türkan Saylan'ın;
5 kez baskı yapan ''1. Basamak Sağlık Hizmetlerinde
Deri ve Zührevi Hastalıklar El Kitabı'' adlı ders kitabı,
Çocukluk yaşamını anlatan ''At Kız'', makalelerini içeren ''Cumhuriyetin
Bireyi Olmak'' eserleri ile Radyo Cumhuriyet'teki programlarının dökümü olan ''Radyo Cumhuriyet'te Çağdaş İnsan Söyleşileri''
Mehmet Zaman Saçlıoğlu'yla söyleşilerini içeren ve 7 baskı yapan
''Güneş Umuttan Şimdi Doğar'' ile Zehra İpşiroğlu'nun sorguladığı Yapıcılığın Gücü ve son
olarak da Şefik Görkeyle yapılmış ''Hekim Olmak'' adlı eserleri bulunmaktadır.
Prof. Dr. Türkan Saylan'ın biri grafiker, diğeri hekim olmak
üzere iki oğlu ve iki torunu bulunuyor.
ÇYDD - Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, tedavi gördüğü hastanede 18 Mayıs
2009 günü sabaha karşı vefat etti.
ALDIĞI ÖDÜLLER
Prof. Dr. Türkan Saylan'ın çeşitli kuruluşlar tarafından
aldığı ödülleri ise şunlar:
''Uluslararası Gandi Ödülü'' Hindistan Hükümeti'nce, 1986
'Atatürk İlke ve Devrimleri Ödülü' İstanbul Üniversitesi,
1960 'Dowling Kulübü Onur Üyesi' İngiltere Dermatologları
Derneği,
1978 Kuzey Amerika Klinik Dermatoloji Derneği tarafından
Onur Üyesi seçildi,
1996 'Atatürk İlke ve Devrimleri Ödülü' İstanbul
Üniversitesi (İkinci kez),
1996 'Ülkemizde Yılın Kadını Ödülü' 1990,
'Melvin Jones Ödülü' Rotary Kulüpleri,
1991 'Atatürkçü Düşünceye Hizmet Ödülü' İncirli Lions
Kulübü,
1996 'Kuvayi Milliye Ödülü' Haliç Rotary Kulübü,
1997 'Atatürk Ödülü' Tuzla Rotary,
1997 'Fahrettin Kerim Gökay Ödülü' Türk Lions Vakfı,
1997 'Türkiye Ziraatçiler Birliği Dayanışma Ödülü'
1998 '75. Yıl Ödülü' Türk Kadınlar Birliği Şişli Şubesi,
1998 'Uğur Mumcu – Muammer Aksoy Ödülü' ADD İstanbul
Şubesi,
1999 'Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi Onur Ödülü' Rıfat Ilgaz
Kültür Merkezi,
2000 İtalya 'Foyer des Artistes Kurumu Ödülü',
2001 'Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği Ödülü'
Cüzzamlı Hastalara verdiği uzun süreli hizmet ve getirdiği bakış açısı
nedeniyle,
2001 'Education and Modernization Award' Atatürk Society
of Amerika Amerika / Atatürk Topluluğu,
2001 'Sanat Kurumu Onur Ödülü',
2002 'Atatürk / Çağdaşlık Ödülü' Dünya Atatürkçü
Kuruluşları,
10 Kasım 2003 'Üstün Hizmet Ödülü' Yıldız Teknik
Üniversitesi,
2004 'Eğitim Ödülü' TED Koleji,
2004 '100. Yıl Mesleki Başarı Ödülü' Rotary Kulübü,
2004 'İnsan Hakları Ödülü' İzmir Karşıyaka Belediyesi,
2004 'Türkiye'nin En İyi Eğitimcisi' Ödülü Tempo Dergisi,
2004 'Yılın En Yürekli Kadını Ödülü' Kültür Üniversitesi
öğretim üyeleri ve öğrencileri,
2004 'Puduhepa Ödülü' Adana Kültür Sanat Derneği,
2005 'Meslek Hizmetleri Ödülü' Ankara Emek Rotary Kulübü,
Ekim 2005 'Toplumsal Barış Ödülü' Barış Radyo,
2005 'İnsan Hakları Demokrasi Barış ve Dayanışma Ödülü'
SODEV Sosyal Demokrasi Vakfı,
2005 'İyi Kalpli Ol Ödülü' Türk Kalp Vakfı,
