SİYASETİ ELE GEÇİREN TARİKAT NAKŞİBENDÎLİK

Türk siyasi hayatının en etkin tarikatı Nakşibendî Tarikatı ve Kolları..

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

SİYASETİ ELE GEÇİREN TARİKAT NAKŞİBENDÎLİK

Türk siyasi hayatının en etkin tarikatı Nakşibendî Tarikatı ve Kolları..

 

Kürt Halid-i Bağdadi Nakşibendî Tarikatı Önce Osmanlıyı Yıktı.

Şimdi Sıra İŞİD Lideri Torun Ebubekir el Bağdadi’de onun hedefi de Türkiye Cumhuriyeti.

Ancak Türkiye’ye gelmeden önce Irak ve Suriye topraklarında antrenman yapıyor.

200 sene önce İngilizler tarafından Hindistan'da devşirilen Kürt Halid-i Bağdadi Nakşibendî Tarikatı önce Osmanlıyı yıktı.

Günümüzde ise içeriden ve dışarıdan iktidarı tamamen ele geçirerek Türkiye Cumhuriyetini yıkıyor.

Türk kültürüne düşman bu tarikat CIA - Mossad işbirliğiyle kanser gibi yayıldı.

CAMİLER KIŞLA, MİNARELER SÜNGÜ OLDU.

Bugün İmamların çoğu Yezit dönemindeki imamlar gibi oldu.

Din emperyalizmin uşaklığını yapan bir araç haline getirildi. Sonradan tarikata giren Turgut Özal bile Nakşibendî olmasam devletin başına gelemezdim demişti. Bu tarikat Küresel sermayenin hizmetkârıdır.

 

 

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2015 - okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ -okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb web: http://www.trabmarder.org,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi, okkesb@telmar.net,

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2015 - okkesb61@gmail.com,

 

SİYASİ HAYATIN ETKİN TARİKATI NAKŞİBENDÎLİK

Türk Siyasi Hayatının En Etkin Tarikatlarından biri Nakşibendilik.!


Batılılaşma ve Cumhuriyet'e en çok direnen tarikat olarak tanınıyor... 
Nakşiler politikayı seviyor, parti kuruyor, siyaseti yönlendiriyor... 
Nakşiliğe girenlerin 11 ilkeye sıkı sıkıya uyması gerekiyor.

Turgut Özal dâhil pek çok tanınmış Nakşibendî politikacı var.


Türk Siyasi Hayatının Etkin Tarikatı Nakşibendîlik

Türkistan çıkışlı olan Nakşîlik, Türkiye'de özellikle 1980 sonrası meşruiyet kazandı ve yakın dönemde Türk siyasi hayatını derinden etkileyen tarikat oldu Cumhuriyet'in ilk yıllarında Menemen isyanı ile yeni yönetimle çatışan Nakşilik, süreç içinde MSP, RP, ANAP ve AKP ile siyaseti yönlendirmeye çalıştı. 
Yakın dönem Türk siyasi hayatını en derinden etkileyen tarikatların başında Nakşîlik gelir.

Kurucusu, 1318-1389 yılları arasında Türkistan Buhara'da yaşayan Muhammed Bahaüddin'dir.

Tarikat ismini Farsça nakş ve bend (nakış yapan) kelimesinden alır. Zira şeyhin müridin kalbini işlediği, onun üzerine süsler yaptığı varsayılır.

Bu nedenle kurucusunun isminin sonuna Nakşibend kelimesi eklenmiş, tarikat da bu nedenle Nakşibendî ya da Nakşî adlarıyla anılır.

Anadolu'ya ilk kez 15'inci asrın sonlarında gelen tarikatın bugün yaygın ve en güçlü tarikat olmasının nedeni şeyhe bağlılık ilkesinin diğer tarikatlara göre çok daha sıkı uygulanması.
EN KOLAY TARİKAT 
Nakşilik tüm tarikatlar arasında en kolay olanı olarak nitelendirilir. Zira Nakşilik'te şeyh müritten daha fazla çalışır. Tarikatta en büyük mürşid (yol gösterici) şeyhtir ama daha alt düzeyde de mürşitler vardır. Nakşilik'te mürşit görevini üstlenenler de kalbindeki tüm güzellikleri aktarmak zorundadır.

HATM-İ HACEGÂN

Nakşilik'i diğerlerinden ayıran en önemli özellik gizli zikir ilkesidir.

Yani Allah'ın adını yüksek sesle söylemek ve bunu ayine dönüştürmek yoktur. Allah'ın adı ya içinden ya da çok küçük bir sesle anılır. Nakşîliğe özgü bu zikre Hatm-i Hacegân denir ve yabancılar bu zikre alınmaz.
ŞAPKA VE MENEMEN 
Osmanlı'daki Batılılaşma ve Tanzimat hareketlerine karşı çıkmış olmaları. Kendi deyimleriyle Osmanlı'daki Batı taklitçiliği zihniyetini frenlemeyi savunmuşlardır. Aynı kelimeleri siyasi hayatında sıkça kullanan Necmettin Erbakan'ın bu sözleri nereden aldığı da böylece anlaşılabilir.

İslam'dan uzaklaşma hareketleriyle mücadele etmeyi en önemli görev haline getiren Nakşîler bu nedenle Cumhuriyet döneminde devletle en çok karşı karşıya gelen tarikat oldu.

Bu durum özellikle tekke ve zaviyelerin kapatılması, dini esas ve inançlardan ayıklanmış kanunların yapılması ve Batılı anlamda laiklik üzerine kurulu bir devlet kurulması gibi uygulamalarda kendini gösterdi.

Nitekim Nakşî İskilipli Atıf Hoca Frenk Mukallitliği taklitçiliği) ve Şapka isimli yazısından dolayı yargılandı ve idam edildi. Yine Şeyh Esat Efendi de Menemen Olayı'nda yargılandı, tutukluyken yaşamını yitirdi.
1960 SONRASI  POLİTİKADA AĞIRLIK KAZANDI
Nakşibendî tarikatının sosyal hayattaki ve politikadaki ağırlığının artması 1960 sonrasına denk gelir.

Özellikle Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi hareketlerinde Nakşîliğin gücü önemli ölçüde siyasi hayatta kullanıldı.