2006 'Yılın Başarılı İş Kadınları Ödülü' Dünya Gazetesi,
2006 'ÇEK Eğitim Ödülü' Çağdaş Eğitim Kooperatifi,
2007 'Onur Ödülü', Maltepe Üniversitesi Zirvedekiler
İletişim Ödülleri kapsamında Maltepe Üniversitesi,
2007 'Yılın Keçisi Ödülü' Gururlu duruşu ve çağdaşlaşma yolundaki
inadı nedeniyle Fethiye/Ölü Denizli Belediye Başkanlığı,
2007 'Cumhuriyetimizin Yılmaz Savaşçıları Onur Ödülü'
Mersin/Yenice halkının oylarıyla Yenice Belediyesi'nce,
2007 'Örnek Kıdemli Vatandaş Ödülü' TÜRYAK ve Hacettepe
Üniversitesi'nce,
2007 'Melvin Jones Ödülü' 118. Lion Kulübünce 2. kez, 2007
'Hizmet Ödülü' Tıp ödülleri kapsamında Bayındır Hastanesi'nce,
2007 'Hizmet Ödülü' Eminönü Rotary, 2007 'Hizmet Ödülü'
Metropolitan Rotary,
2007 'Yılın En Başarılı Kadını Ödülü' Böbrek Vakfı,
Mart 2008 'Aydınlanma Onur Ödülü' Yeni Kuşak Köy
Enstitülüler Derneği,
2008 'Margarette Golding Ödülü', 2008 'Yılın Sivil Toplum
Önderi', Ekonomist Dergisi.''
Eğitim alanındaki hizmet ve başarıları dolayısıyla Prof. Dr. Türkan Saylan 'a ''Vehbi Koç Ödülü'' de verildi.
Prof. Dr. Türkan Saylan'a ödülü 9. Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel, Mustafa Koç ve Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel
tarafından sunuldu.
ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, BÜ- Boğaziçi Üniversitesi tarafından, cüzzam ve eğitim
alanındaki çalışmaları nedeniyle ''Fahri Doktora'' unvanına da layık görülmüştü.
Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2016 –
okkesb61@gmail.com,
http://www.medyagunebakis.com/ –okkesb@turkfreezone.com,
Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2016 –
okkesb61@gmail.com,
http://www.medyagunebakis.com/ –okkesb@turkfreezone.com,
“Bize Üç Öğün Yemek
Yapmadı Ama Ufkumuzu Açtı”
Çınar Ve Çağlayan Örge: “Biyolojik Olarak
Onun Annemiz Olduğunu Bile Hissetmezdik, Arkadaş Gibiydik, Hayatını
Değiştirdiği Diğer Çocuklar Gibiydik. Onları Hiçbir Zaman Bizden Ayrı Tutmadı”
Çok ihmal ettim” dediği oğulları Çınar ve
Çağlayan Örge ile geçen hafta kaybettiğimiz Prof. Türkan Saylan’ın
Arnavutköy’deki evinde, misafirlerini ağırladığı odasında buluşuyoruz,
Saylan’ın çalışma masasına oturup anne Saylan’ı konuşacağız...
Almanya’da yaşayan doktor Çınar ve iki yaş büyük
abisi grafiker Çağlayan Örge, hayatını cehaletle, cüzzamla savaşa adamış
anneleriyle çocuklarında çok fazla birlikte zaman geçirmemiş olsa da, son
günlerinde hep birlikteydiler.
Anneniz sizi çok isteyerek dünyaya getirdiğini söylüyordu.
Şartlarınız nasıldı, nasıl bir çocukluk geçirdiniz.?
Çınar Ö.: Bizim çocukluğumuz Kağıthane Köyü’nde geçti,
bahçede çınarlar varmış, yukarıdan çağlayanlar akarmış. İsimlerimiz oradan
geliyor. Taştan bir evimiz vardı, annem ve babam sürekli çalışırdı, çok meşgul
insanlardı. Bize babaannem bakardı. Horozlar, tavuklar, inekler...
Çağlayan
Ö.: Manda sütü...
Çınar
Ö.: Evet ya. Annem beni
doğurduktan sonra belkemiği tüberkülozu geçirmiş ve bana süt verememiş. İnek
sütü içmek zorunda kalmışım. Çağlayan anne, ben inek sütüyle büyümüşüm. Ama
gördüğünüz gibi fark yok. Biberon yok, eski şurup şişelerinden annem biberon
yapmış, babam da mandıraya gidip manda seçermiş, “Bugün Çınar’a şu mandanın
sütünü verelim” diye gösterirmiş mandıracıya.
Çağlayan
Ö.: Aslında çocuklukta en
çok dedem ve babaannemi hatırlıyoruz, tam bir köy hayatı var.
Zor
muydu sizin için başka aile üyeleri tarafından büyütülmek.?
Çınar Ö.: Zor yanları vardı da, biz bilemezdik çocuk
aklımızla. Bir gün bana çay içirmek istemişler, dişlerimle kapatınca bardak
ağzımda kırılmış. Beni uyutmamışlar, kuşlarla ayık tutmaya çalışmışlar, annemle
babam gelsin gösterecekler. Korkmuşlar. Böyle şeyler oluyordu.
Ama
yemek yapan, evcimen bir anne modeli yok hayatınızda.!
Çınar Ö.: O zamanlar çocuk aklımızla bunları görmemiz zor
ama tabii böyle bir anne değil.
Çağlayan
Ö.: Sonra da böyle devam
etti, gençlikte de böyle.
Sonra
boşanıyorlar, velayetiniz babaya veriliyor. Nasıl bir dönem başlıyor.?
Çağlayan Ö.: Karışıklıklar yaşanıyor. Ayrılmayı annem
istiyor, babam gururuna yediremiyor. Bizi kendine çekiyor, annemi cezalandırmak
istiyor kendince. Fakat bir süre sonra ikinci evliliğini yapıyor.
Çınar
Ö.: Boşanmadan sonra
Nişantaşı’nda Vali Konağı Caddesi’nde oturuyoruz. Caddenin başında babam,
sonunda annem oturuyor, ortasında da okulumuz var. Okuldan çıkarız, bir sağa
bakarız, bir sola, nereye gideceğimize karar veremezdik. Mütemadiyen yanlış
yere giderdik.
“Babam Meslek Lisesine Gönderdi, Protesto Ettim”
Anne ve
baba arasındaki gerginlik size yansır mıydı.?
Çınar Ö.: Babam yansıtırdı ama annem asla. Annem ile
anneannemler, teyzemler, dayımların yaşadığı evde imece usulü çok güzel bir
hayat yaşıyorduk.
Çağlayan
Ö.: Babam ise annemi
bende görüp beni cezalandırır, yıpratırdı, “Annesinin oğlu” diye. Beni bu durum
isyankâr olmaya itti, ben başkaldıran bir çocuk oldum o yüzden. Daha sokak
hayatı içinde yer aldım. Şu anda babam bir meleğe dönmüş vaziyette tabii
ama.
Annenizin
yanı daha mı rahattı.?
Çağlayan Ö.: Babam iki çocuk sahibi daha oldu, tam bir ev
hayatı vardı orada. Diğer yanda annemin evi bambaşkaydı. Anneannem, teyzemler,
annem birlikte yaşıyorlar, herkes işe gidiyor, bağımsızlığımız var, daha özgür
geliyor. Öbür tarafta ise pek işe yaramayan sürekli bir disiplin anlayışı var.
Siz hiç
şikâyetçi olmadınız mı annenizden, “Çok çalışıyorsun, bize
zaman ayır” diye.?
Çınar
Ö.: O serbestlikte insan
kendine bazı çözümler buluyor.
Annenizin
yokluğunu aradığınız bir dönem yok mu hayatınızda.?
Çınar Ö.: Yatılı okula gitmek zorunda kaldığım bir dönem
var. Babam ikinci hanımıyla evlendi, Nurten anneyle, babam anne dememizi
isterdi, çocukları oldu. Evde de yer darlığı oldu. Öyle diyeyim ben size. Babam
organize etti, böyle oldu.
Ne
kadar kaldınız yatılı okulda.?
Çınar Ö.: Liseyi bitirinceye kadar.
Çağlayan
Ö.: Ben çok okul
değiştirdim, babam benim adam olmayacağıma karar vermiş olmalı ki beni meslek
lisesine verdi. Protesto ettim, derse girmedim, sokaklarda dolaştım. Resim
yeteneğimi bulunca kendimi buldum, toparlandım.
Bu
isyanın nedeni ne.?