Ancak bu partilerin dince kutsal sayılan şeyleri bile politik malzeme konusu yapması sonradan tarikat içinde de büyük eleştiri aldı. Ama asıl olarak yakın dönemde bu konuda büyük bir fatura ödeyen dini çevreler rahatsızlıklarını yüksek sesle dile getirdi. Buna rağmen siyasetçiler her dönemde bu tarikatla ilişkilerini siyasi malzeme olarak kullanmayı sürdürdü.

Nakşîliğin son dönemde yaygınlaşıp güçlenmesi Şeyh Bursalı Mehmet Zahid Kotku sayesinde oldu. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Necmettin Erbakan yeni partinin çekirdek kadrosunu yine Nakşîlerden oluşturdu. O günlerde Kotku, Erbakan'a yakınlık gösterdi ve büyük destek verdi.
ZAHİT KOTKU'NUN ÖLÜMÜ 
Mehmet Zait Kotku 1980 yılında öldü. Yüz bin kişinin katıldığı tören sonrasında cenazesi, Milli Güvenlik Konseyi'nin özel izniyle Süleymaniye Camisi'nde bulunan ve Nakşi şeyhlerinin gömüldüğü bölüme defnedildi.

Kotku yaşadığı dönemde İstanbul Fatih'te görev yaptığı İskenderpaşa Camisi ve çevresini Nakşîliğin merkezi haline getirdi.

Nakşîliğin aynı dönemdeki bir diğer önemli ismi de Üsküdar'daki Şeyh Sami Efendi'ydi. Gerek Sami Efendi gerekse Kotku'nun ardı ardına ölümünün ardından tarikatın Adıyaman Menzil'de yaşayan ismi Mehmet Raşit Erol ile yine Fatih'te Yavuzselim Camisi imamlığı yapan Mahmut Ustaosmanoğlu öne çıktı. Ancak Kotku'nun ölümünün ardından tarikatta ayrılıklar da su yüzüne çıktı.

Kotku'nun yerine uzun yıllar Avusturalya'da yaşayan damadı ilahiyat profesörü Esat Coşan geçtiyse de tarikatı tek merkezde toparlayamadı. Kısa süre sonra ölen Prof. Esat Coşan'ın yerine de oğlu Nurettin Coşan geçti. Tarikat bu nedenle birden fazla merkezden yönetiliyor.

Başında Nurettin Coşan'ın bulunduğu İskenderpaşa Cemaati, başında Mahmut Ustaosmanoğlu'nun bulunduğu İsmailağa Cemaati, liderliğini Osman Nuri Topbaş'ın yaptığı Erenköy Cemaati ve Abdülkadir Erol'un başında bulunduğu Adıyaman'daki Menzil Cemaati.

Bu arada tarikatın yaşayan en yaşlı kişisi Şeyh Nazım Kıbrıslı'nın da tarikatta önemli bir ağırlığı bulunuyor.
NURCULUK EKOLÜ 
Nakşîliğin bir başka önemli noktası da Türk siyasi hayatında çok tartışılan Nurculuk'unda kendisi bir Nakşî olan Saidi Nursi tarafından kurulması.

Saidi Nursi'nin ölümünün ardından kendisi de birkaç kola bölünen Nurculuk içinde elbette ki en önemli akım Fethullah Gülen Cemaati.

Öyle ki bir zamanlar Nurculuk'un Nakşilik'ten ayrı bir tarikat olup olmadığı tartışılırken şimdilerde Fethullahçılık'ın bizatihi kendisinden sık sık tarikat olarak bahsediliyor.

'Tarikatlar Osmanlı'da Şimdikinden Daha Ilımlıydı'
Bahçeşehir Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Sosyolog Prof. Nilüfer Narlı, tarikatların ve Nakşibendîlerin Türk siyasetindeki durumunu değerlendirdi:

Bugün tarikatların temsil ettiği İslam anlayışı ile Osmanlı'daki tarikatların temsil ettiği İslam anlayışı arasında temel farklılık şimdiki tarikatların daha radikal olması. İbadetin dışa vurulmasından ziyade, tanrı sevgisi, insan sevgisi, kendini bilmek gibi fikirlere açık, insan yüzü daha güçlü bir İslam anlayışı vardı.

Radikalleşme süreci Cumhuriyetin kurulması ile başladı. Cumhuriyet'in tekke ve zaviyeleri kapatması ile birlikte tarikatların kendilerini isyanlar ile ifade etti. 
RESTORASYON

195'li yıllarda Demokrat Parti'nin ortaya çıkması ile birlikte tarikatlar yeraltında mı kalalım yoksa kurulan bu partiler ile açık kapalı ittifaklar mı yürütelim tartışmasına başladı.

Özellikle Nur cemaati Demokrat Parti ile ittifaka girdi. Bunun sonucunda mesela ezanın tekrar Arapça söylenmesi, türbelerin tekrar ziyarete açılması gibi tavizler aldılar.

Bu dönemle birlikte İslami restorasyon dönemine geldiğimizi görüyoruz. 1960 darbesi de şaşırtıcı bir biçimde tarikat ve cemaatlere yaradı. 1961 Anayasası'nın özgürlükçü ortamı, toplanma ve dernekleşme hürriyetini genişletmesi son derece işlerine yaradı.

Daha kapalı hareket eden tarikatlar, cami yaptırma dernekleri kurarak kendilerini daha legal ifade etmeye başladılar. 1970'lere kadar legal yapılanmanın yüzde 75'ini bu cami yaptırma dernekleri oluşturdu.
MSP ÖRNEĞİ 
1970'li yıllarda ise tarikatlar ve cemaatlerin var olan partiler ile ittifak kurmak yerine kendi partilerini kurmayı yeğlediler. Milli Selamet Partisi bu nedenle Nurcular ve Nakşibendîlerin ittifakı ile kuruldu. Çeşitli hükümetlerde iktidar ortağı olması ile birlikte ise imam hatip okullarının liselere denkliği kabul edildi ve tarikat bağlantısı olan kişiler çeşitli devlet görevlerine getirildi.

12 Eylül 1980 darbesinin her ne kadar gerekçeleri arasında ünlü Konya Mitingi'nde yaşananlar olmasına karşın darbe sonrası tarikatların daha rahat hareket ettiler.

Bugün tartışılan Ilımlı İslam teorisinin de aslında 12 Eylül sonrasında askerlerin desteklediği Türk-İslam sentezi ile gerçekleştirilmek istendi.

Tarikatlar 80'li yıllar da ise şirketleşmeye ve vakıflaşmaya yöneldi.

Kurdukları şirketlerin dünyaya açılması ile birlikte onlarda küreselleşiyor. Örneğin bir tarikat Avustralya'da çok büyük yatırımlara rahatlıkla girdi.