Çağlayan Ö.: Babamın beni çok rahat bırakmadığı bir dönemdi.
Annemizle güzel günler geçiriyoruz, oradan babamın yanına gidince öğrendiğimiz
rahatlıkların tümünü anlamsız buluyor, disipline etmeye çalışıyor, huzursuz
oluyoruz, annemin yanına kaçıyoruz. Kendi başına olan hayat, insana başka
şeyler öğretiyor. Normal bir ailede olsaydım kendi kendime karar vermek zorunda
kalmayacaktım, bu tecrübelerden geçmemiş olacaktım.
Çınar
Ö.: Reaksiyondu bu.
Annenizle
ne zaman düzenli olarak yaşamaya başladınız.?
Çınar Ö.: Annem Cevdet (Bilgin) abiyle evlenince. Annem
ikinci evliliğini bir heykeltıraşla yaptı.
“Ben
çocuklarımı ihmal ettim” diyordu. Hak verir misiniz bu sözüne.?
Çınar
Ö.: Bu sözü klasik bir
Türk annesi anlamında söyledi. Evet, bize üç öğün yemek yapmadı. Ama annelik
çocuğunun ufkunu açmaksa, geleceğini yönlendirmekse, bir insanın insan olmasını
sağlamaksa yüzde yüz yaptı. Ama ben zaten annemden günde üç öğün yemek
yapmasını hiçbir zaman istemedim. Çocukken de çok bağımsızdık, oturur peynir
ekmek yerdik. O da formüller buluyordu.
İyi de
çocuk aklınızla hiç mi gücenmiyordunuz, özlemiyordunuz.?
Çınar Ö.: Tabii, örneği bile var. İlkokuldaydım; o
zamanlar okullara un, yağ, peynir gönderilir, her gün bir kişi bu malzemeleri
alır, evde annesine yemek yaptırıp getirirdi. Öğretmenim annem doktor diye bana
bu görevi hiç vermezdi. Ben de bunu hiç hazmedemezdim. Bir gün malzemeleri
depodan arakladım, eve getirdim. Annem akşam geldi, yorgun, görünce “Bu ne
Çınar?” dedi, “Sıra bizde” dedim. Sabaha kadar uyumadı, elde hamur açtı, posta
posta puf böreği pişirdi, çok da güzel yapardı, ben ertesi gün gururla okula
götürdüm. Tabii öğretmenim azarladı ama neyse.
Çağlayan
Ö.: Annemin pratik
çözümleri vardı. Sigara böreğini tek tek kesip yapmazdı. Yufkaları üst üste
koyup rulo haline getirir, buzluğa atardı. Canımız çekince dolaptan çıkarır,
keser, kızartıp yerdik.
Çınar
Ö.: Hımm, çok da güzel
olurdu. Bir de kalan ekmekleri yumurtalayıp kızartırdı. Şeker döküp yerdik.
“Evde annem, biz ve üç arkadaşımız yaşadık”
Üniversite
yıllarınız nasıl geçti.?
Çağlayan Ö.: Evimiz yurt gibiydi, değil mi? Arkadaşlarımız
vardı hep.
Çınar
Ö.: Dur o hikaye öyle
değil. Ben tıp fakültesinde okuyorum, Bülent Gönül diye İzmirli bir arkadaşım
var bölümde. Babası memur, havalimanında bir pansiyon bulmuş, yollarda bitap
oluyor. Anneme “Bülent bizimle kalabilir mi?” diye sordum, “Hay hay” dedi.
Çağlayan
Ö.: Sonra bana sordu,
“Sizin bölümden ihtiyacı olan biri varsa, o da gelebilir” dedi. Hocalara
sordum, iki arkadaş da bize geldi. Arnavutköy’e taşındık o sırada ve üç güzel
sanatlı, iki tıplı öğrenci ve annem, birlikte yaşamaya başladık.
Türkan
Saylan oğullarıyla birlikte...
“Arkadaşlarım kimin oğlu olduğumu cenazede öğrendi”
Anneniz
hiç tanımadığı, görmediği binlerce çocuğun hayatını değiştirdi. Hiç mi
kıskanmadınız başka çocukları.?
Çınar Ö.: Biz onlara hep ortaktık. Hiç böyle bir duygu içerisinde
olmadık. Kıskançlık ancak erişilemeyecek bir şey olduğu zaman duyulur. Annemiz
hep bizimleydi.