Tarikatla İlişkisi Olduğu Bilinen Siyasiler
Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Turgut Özal,

Yusuf Bozkurt Özal, Hüsnü Doğan, Mehmet Keçeciler,
Vehbi Dinçerler, Nevzat Yalçıntaş, Eymen Topbaş,
Ahmet Denizolgun, Hasan Aksay, Göksal Küçükali,
Tahir Büyükkörükçü, Lütfü Doğan, Osman Demirci,
Fehim Adak, Oğuzhan Asiltürk, Muhsin Yazıcıoğlu,
Ökkeş Şendiler

 

TARİKAT SÖZLÜĞÜ
ŞERİAT: İslam dinindeki uygulamaya dair hükümlerin tümüne şeriat denir. Şeriatın bu hükümleri, doğrudan doğruya dini alanda, ibadet ilgili kurallarla, İslam dünya görüşünün hukuka, ekonomiye, devlet idaresine, ticarete ve dünya kaideleri olarak iki ana bölüme ayrılır. 
ÜMMET: Millet kavramından daha geniş olarak ümmet kavramı, İslami dünya görüşünde ve islamın peygamberinin manevi şahsiyeti etrafında birleşmiş müslüman toplumunun adıdır. 
MEZHEP: İslamiyetin kuruluşunu takip eden asırlarda bir takım görüş ayrılıkları, çeşitlilikler ve hatta bazı sapmalar olmuştur. Kabul edilen dört mezhep vardır: Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve Hanbelilik. Bunlar da ana ve temel hükümlerde beraberdir. 
TARİKAT: 

Arapça'daki tarikat (Yol) kelimesinin çoğulu olup yollar anlamına gelmektedir. Kavram şöyle de açılabilir: Allah'a ulaşma gayesini güdenlerin izledikleri özel tarz, yol, metot, hareket biçimi. Bazı uzmanlara göre, tarikat ve şeriat birbirinden ayrı düşünülemez. Şeriat esastır, tarikat onun içinde yeni bir boyuttur.

Nakşîler Zikirlerini Nasıl Yapıyor.?

Tarikatlarda zikir adı verilen ayinleri Nakşîler tarikatın denetimindeki camilerde ya da tarikat mensuplarının özel işyeri ve evlerinde yapıyor.

Hatm-i hace olarak adlandırılan bu ayinde müritler yan yana oturarak bir halka oluşturuyor. Önce ayini yöneten şeyh ya da hoca okunacak sureyi söylüyor. Müritler bu surenin kaç kere okunduğunu biliyorlar ve karanlıkta sessiz bir şekilde sureyi okuyorlar. Zikirden önce müritlerle hoca arasında din üzerine sohbetler yapılıyor. Bu sohbet herkesin gelmesi ve halkanın tamamlanmasına kadar sürüyor.

Nakşîlerin zikirlerine müritler bazen o güne kadar zikire katılmamış bir yabancıyı da beraberinde getirebiliyor. Ancak yeni gelenin kimliği ya da dini konulardaki düşünceleri asla sorulmuyor.

Zikir bittikten sonra katılanlar sağdan sola doğru birbirlerinin ellerini sıkıyor.

Buna musafaha deniyor ve musafaha zikiri yöneten hoca ya da şeyh efendi ile sona eriyor. Nakşîlerin toplantılarının en önemli özelliklerinden biri de çay içilmesi. Zikirden sonra hep birlikte yemek yeniyor ve ardından çay içilerek sohbet ediliyor.

TARİKATIN 11 İLKESİ
Nakşilik'te tarikata girenlerin 11 ilkeyi her zaman gözetmesi gerekmektedir. Bunlar;

Soluk alıp verdikçe Allah'tan hatırlamak;

Yürürken sağa sola bakıp oyalanmamak;

Allah'a yönelip gidildiğini unutmamak;

Kalabalıkta bile Allah'ın huzurunda yalnız başına olunduğunu düşünmek;

Sessiz olmak kaydıyla Allah'ı kalbiyle anmaya devam etmek;

Allah'ı anarken dileğim senin rızandır demek; Bu dünyaya ait şeyleri yürekten silip atmak;

Her zaman Allah'ı düşünmeye çalışmak;

Tarikat prensiplerinden olan zikir sayılarına mutlaka uymak;

Zamanını Allah'a ulaşmaya harcamak; Zikrederken soluğunu tutup Allah'a bağlanmak.

Nakşîlerde zikrin, hangi duaların, ayetlerin kaç kez nasıl söyleneceği kesin bir biçimde saptanmıştır.

Hatta toplu ya da tek başına yapılan zikirler bile birbirinden değişiktir. Örneğin tek başına zikir mutlaka temiz bir elbiseyle, temiz bir yere oturularak, geceleyin başa beyaz örtü alıp, kıbleye dönülerek yapılır.

 

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2015 - okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ -okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb web: http://www.trabmarder.org,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi, okkesb@telmar.net,

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2015 - okkesb61@gmail.com,

 

IŞİD'IN KURUCUSU

EBUBEKİR EL BAĞDADİ

Time Dergisinin Yılın Kişisi Anketinden İkinci Olarak Çıkan IŞİD'ın Kurucu Lideri Ebubekir el Bağdadi, Dünyanın İlgisini Çekmeye Devam Ediyor.

ABD'de William McCants tarafından kaleme alınan ve IŞİD liderinin hayatını mercek altına alan araştırma yazısında Bağdadi'nin içe kapanık bir çocukluk ve gençlik döneminden sonra kanlı örgütün zirvesine yükselme öyküsü anlatılıyor.

ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsüsü, IŞİD’ın kurucusu Ebubekir el Bağdadi’nin hayatını mercek altına alan bir araştırma yazısı yayınladı. William McCants tarafından kaleme alınan ve 1 Eylül 2015’de yayınlanan bu yazının, Melih Cılga tarafından yapılan Türkçe çevirisi ise medyascope.tv internet sitesinde yayınlandı.

medyascope.tv’de “Ebubekir el Bağdadi’nin portresi: Din ve futbola tutkun, içe kapanık bir adam nasıl IŞİD lideri oldu?” başlığıyla yayınlanan yazıda, Bağdadi’nin, futbol oynamayı çok seven ve oyun sırasında kendisine sert davrananlara bile sesini yükseltmeyen, içe kapanık bir çocuk olduğundan söz ediliyor.