Çağlayan
Ö.: Belki başkası
kıskanır ama biz biyolojik olarak annemiz olduğunu bile hissetmezdik. Yani,
arkadaş gibiydik, diğer çocukları gibiydik, onları hiçbir zaman ayırmadı
bizlerden.
Çınar
Ö.: Yani biz onun
çocuklarıyız diye hiçbir zaman bize gizliden bir kepçe fazla yemek koymadı. Biz
de istemezdik zaten.
Sizi
hiçbir zaman göz önünde görmedik ama Türkan Saylan’ın oğulları olmayı nasıl
tarif edersiniz.?
Çınar Ö.: Ben annemle aynı okuldayken bile kimse
bilmezdi. Hiçbir zaman onun unvanından yararlanmadık, istemezdi de.
Çağlayan
Ö.: Benim arkadaşlarım
annemin Türkan Saylan olduğunu cenaze töreninde öğrendiler.
Bu iyi
bir şey mi? Kimse “Annen kim?” diye sormadı mı.?
Çağlayan Ö.: Ben lisede grafik okurken annem bana bir staj
ayarladı. Patronlar biliyor ama birlikte çalıştığım insanlar bilmiyordu, güzel
şeyler yaptım ama üç-dört ay sonra ayrıldım oradan. “A niye baştan söylemedin?”
dediler öğrenince. Annemin adı orada olsaydı rahat olamazdım, kendi çabamla bir
şeyler başaracağımı gördüm. Kasıtlı saklamadık ama bir şekilde öğrenildiğinde
de sorun olmuyordu.
Çınar
Ö.: Normali bu değil mi?
Alışılmışı
değil.
Çağlayan Ö.: Annem de böyle isterdi.
Çınar
Ö.: Annem hiçbir zaman
telefonda “Ben profesör Türkan Saylan” demedi. “Ben doktor Türkan Saylan”
derdi. Bu, bizim öğrendiğimiz tecrübe.
“Ne
özel bir kadın bizim annemiz” diyor muydunuz.?
Yoksa onu evde lider yapma söz konusu değil miydi.?
Çınar Ö.: ÇYDD olsun, tıp olsun, lepra olsun, hiçbir zaman bize bir
telkinde bulunmamıştır.
Çağlayan
Ö.: Annem kahramanlık
yapmıyordu kendine göre. Rutin, doğal işler gibi görüyordu, bizim de böyle
düşünmemize fırsat vermezdi.
“Annemiz hedef olur diye korktuk”
Ergenekon
aramaları sırasında Çağlayan bey evdeymiş. Anlatır mısınız o anları.?
Çağlayan Ö.: Sabah erken saatlerde annemin kanı alınıyordu.
Televizyondan galiba baskınları duyduk. “Herhalde bize de gelirler” dediğimiz
anda kameradan kapıda birkaç kişi gördük. Kapı çalınmadan aşağıya indim, açtım.
Gayet naziktiler.
Ergenekon
sürecinin Saylan’ın hastalığına olumsuz bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz.?
Çınar Ö.: Fiziksel olarak mutlaka. Mental olarak ise daha
çok tetikledi. Son zamanlarında birçok şeyi rezervlerinden harcadı. Dört-beş
saat uyurdu eskiden, o dönem iş tersine döndü. Günün büyük bir kısmını uyuyarak
geçirip güç topluyordu.
Çağlayan
Ö.: O ara kan değerleri
çok düştü, kemoterapi yapamadılar.
Bazı
yayın organları veya gruplar annenizi hedef gösterme noktasında yayın yaptılar.
Hiç korku yaşadınız mı anneniz bir suikasta kurban gidecek diye.?
Çınar Ö.: Bazı dönemlerde oldu. Özellikle Ahmet Taner
Kışlalı’nın öldürülmesinden sonra çok korktum.
Çağlayan
Ö.: 12 Eylül döneminde de
profesörler öldürülüyordu, o dönemde de korkularımız oldu. Ama annem hiç
takmazdı öyle şeyleri. Bu evde de, pencerenin kenarında otururdu, herhangi bir
korkusu yoktu, bense tam tersi bir şey olacak diye korkardım.