Bağdadi: Kalın, çatık kaşlarının altındaki kapkara gözlerinde gizlenen yoğun bir öfke ile İçine kapanık bir adam nasıl IŞİD lideri oldu.?

İbrahim Avad İbrahim el Badri, Bağdat’ın kuzeyinde “Sünni Üçgeni” denilen bölgede, geçmişi antik dönemlere uzanan Irak şehri Samarra’da 1971 yılında doğru. (Sünni Üçgeni, yaklaşık olarak Bağdat, Ramadi ve Tikrit şehirlerini kapsayan bölge). Yerel bir camide hatim dersleri veren mütedeyyin bir adamın oğlu olan İbrahim, içekapanık, az konuşan, konuşsa da sesi pek duyulmayan biriydi.

Bu dönemine tanıklık etmiş komşuları onu çekingen ve kendi dünyasında yaşayan bir çocuk olarak hatırlıyor.

En sevdiği spor futboldu; mahalledeki arkadaşlarıyla maç yaparken birisi ona çarpıp yere düşürse bile sesini yükseltmez, duygularını içine atardı. Ama o yıllara ait fotoğrafları başka bir özelliğini daha ele veriyordu: Kalın, çatık kaşlarının altındaki kapkara gözlerinde gizlenen yoğun bir öfke.

Hatim indiren genç Bağdadi

Bağdadi’nin alt orta sınıfa mensup ailesi, sadece dindarlıklarıyla değil, gurur duydukları soyağaçlarıyla da tanınıyordu.

Bağdadi’nin Sünni ataları, Samarra şehrindeki altın kubbeli Askeriye Türbesi’nde yatan ve aslında Şiiler tarafından kutsal kabul edilen 12 imamdan ikisi üzerinden, kendi soylarının da peygamber soyuyla bağlantılı olduğunu iddia ediyordu.

Bağdadi’nin soyağacı, Irak’ta sık rastlanan Sünni ve Şii kimliklerin kısmen üst üste örtüştüğü pek çok örnekten biri. Bu kısmi örtüşmeden bile rahatsız olan ve Sünnilerle Şiiler arasındaki “ebedi” ayrımı vurgulamak isteyen El Kaide, ABD’nin Irak’ı işgalinden birkaç yıl sonra 2006’da Askeriye Türbesi’ni bombalayacaktı.

Bağdadi’nin babası Avad, yaşadıkları şehirde halkın dini hayatında aktif rol oynayan biriydi.

Babasının hatim öğretmenliği yaptığı cami, aynı zamanda mahalledeki çocukları Kuran’ı ezberlemeleri için yönlendiren genç Bağdadi’nin bizzat kendi öğretmenlik deneyiminin de başladığı yer oldu. Etkili konuşma sanatı ve dini eğitim verme konusundaki ilk deneyimini böyle yaşamıştı. Kuran’ı yüksek sesle okudukça Bağdadi’nin dingin sesi canlanıyor, artık heceleri kuvvetli ve yankılanan bir ses tonuyla telaffuz ediyordu. Hatim sanatının inceliklerinde ustalaşmak için saatlerce, günlerce çalıştı.

Bağdadi’nin ailesinin dindarlığına rağmen, ailenin bazı üyeleri Arap milliyetçiliği çerçevesinde tüm Arap ülkelerini birleştirmeyi hedefleyen sosyalist Baas Partisi’ne katılmıştı. Baas liderleri, insanların özel hayatında kendilerini dine adamalarını hoş görseler ve hatta bazen teşvik etseler bile, dini siyasallaştıranları kendi iktidarlarına bir tehdit olarak gördüler, dini aktivizme her zaman karşı oldular.

Bağdadi’nin amcalarından ikisi Saddam’ın güvenlik teşkilatında çalıştı, kardeşlerinden biri de orduda subay oldu. Asker olan başka bir kardeşi, 1980’ler boyunca sekiz yıl süren İran-Irak savaşında hayatını kaybetti.

Savaş biraz daha uzun sürseydi ve gözlerindeki miyopluk yüzünden askerlikten muaf tutulmasaydı, belki Bağdadi de kardeşiyle aynı kaderi paylaşacaktı.

Üniversite öğrencisi Bağdadi

Bağdadi 1996’da Bağdat Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Saddam İslam Araştırmaları Üniversitesi’ne girdi ve en sevdiği konu olan hatim dalında yüksek lisansa başladı. Hiç kuşku yok ki ailesindeki Baas üyesi olan akrabaları, çok seçerek öğrenci kabul eden bu elit üniversiteye girmesinde yardımcı oldular.

Master eğitimi sırasında amcası İsmail el Badri, Bağdadi’yi “Müslüman Kardeşler” (İhvan) hareketine katılmaya ikna etti. Bağdadi’nin ilk başta tanıştıkları da dâhil olmak üzere, Bağdat’taki “İhvan” mensuplarının çoğu, devletlerin şeriat düzenine geçmesini isteyen, ama bu olmadığında başkaldırmayı da düşünmeyen “barışçı” Selefilerdi. Ama Bağdadi kısa sürede onlardan uzaklaştı ve azınlıktaki radikal Selefilere yanaştı.

Bunlar, İslam inancına ihanet ettiğini düşündükleri devlet yöneticilerini devirmek gerektiğini söylüyor ve kendilerini “cihatçı Selefiler” olarak adlandırıyorlardı. Bağdadi’nin ağabeyi Cuma da bu grubun içerisindeydi. Bağdadi’nin akıl hocası olan ve 1980’lerde Afganistan’da Sovyetler’e karşı savaşmış “İhvan” üyelerinden biri olan Muhammed Hardan da oradaydı.

Böylece Bağdadi Müslüman Kardeşler’in içerisinde cihat yolunu öneren teorisyenlerin kitaplarını okumaya başladı. “Eyleme geçen değil, sadece konuşan” insanlardan oluştuğunu düşündüğü ana akım “İhvan” siyasetine tahammül edemiyordu artık. 2000 yılına geldiğimizde Bağdadi “İhvan” içerisinde bir kavga başlatmaya çoktan hazırdı.