Türkan
Saylan’ın hayatının son dönemini geçirdiği küçük oda (üstte). Evinin
duvarlarında pek çok resim ve fotoğraf var (altta)
“Hüzünlü ama tatlı bir veda oldu”
Annenizle
bilinci kapanmadan en son ne zaman konuştunuz.?
Çınar Ö.: Annem son 12-24 saat arasında bilincini
kaybetti. Ama o ana kadar çok yorgun olsa da sürekli tepki veriyordu,
dinliyordu. En son şunu hatırlıyorum, gazetenin başlıklarını okumamı rica etti.
Büyük sohbetler olamadı.
En son
bilinçli reaksiyonu neydi.?
Çınar Ö.: Hayat arkadaşım Mine hastaneye geldi, annem artık çok
yorgundu, seslenerek dikkatini çekiyorduk artık. Mine anneme yaklaştı,
“Saçlarımı kestirdim” dedi. Annem gözünü açtı, Mine’ye baktı, Mine hemen aradan
çekilip benim annemle göz kontağımı sağlamaya çalıştı. Yine annem gözleriyle
Mine’yi takip etti. Mine “Güzel olmuş mu?” diye sordu, “Evet” anlamında başını
salladı. Hemen yanına yaklaştık, “Anne ağrın var mı?” diye sorduk, bu kez “Yok”
gibisinden başını yukarı salladı. Son reaksiyonu bu.
Bir şey
vasiyet etti mi.?
Çağlayan Ö.: Yok, yok. O bizim kendi bağımsızlığımız içerisinde
gitmemizi istedi herhalde. Hiçbir şey istemedi. Son zamanlara kadar aynı evin
içerisinde yaşamamıza rağmen çok az bir araya gelebiliyorduk. İkimiz de kendiişlerimizle
ilgileniyorduk, karşılaştığımızda görüşürdük. Fazla diyalog onu sıkardı,
yapması gereken çok iş vardı.
Çınar
Ö.: Annemle çok nadir
saatlerce tartıştık. Hemen çözüm üretirdi.
Hastalık
dönemi size nasıl yansıdı.?
Çağlayan Ö.: Tüm yaşantısına normal devam etti. Hiçbir
şeyin kesintiye uğramasına izin vermedi.
Çınar
Ö.: Bize hastalıkla ilgili
hiçbir zaman acı, kederle konuşmadı.
Annenizin
ölümüne hazırlıklı mıydınız.? Zor bir soru ama...
Çınar Ö.: Evet çok zor bir soru. Ben tıptan geliyorum,
ölümle bir temasım var. Olayları birçok açıdan mantıklı değerlendirebiliyorum.
Bir yerde insan hazırlanıyor.
Çağlayan
Ö.: Şu anda ne
hissettiğimi ben de bilmiyorum. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Bu evin
aranması, bütün bu olaylar bir çeşit film gibi. Gerçek değilmiş gibi. Birtakım
garip şeyler oluyor ama annem yaşıyor, yapması gereken şeyleri yapıyor.
Hastalıkla bana hiç hissettirmeden mücadeleye devam ediyor gibi geliyor.
Şimdiden sonra hissedeceğim yokluğunu.
Cenazesinde
on binlerce kişiyi bir arada görünce ne düşündünüz.? Sizi nasıl etkiledi.?
Çınar Ö.: Ben hayatım boyunca bu kadar temiz yüzlü insanı
bir arada görmedim. Orada ağlayan bir sürü insan vardı ama onlar gururlarından
ağlıyorlardı. Hüngür hüngür değil ama bir yaş düşüyordu gözlerinden. Ve orada
gençler vardı. İçi dolu bir kalabalıktı. Çok tatlı bir vedaydı. Hüzünlü ama çok
tatlı bir veda.! İnsanlar “Bizim ufkumuzu açtın, teşekkür ederiz, biz senin
yolundan devam edeceğiz, iyi ki vardın” diyorlardı.
Çağlayan
Ö.: Yorum yapamıyorum
ben, halen neler olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Çınar
Ö.: Bu cenaze töreni
organize edilmedi, kimse otobüslerle toplanmadı, zaten saatine bile son anda
karar verilip duyuruldu. Oraya gelen herkes kendi rızası ve ekonomik
şartlarıyla, isteyerek geldi. Bu beni çok duygulandırdı.
Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2016 –
okkesb61@gmail.com,
http://www.medyagunebakis.com/ –okkesb@turkfreezone.com,
|