Futbol yıldızı Bağdadi: Bizim Messi

2000-2004 dönemine dair Bağdadi hakkında bildiklerimiz daha çok onun özel hayatıyla ilgili gayet yüzeysel bilgiler. İki eşi ve altı çocuğu olduğu tahmin ediliyor. İlk eşi Esma dayısının kızıydı. İkinci eşi İsra ile muhtemelen 2003’teki Amerikan işgalinden sonra evlenmiş olması gerekiyor. Diğer muhafazakâr Müslümanlar gibi Bağdadi de eşlerinin sokağa çıkmasına pek izin vermez, kendisi de asosyal bir hayat yaşardı. Zamanının çoğunu Bağdat’ın yoksul Tobçi mahallesinde Hacı Zeydan Camii yakınlarındaki küçük apartman dairesinde ailesiyle geçirirdi. Bu camide mahallenin çocuklarına hatim dersleri verir ve o gür sesiyle ezan okurdu.

Bu cami aynı zamanda onun diğer tutkusunu da hayata geçirdiği yerdi: Futbol. Caminin bir futbol kulübü vardı ve Bağdadi yıldız oyuncuydu; mahalledekiler onu “bizim Messi” diye bilirdi. Takım arkadaşları Bağdadi’nin gol atamayınca hemen sinirlenip öfkelendiğini de hatırlıyorlar.

Gol kaçırmasının yanı sıra, gündelik hayatta İslam kurallarına uymayan herhangi bir davranış görmesi de Bağdadi’nin öfkelenmesine yetiyordu. O günlerden bir komşusunun aktardığına göre, bir gün bir düğünde kadınların ve erkeklerin birlikte dans ettiğini gören Bağdadi bu duruma çok öfkelenmiş ve müdahale ederek dansı durdurmuştu.

Amerikalılar Bağdadi’yi Tutukluyor

2003’ün sonlarında Amerikalılar Saddam’ın ordusunu dağıttıktan sonra, Bağdadi “Ehli Sünnet vel Cemaat Ordusu” isimli bir militan grubun kurulmasına yardımcı oldu. Bu grup kuzey ve orta Irak’ın birçok yerinde Amerikan askerlerine karşı silahlı mücadele yürütecekti.

Şubat 2004’te Bağdadi Amerikalıların “arananlar listesi”nde bulunan bir arkadaşını ziyaret etmek için gittiği Felluce’de tutuklandı ve güney Irak’taki Camp Bucca hapishanesine gönderildi. Hapishane kayıtlarına “sivil tutuklu” diye yazılmıştı, yani Amerikalılar onun bir cihatçı olduğunu henüz bilmiyorlardı.

Hapiste kaldığı 10 ay boyunca Bağdadi militan tarafını gizledi ve kendisini dini faaliyetlere adadı; Cuma hutbelerini üstlendi, diğer mahkûmlara din dersleri verdi. Bir koğuş arkadaşı “Bağdadi sessiz sakin birisiydi, ama belli bir karizması vardı, karşınızdakinin önemli bir insan olduğunu hissediyordunuz” diye hatırlıyor o günleri.

Tabii orada da futbol sahasındaki yeteneğini konuşturacak, hem mahkûmları hem de gardiyanları kendine hayran bırakacaktı. “Bizim Messi”den sonra, Camp Bucca hapishanesindeki yeni lakabı “Maradona”ydı.

Bağdadi’nin Bucca’da arkadaşlık kurduğu eski Baasçıların bir kısmı, sonradan onunla birlikte IŞİD saflarında yükseldi. “Eğer Irak’ta o Amerikan hapishanesi olmasaydı, bugün IŞİD diye bir şey olmazdı. Bucca bir fabrikaydı, hepimizi orası üretti, bizim ideolojimizi biçimlendirdi” diyor o günleri hatırlayan ve The Guardian’a röportaj veren bir mahkûm. Mahkûmlar o hapishaneden “akademi” diye bahsediyorlardı ve Bağdadi de oradaki 10 ay boyunca “öğretim üyelerinden” biri olmuştu.

8 Aralık 2004’te tahliye edildiğinde Bağdadi çoktan bir çekirdek kadro ve “adres defteri” sistemi oluşturmuştu kendine: Tahliye edilen her mahkûm, iç çamaşırının lastiğine dışarıda bağlantıya geçeceği kişinin telefon numarasını yazıyordu.

El Kaide ile Bağlantı Kuruyor

Bağdadi’nin tahliyesinden sadece iki ay önce uluslararası terör örgütü El Kaide, Ebu Musab el Zerkavi yönetimindeki küçük bir cihatçı milis grubunu kendi bünyesine katarak Irak şubesini açmış ve başına da Zerkavi’yi getirmişti.

Bağdadi henüz Bucca hapishanesindeyken mutlaka Zerkavi’nin örgütündeki cihatçıların bazılarıyla tanışmış ve kendisinden bile daha radikal olan bu insanların cazibesine kapılmış olmalı.

Tahliyesinden sonra Bağdadi El Kaide üyesi olan bir akrabası aracılığıyla örgütün Irak şubesiyle bağlantı kurdu. Örgüt temsilcisi ise Bağdadi’yi bir yandan Suriye’nin başkenti Şam’a gidip örgüt adına bir şeyler yapmaya, diğer yandan da yarım bıraktığı doktorasını tamamlamaya ikna etti.

Haziran [2006] ayında bir Amerikan hava saldırısında Zerkavi öldürülünce, onun yerine geçen Mısırlı cihatçı Ebu Eyüp el Mısri de Zerkavi’nin planına sadık kaldı ve Ekim ayında İslam Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.

Bağdadi bu yeni İslam Devleti tarafından Irak’ın bazı “vilayetlerine” diyanet işleri sorumlusu olarak atandı. Gerçi henüz ortada sınırları belli bir devlet ya da vilayet olmadığı için, Bağdadi’nin pratikteki sorumluluğu yine propaganda faaliyetlerini yürütmek, örgüt askerlerinin İslam’a uygun yaşamalarını denetlemek ve herhangi bir yerde bir suç işlendiğinde şeriatta öngörülen cezaların acımasızca uygulanmasını sağlamaktı.

Bu taşra görevine kısa bir süre ara veren Bağdadi, Mart 2007’de Kuran Bilimleri doktora derecesini aldı. Hem bu akademik başarısı hem de İslam Devleti’nin diyanet işleri denetçisi olarak gösterdiği performans sonucunda el Mısri’nin dikkatini çekmeyi başardı.

El Mısri onu Şeriat Komitesi denetçiliği görevine atadı ve 11 kişilik Danışmanlar Konseyi’ne aldı. Konsey her ne kadar vitrindeki emir Ebu Ömer’e danışmanlık yapıyormuş gibi görünse de, gücünü yabancı cihatçılardan alan ve aslen Mısırlı olan el Mısri tarafından yönetiliyordu.

Bin Ladin’e Mektuplar

Kısa sürede, üç kişiden oluşan İslam Devleti Koordinasyon Komitesi’ne atandı. Artık İslam Devleti’nin askeri kumandanlarını seçme, denetleme ve işten atma yetkisine sahip üç kişiden biriydi. Ebu Ömer’in büyük patron Usame bin Ladin’e yazdığı mesajları kaleme aldı, ayrıca İslam Devleti’nin yöneticileri arasındaki yazışmaları koordine etti.

Her şey yolunda giderken bu yazışmalardan bir tanesi Nisan 2010’da Irak resmi güvenlik güçlerinin eline geçince, çorap söküğü gibi hızla ilerleyen bir soruşturma sonucunda Amerikan ve Irak askerleri bir operasyon düzenleyip Ebu ömer ve el Mısri’yi Tikrit’te saklandıkları bir evde ablukaya aldı. İslam Devleti’nin bu iki tepe yöneticisi teslim olmaktansa kendilerini havaya uçurmayı tercih etti.

Bu ölümlerin ardından İslam Devleti yeni bir emir seçmek durumunda kalmıştı ama Amerikalıların bir baskın daha yapmasından korktukları için Danışmanlar Konseyi bir türlü bir araya gelip seçim yapamadı. Bu noktada, arka plandaki büyük patron Usame bin Ladin devreye girdi. Danışmanlar Konseyi’ne talimat vererek şimdilik geçici bir emir seçmelerini, asıl adayların isimlerini ve niteliklerini içeren bir listenin de kendisine gönderilmesini istedi.

Emir Bağdadi

O sırada İslam Devleti’nin askeri konsey başkanı olan Hacı Bekir, yeni emir seçilmesi sürecini manipüle etmek için uygun bir fırsat bulduğuna inanıyordu. Eskiden Saddam’ın ordusunda albaylık yapmış olan Bekir, yeterince dindar bir geçmişi olmadığı için kendisinin emir olamayacağını biliyordu. Bu yüzden, seçilecek emiri arka plandan yönetecek adam olmaya karar verdi. Gözüne kestirdiği “kolay yönetilebilir” emir adayı da genç Bağdadi’den başkası değildi.

Hacı Bekir İslam Devleti’nin vahşi yöntemlerini sürdürme taraftarıydı ama bu konuda hep El Kaide merkezinden eleştiri geliyordu. Belki Bağdadi’yi emir seçtirebilirse, onun da bu konuda kendisini destekleyeceğini ve El Kaide yönetimine mesafe koyabileceğini hesaplamıştı. Sonuçta Bekir, bin Ladin’in seçimle ilgili talimatlarını hiçe sayarak Danışmanlar Konseyi’nin 11 üyesine de mektup yazıp diğer tüm üyelerin Bağdadi’yi desteklediğini iddia etti. Tabii ki Bağdadi’nin peygamber soyundan geliyor olma iddiasını, Kuran okuma konusundaki ustalığını ve örgüt içerisindeki idarecilik becerilerini de pazarlamaktan geri kalmadı.

Danışmanlar Konseyi 9’a 2 oy çokluğuyla, 39 yaşındaki Bağdadi’yi İslam Devleti’nin yeni emiri seçti. O ana kadar herkesin İbrahim el Badri olarak tanıdığı bu adam, ismini Ebubekir el Bağdadi olarak değiştirdi.

Yeni emirin onayıyla (ve tabii ki şükran duygularıyla) harekete geçen Hacı Bekir, İslam Devleti içerisinde Bağdadi’nin otoritesine karşı çıkabilecek herkesi ortadan kaldırmaya girişti. Örgüt üyelerince “gölgelerin prensi” ve “Emir’in özel bakanı” olarak adlandırılan Bekir, tıpkı Saddam döneminde yaptığı gibi, kimi zaman korkutma kimi zaman da doğrudan suikast yoluna başvurarak muhalifleri “etkisiz hale getirdi”.

İslam Devleti’nde güç artık yabancı mücahitlerden Iraklılara geçmişti. Yeni komuta kademesi Bağdadi ve Bekir gibi Kamp Bucca’nın eski mahkûmlarından oluşuyordu. Bekir gibi birçoğunun da Saddam’ın ordusunda ya da istihbarat teşkilatında çalışmışlığı vardı. Otoriter bir devleti yönetmek için gayet kullanışlı bir kadroydu bu.

İktidarını sağlama alan Bağdadi ve perde arkasındaki danışmanı Bekir, İslam Devleti’nin zayıflamaya yüz tutmuş imajını ve gücünü yeniden canlandırmaya girişti. Yaşadıkları askeri yenilgiler ve baskınlar sonucu 2008’den beri iyice yeraltına inmiş olan örgütü yeniden ortaya çıkarmaya ve bir halifelik kurmak için gereken toprak parçasını ele geçirmeye kararlıydılar.

2011’de Suriye’de huzursuzluğun büyümeye başlaması, Bağdadi’nin arayıp da bulamadığı fırsatı karşısına çıkardı. Bağdadi’nin umudu, yaratılan bu kaos ortamından faydalanıp İslam Devleti’nin el koyacağı ilk toprak parçasını ele geçirmekti.

Suriye devlet başkanı Beşar Esad ise sivillere yönelik bu saldırıları rejimi protesto eden diğer eylemlerle aynı kefeye koyarak, barışçı protestocuların da aslında teröristten farklı olmadığını söylemeyi tercih etti.

Bu arada El Nusra bir muhalif örgüt olmaya doğru evrilirken, Sünni sivilleri öldürmemek için daha özenli davranmaya ve Esad’ı devirmek isteyen diğer Sünni muhaliflerle de işbirliği geliştirmeye başladı. El Nusra’nın taktiklerindeki bu değişimin arkasında El Kaide’nin yeni lideri Eymen el Zevahiri’nin tavsiyeleri vardı. Mayıs 2011’de Amerikalılar Usame bin Ladin’i öldürünce, El Kaide’nin yeni lideri Zevahiri olmuştu. Zevahiri bir İslam Devleti kurmadan önce halk desteğini sağlamak gerektiğine inandığı için, El Nusra’ya diğer muhaliflerle işbirliği yapmayı tavsiye etmişti.

Ama Bağdadi sadakat yeminiyle bağlı olduğu Zevahiri ile aynı fikirde değildi. Onun bakış açısına göre İslam Devleti zaten vardı, tek eksikleri Suriye’de bir toprak parçasını ele geçirip devleti gerçek kılmaktı. El Nusra’nın diğer muhaliflerle işbirliği yapması bu planı engelleyecekti.

IŞİD’in Geçit Töreni

Bağdadi, 2013’ün baharında El Nusra’daki adamlarına bu stratejisine uygun davranmalarını emretti, ama reddedildi. Öfkeye kapılan Bağdadi, İslam Devleti’nin ismini “Irak Şam İslam Devleti” (IŞİD) olarak değiştirdiğini, El Nusra’nın da bu devletin bir parçası olduğunu ilan etti. El Nusra’nın lideri ise Bağdadi’nin otoritesini reddettiğini, doğrudan Zevahiri’ye bağlı olduğunu açıkladı. Zevahiri El Nusra liderinin sadakat ilanını kabul edip Bağdadi’ye de sadece Irak’la ilgilenmesini emredince, Bağdadi de bunu reddetti, çünkü Suriye’yi de kendi denetimi altında tutmak istiyordu. Bağdadi’nin yönetimindeki IŞİD, El Nusra’nın da dahil olduğu diğer Sünni muhalifleri geri iterek Suriye’nin doğusundaki toprakları ele geçirmeye başladı.

Şubat 2014’e geldiğimizde artık Zevahiri’nin önünde IŞİD’i El Kaide örgütünden atmaktan başka seçenek kalmamıştı, öyle de yaptı.

IŞİD ise El Nusra’ya karşı yürüttüğü mücadelede avantajlı duruma geçmişti. Hem Suriye’nin doğusundaki topraklara el koymuş hem de El Nusra kadrolarındaki yabancı cihatçıların önemli bölümünü kendine çekmişti; çünkü bu insanların önceliği Esad’ı devirmek değil, kendi İslam devletlerini kurmaktı.

Kısa süre sonra IŞİD’in yeni topraklarını nasıl yönettiğine dair haberler medyada görünmeye başladı. Eskiden Bağdadi şeriata uygun cezalandırma yöntemlerini yalnızca ellerine esir düşmüş talihsiz insanlar üzerinde uygulayabiliyordu, çünkü henüz egemen oldukları bir toprak yoktu. Ama artık Bağdadi, Rakka başta olmak üzere Suriye’nin doğusunun önemli bölümünü elinde tutan bir “hükümetin” lideriydi ve talimatlarını yüzbinlerce insana dayatabilecek durumdaydı. Bağdadi bölgede yaşayan Hristiyanlara eğer “koruma vergisi” ödemezlerse ölüm cezası alacaklarını söyledi. Hırsızlıkla suçlananların elleri kesilmeye, zina yapanlar kırbaçlanmaya veya recmedilmeye başlandı. El Kaide liderleri bile bu tür şeriat cezalarının daha hoşgörülü ve yumuşatılmış biçimde uygulanmasını tavsiye ediyorlardı. Ama Bağdadi için dini yasaları tüm sertliğiyle uygulamak, yeni devletinin “İslami” niteliğini meşrulaştırmanın ve yerel halkı itaate zorlamanın bir yoluydu. Tıpkı Saddam gibi Bağdadi de din adına uygulanan şiddeti aslında siyasi hedeflerine hizmet eden bir araç olarak kullandı.

Bağdadi aynı şekilde iktidarına karşı çıkan Müslümanları da mürtet olmakla itham etti. İşbirliği yapmamakta direnen Sünni aşiret mensuplarını ve esir aldığı Suriye rejim ordusu askerlerini infaz ederek toplu mezarlara attı. Kendisine karşı çıkmayı düşünenlere etkili biçimde mesaj gönderiyordu.

Suriye’nin doğusunda iktidarını güvenceye alan Bağdadi şimdi Irak’ın batısındaki topraklara gözünü dikmişti.

Bağdadi “Halife İbrahim” Oluyor

IŞİD 2014’ün başından beri Irak’ın batısındaki işgalini düzenli biçimde genişletmişti. Bölgede yaşayan Sünniler Bağdat’taki Şii ağırlıklı hükümete kızgındı, Amerikalılar gittikten sonra yeniden kurulan güç dengelerinde kendilerine yer verilmemişti ve Irak ordusunun dışında tutulmuşlardı. Batı Irak’taki Sünni aşiretler 2013’ün sonunda Bağdat’taki hükümete karşı savaşmaya başladığında, Ebubekir el Bağdadi de adamlarına bu aşiretleri desteklemelerini emretti. Böylece dindar fanatikler, aşiretler ve Baasçı sekülerler,  Bağdat’taki Şii hükümeti devirebilmek için yan yana savaşmaya başladılar. 2014’ün kışı ve baharında IŞİD ve işbirlikçileri, Felluce ve Ramadi’ye baskınlar düzenledi. Militanlar kendilerine direnen polis ve askerleri yakalayıp vahşice infaz etmekle yetinmeyip bunu bir de videoya çektiler. Bu korkunç görüntüler Irak güvenlik güçleri arasında hızla yayıldı.

Haziran 2014’te Musul’a saldıran IŞİD ve müttefikleri, hemen hiç zorlanmadan şehri ele geçirdiler. Seyrettikleri videolardaki vahşi infazların kendi başlarına da gelebileceğinden korkan Irak askerleri ve yerel polisler, savaşmadan şehri bırakıp kaçtılar.  

Bu kolay zaferle birlikte IŞİD, Suriye’nin doğusundan Irak’ın batısına uzanan en az 500 km genişliğinde bir bölgeyi denetimine almış oluyordu. Haziran sonlarında IŞİD sözcüsü halifeliğin yeniden kurulduğunu ilan etti ve Bağdadi de başına yeni bir sıfat ekleyerek asıl ismine geri döndü: Halife İbrahim.

Sözde halife birkaç gün sonra Cuma hutbesini okumak için Musul’da minbere çıktı. 2010 yılında IŞİD’in başına geçtiğinden beri ilk kez halkın karşısına çıkıyor ve kamuoyuna görüntü veriyordu. Tarihteki eski Abbasi halifelerini çağrıştıran siyah bir kıyafet vardı üzerinde. Onlar da peygamberin soyundan geldiklerini iddia etmiş ve İslam’ın saf haline dönmeyi vaat ederek iktidara gelmişti.

“Sizleri yönetmek için atandım, ama içinizdeki en iyi ben değilim. Eğer doğru işler yaptığımı görürseniz beni takip edin. Eğer yanlış işler yaptığımı görürseniz, bana akıl verin ve bana yol gösterin. Eğer Allah’a itaat etmezsem, o zaman siz de bana itaat etmeyin.” Bağdadi’nin Cuma hutbesindeki bu sözleri, İslam’ın ilk halifesi Ebubekir’in halife seçilince yaptığı konuşmanın farklı sözcüklerle ifade edilmiş haliydi.

Musul’un ele geçirilmesi, o ana kadar isteksiz duran Amerikan hükümetini artık müdahale edilmesi gerektiğine ikna etti ve Amerikan uçakları IŞİD mevzilerini bombalamaya başladılar. Buna misilleme olarak IŞİD de elindeki Batılı esirleri kafasını keserek infaz etmeye başladı.

Ölüme giden Batılı esirlere turuncu kıyafetler giydirilmesi, on yıl önce Irak’taki Amerikan hapishanelerinde Iraklı mahkûmlara aynı renk kıyafetler giydirilmesinin intikamı anlamına geliyordu. İnfazların videoya çekilip yayınlanması geleneği de Ebu Garip hapishanesindeki işkence görüntülerinin 2004’te ifşa olmasından sonra, Irak El Kaidesi’nin kurucusu Zerkavi tarafından başlatılmıştı. Bağdadi tıpkı kafa kesmeler gibi tutsak kadınların seks kölesi olarak kullanılmasını da dini gerekçeler sunarak haklı gösteriyordu.

Meşhur Cuma hutbesinden birkaç ay sonra, Kasım 2014 ve Mart 2015’te medyada yer bulan iki haberde Bağdadi’nin Amerikan hava saldırılarında öldürüldüğü veya ağır yaralandığı iddia edildi, ama o Mayıs 2015’te yayınlanan bir videoda boy göstererek hayatta olduğunu kanıtladı. Eğer Bağdadi bu hava saldırılarında ya da bir sonrakinde ölmüş olsaydı ne olurdu, sorusuna verilebilecek cevap, onun IŞİD’deki rolüne nasıl bir anlam atfedildiğiyle alakalı bir konu. Kimilerine göre Bağdadi, dindar bile olmayan birtakım eski Baasçılar veya güç peşinde koşan haydutlar tarafından manipüle edilen karanlık bir karakter sadece. Kimine göre de, tarihsel bir misyonun peşinden giden daha sistemik ve kurumsal bir yapının içerisinde işini yapan küçük bir dişli.

En azından bu farklı görüşlerin buluştuğu asgari müşterek şu: Yaptıklarının tek sorumlusu Bağdadi’nin kendisi değil. Kendi günahlarının yanı sıra başkalarının günahlarını da taşıyor; belki Saddam Hüseyin’in, belki George W. Bush’un, belki eski rejime sadık kalmış bir grup Baasçı’nın günahları. Eğer bir gün öyle ya da böyle Bağdadi ortadan kalkarsa, problem çözülmeyecek, sadece yeni bir “sözde lider” Bağdadi’nin yerini alacak.

Bağdadi bir cuma vaazı verirken (AP)

Öte yandan, Bağdadi’nin biyografisindeki bazı somut gerçekler onun sıra dışı derecede yetenekli bir adam olduğunu gösteriyor. Düzene başkaldıran bir grubun kurulmasına yardım etmiş, bir yandan örgütün diyanet işlerini idare ederken bir yandan doktorasını tamamlamış, hem arabuluculuk hem de rakiplerini sindirme yeteneği sayesinde IŞİD’in acımasız siyasi çekişmelerinden kazançlı çıkmış bir adam. Her ne kadar örgütün perde arkasındaki gerçek beyninin “gölgelerin prensi” lakaplı Hacı Bekir olduğu iddia edilse de, IŞİD’in Suriye’de ele geçirdiği toprakların güvenceye alınması ve Irak’a doğru hızla genişlemesi, Hacı Bekir’in Ocak 2014’te öldürülmesinden daha sonra gerçekleşti. New York Times’ın geçenlerde yazdığı gibi, başına bir şey gelmesi ihtimaline karşı bazı askeri yetkilerini seçilmiş adamlarına devretmeye başlamış olsa bile, dini konulardaki uzmanlık ve siyasi kurnazlık açısından kimse kolayca Bağdadi’nin yerini dolduramaz.

Bağdadi hayatı boyunca aşırı dini fanatizm yolunu izledi. Kimi zaman bir düğünde dans eden insanlara müdahale etmek gibi küçük örneklerle, kimi zaman da toplu infaz talimatları vermek gibi büyük örneklerle, her zaman kendi görüşlerini diğer insanlara zorla kabul ettirmeye çalıştı. Pekala bir üniversitede profesör olabilir, öğrencileriyle fikir tartışmaları yapabilirdi. Ama bir zamanlar lakabı “mümin” olan sessiz ve içine kapanık çocuk, büyüdüğünde vahşi ve karanlık dini vizyonunu tüm dünyaya dayatmaya çalışan “müminlerin kumandanı” oldu. “Mücahitlerin yürüyüşü Roma’ya ulaşıncaya kadar devam edecek” demişti geçen yıl. Eğer Bağdadi’nin hayatından bir ders çıkarılacaksa, onun gibi adamların güçlenmesine imkan veren bir kaos yaratmanın ne kadar tehlikeli olduğundan bahsetmeli bu ders.

Etiketler: ABDEbubekir el BağdadiIrakIŞİDİslammüslümanSuriye

Bağdadi, ABD ordusunun Irak’ı taaruzu sırasında 2004 tutuklanarak Buka Kampı’na gönderilmişti.

Gençler Bağdadi’nin doğum yeri Samara’da bulunan Büyük Cami etrafında furbol oynarken. (Alamy)

Şii’ler önemli camilerden El-Askerî Camii ve türbesi,  Samarra kentinde yer alıyor

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2015 - okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ -okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb web: http://www.trabmarder.org,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi, okkesb@telmar.net,

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul – Aralık.2015 - okkesb61@gmail.com,

Metni

Diğer Haberler

  • DARBE KİMDEN GELİRSE GELSİN KARŞIYIZ..
  • TRABZONLULAR BİRLEŞİNİZ
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI…
  • KUL VE MAHLÛKAT HAKKI..
  • ADAM OLMAK–OLAMAMAK VE GAZETECİLİK
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI..
  • DERNEKLER KANUNUNA MUHALEFET
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP