RUHUMUZA SAĞLIK…Sevgili okuyucularım sizlerden uzunca bir süre ayrı
kaldık ancak artık sık sık birlikte olacağız. Bu yazımda, bugün “Dünya Ruh
Sağlığı Günü” olması nedeniyle dünyada ve ülkemizdeki ruh sağlığı meselelerine
değinmek istedim. 
Yazımı spontane (kendiliğinden) bir şekilde yazdığım
için meseleye hangi penceresinden bakacağıma zihnim, ellerim ve klavyem karar
verecek. Haydi başlayalım.
Öncelikle ülkemizde ve pek tabii ki dünyada ruh
sağlığı alanında çalışmış, çalışan her kademedeki ilgili devlet birimlerinin,
oluşumların, sivil toplum kuruluşlarının, hocalarımızın ve meslektaşlarımızın,
ilaç endüstrisi de dâhil olmak üzere bu özel gününü tebrik ediyorum. Bu alanda
bilimsel olarak yıllarını harcamış Rahmetli hocalarımızı da minnet ve
saygılarımla anıyorum.
Mekânları cennet olsun.
Çalışmalarım sırasında hala benden desteklerini
esirgemeyen hocalarımın ya da meslektaşlarımın da teşekkürlerimi kabul
etmelerini temenni ediyorum.
Genel anlamda benim asla unutmadığım “Dünya Ruh Sağlığı Günü”nü tebrik
etmem tamamıyla usul gereğidir. Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu’nun bir projesi
olarak doğan “Dünya Ruh Sağlığı Günü”, 1992 yılından bu yana Ekim ayının onuncu
günü kutlanmaktadır.
Ancak bana göre bu özel gün, ruh sağlığı alanında
özellikle de içinde bulunduğumuz şu dünyada çoktan çözümlenmesi gereken
meselelerin bir türlü masaya yatırılamadığı ve diyelim ki yatırıldı, bir arpa
boyu yol alınamayan bir gün. Yani içimi acıtan bir gün… Bu nedenle ruh sağlığı
bozuk olan insanlara acil şifalar ve yakınlarına sabırlar diliyorum.
Sağlık dendiğinde çoğunlukla beden sağlığı
anlaşılmaktadır. Oysa sağlık, ruh sağlığı ve beden sağlığının bütünüdür. Bugün
dünya üzerinde yaklaşık 450 milyon kişinin ruhsal sorunları olduğu, 20 milyon
insanın da ruhsal sorunlar nedeniyle yardım arayışı içinde olduğu
bilinmektedir. Birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuran yaklaşık her dört
kişiden birinin başvuru nedeni ruhsal sorunlar olup bunların çoğu yetersiz
tedavi görmektedir.
Ruh sağlığı sorunu olanların en az bir yakını olduğu
düşünülürse ruh sağlığı sorununun toplumun önemli bir kesimini, hatta tamamını
doğrudan ilgilendirdiğini düşünmem abartılı değildir kanaatindeyim. Öte yandan
söz konusu ağır ruhsal hastalıklar da günümüzde tedavi edilebilen hastalıklar
kapsamındadır ve bu hastalığı olanların tedavi haklarını eksiksiz kullanmaları
yönünden etkin bir toplumsal düzenlemeye gereksinim duyulmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün geleceğe yönelik öngörülerine göre; 2021’de
depresyon gelişmekte olan toplumlarda yeti yitimine yol açan hastalıkların
başında olacak. 
Örneğin Türkiye açısından meseleye bakarsak, 15–55 yaş
arasındaki nüfusunda en yaygın hastalıklar içinde depresyonun ilk beşte yer
aldığını görmekteyiz.
1. Enfeksiyon hastalıkları,
2. Mide barsak sistemi hastalıkları,
3. Tansiyon yüksekliği,
4. Eklem hastalıkları,
5. Depresyon ve anksiyete bozuklukları.
Ruhsal sorunu olanların toplumdan dışlanmadığı bir
tarihsel geçmişimiz olduğu halde, Batılı kurumların gelişmesi, kentleşmenin ve
nüfusun artışı gibi nedenlerle günümüzde ruhsal sorunu olanların etiketlenmesi
ve dışlanması da toplumsal boyutta ciddi sorunlara yol açmaktadır.
Etiketleme ve dışlama bir yandan ruh sağlığı sorunu
olanların tedavi başvurusundan kaçınmasına yol açarken, bir diğer yandan da ruh
sağlığı sorunlarının çözümüne ilişkin hiçbir geliştirme çalışması yapılmaması
sonucunu doğurmaktadır.
Yeri gelmişken ve söz etiketlemeden açılmışken, belirteyim
ki;
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
çalıştığım yıllarda Başhekimlik görevi yapan Prof. Dr. Arif Verimli hocamızın
hemen her gününü, nöbetini tutmayan meslektaşlarını ikaz etmekle,
polikliniklerde saatlerce sıra bekleyen hastaları bekletenleri etik sınırlar
içinde ve hiç usanmadan, öğle yemeğini dahi yemeden nasıl kontrol etmekle
geçirdiğine çok şahit oldum.
Hastanenin girişinden itibaren her bir yanını
parlement mavisi tabelalar üzerine beyaz renkli büyük punto yazılar ile “LÜTFEN
HASTALARIMIZA DELİ, AKIL HASTASI, MANYAK VB. DEMEYİNİZ. ONLARI, AİLELERİNİ VE
BİZİ ÜZMEKTEDİR. ÇÜNKÜ HASTALARIMIZIN HER BİRİ BİRER ÇİÇEKTİR!” yazdırdığımızı
asla unutamam.
Şimdi o tabelalar yerinde midir bilemem. Umarım
yerindedir. Değilse de ben görmesem iyi olur. Ve yine bir anım var ki hayatım
boyunca unutamam. Sayın Faik Akın’ın THY’nın basın danışmanı olduğu yıllarda
makamına gidip tek bir ricam ile havaalanının VIP ve CIP salonlarına Bakırköy
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin tanıtım kitapçığının konulmasına izin
vermesi… 
Sevgili Hocam, Özcan Köknel ile yaptığımız ve
Amerika’da ayakta alkışlanan orijinal adı “Historical Relations Between
Medicine and Culture in Middle East and Asia Minor“ adlı belgeselimiz… İsmini
açıklamak istemediğim, o dönemin Washington DC. deki Türk Büyükelçiliğimizdeki
bir diplomat bu belgeseli Amerikalı psikiyatri uzmanları ile dev bir kongrede
izlemiş ve beni aramıştı.
Benden bu belgeseli Türkiye’de Dışişleri Bakanlığımız
ile paylaşmamı ve böylesine önemli bir bilimsel ve kültürel eserin dünya
üzerindeki tüm Büyükelçiliklerimize gönderilmesini rica etmişti. Ne derece
heyecanlanmıştım ki halen o elektronik postayı saklarım.
Derhal Dışişleri ile iletişim kurdum ve belgeselimi
hiçbir karşılık beklemeden vermek istediğimi söyledim. Aman aman bir telefon,
bir yazışma trafiği ki akıllara zarar. Çok heyecanlanmıştım, derhal gönderin
falan filan denildi ancak sonrası gelmedi…
O dönemde çok üzülmüştüm. Şimdi şaşırmıyorum. Oysaki o
belgesel dünyada çok sayıda rahatsızlığın teşhisinin Anadolu topraklarında
gerçekleştirildiğini, inanılmaz ilginç anekdotların gerçek belgeleriyle
anlatıldığı ve başarılarımızın nasıl da çöpe atarcasına umursamazdan
gelindiğinin somut bir örneğidir.
Canları sağ olsun, ne yapalım ben kendi adıma
müsterihim. Araştırma için Özcan Hocamın harcadığı uzun bir meslek hayatı, tek
bir belgeyi bulmak için tabanlarım sızlayana dek gezdiğim sahaflar, prodüksiyon
(yapım) aşamasında geçen uykusuz 178 saat.
Ve tabii ki Osmanlı nota sistemi, müzikle terapinin
(sağaltımın) Osmanlı’da başladığı ve prodüksiyon aşamasında dönemlerin
müziklerini bulmak için harcanılan emek ve inanılmaz profesyonel bir İngilizce
dublaj için çok başarılı Replik Ses Ajansı’nın emekleri… Ne yapalım kısmet
böyleymiş ben yılmadım ya… Sadece Batı ülkelerine yaptığım sık ziyaretlerde
müzikle terapi kliniklerini gezerken içim halen yanıyor.
Tüm bu üzüntülerimi ve sitemlerimi zihnimde geriye
ittikten sonra, sinema ve psikiyatrinin ortaya çıkış dönemleri neredeyse aynı
olduğu için (1927’li yıllar) ve neden sinemada hekim rolünde çoğunlukla
psikiyatristlerin seçildiği merakımı gidermek için “PSYCHOSCOPE” adlı 3 seriden
oluşan “Sinema ve Psikiyatri”, “ Sinemada Psikiyatristler” ve “Sinemada Ruh Sağlığı
Hastaları” adlı bir akademik belgesel çalışması yaptım.
Aynı dönemde ekonomik krizin bu denli hayatımızı alt
üst etmediği yıllarda, ilaç endüstrisinin ruh sağlığı alanında çalışanlara
kalem, saat vb. armağanları getirdiği yıllarda ben de psikiyatri tarihini
anlatan aylık dev bir ajanda yaptım.
Hiçbir hocamız bu ajandayı kullanmadı çünkü gerçekten
kütüphanelerinin en özel köşesinde saklanılası bir ajanda. Ben kendiminkini de
hala saklıyorum…
Hemen ardından 2001 yılında, 3 gün çalışarak,
vefatının hatırladığım kadarıyla 50. Yılında, Türkiye'de ilk modern ruh sağlığı
hastanesini kuran Türk hekimi Ord. Prof. Dr. “Mazhar Osman Uzman (1884–1951)”
belgeselini yaptım ve hastalarımız ile ağlayarak izledik. Tarihlerde yanılmam
var ise hızlı yazdığım içindir çok özür dilerim.
Bu belgeseli o yıllarda ana haber spikeri iken, sadece
okuma metnini gönderip 15 dakika sonra bana haber bültenine girmeden geri
gönderen, tek bir okumada ve gönlünü sesinin ruhuna ekleyip seslendirmesindeki
vurguları ile bile tüylerimizi ürperten kıymetli meslektaşım Sayın Utku Görkem
Kırdemir’e bu yazım vesilesiyle sonsuz teşekkür ediyorum.
“10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü” vesilesiyle tüm
dünyaya bedenen ve ruhen sağlıklı günler diliyorum. Sayın Sağlık Bakanımıza,
Türkiye’deki Ruh Sağlığı alanındaki yasaların, düzenlemelerin hızlandırılması
için gösterdiği özenli ve özverili çalışmaları için teşekkürü borç biliyorum.
Bir ricam var kabul olmayacağını bilsem de: Psikiyatri
uzmanları danışanlarından (hasta tanımlamasından nefret ediyorum) lütfen ama
lütfen biraz olsun daha az tedavi ücreti talep etseler olmaz mı.? Ya da ilaç
endüstrisi o uzmanlara hediyeler yerine bilimsel kitaplar ya da hasta yakınları
için ilgili hastanelerde faydalı üniteler kuramazlar mı.? Biz bunu başarmış
idik.
Örneğin; Psikiyatrinin bulmaca hastalığı olarak kabul
edilen şizofreni için Sayın Prof. Dr. Arif Verimli ile bir ilaç firmasının
desteği ile “HAYAT ÜNİTESİ” adlı bir birim oluşturmuştuk. Bu birime gelen hasta
yakınları hastalığın doğası ve semptomları (belirtileri) vb. konularda
uzmanlardan bilgi alabiliyor ve hatta kendilerine de psikolojik destek
çalışmaları uygulanıyordu.
Şimdi bu ünite yerinde mi bilmiyorum. Yada bu bilim
alanındaki ilgili Dernekler tarafından geleneksel olarak düzenlenen sözde
bilimsel ancak gerçekte tatil kongreleri, şıkıdık şıkıdık açılış seremonileri, gala
- ön gösterim yemekleri ve bu yemekler için ödenen sanatçı ücretleri,
ilaçlarını en çok reçeteleyen hocalar için harcanılan oda ekstraları yerine bu
paraları ruh sağlığı alanında acil ihtiyaçlara aktaramazlar mı.?
Çünkü ben, halen bu alandaki kongrelerin bilimsel
oturumları boş iken eğlence bölümlerinde nasıl oluyor da aniden tüm uzmanların
en şık giysilerini giyip dans ettiklerini izliyorum da… Çünkü ben, o hastanenin
bahçesinde geceler boyu yatan, evladının, annesinin, babasının ya da her
kimsenin tedavisi için köyündeki son koyununu dahi satan milyonlarca hasta
yakını gördüm de… Yâda “burada tedavi uzun sürer siz iyisi mi benim
muayenehaneme gelin” diyen hekimleri… Utanıyorum da…
SON SÖZ:
Belgeselimin son bölümünde siyah ekrandaki akar yazı, Ord. Prof. Dr.
“Mazhar Osman Uzman’ın oğlu Azmi Cülmut Uzman'a son sözleri idi:
"Oğlum, belki seni bir daha göremeyeceğim. Hayatta çok çalıştım,
muvaffak oldum, mevki ve şöhrete nail oldum. Şu anda bunların aciz kıymetler
olduğunu öğreniyorum. Hayatta ne olursan ol, parayı hakir gör, şöhretten iğren.
Fakat dik yürü, her zaman dik yürü Ve iyi bir insan ol.!"
Arif Hocam, size minnetim ömür boyu… Ve yol arkadaşıma… Üzüm tanem iyi ki
varsın.! Hayatın üç tadımlık kadar kısa olduğunu bilsen dahi her zaman yanımda
olduğun için… Sağlıcakla kalın. 
Özler Aykan, 10 Ekim 2020, İstanbul
@#ÖkkeşBölükbaşı ©#MedyaGünebakış
Ökkeş
Bölükbaşı,
İstanbul - Şubat.2021- okkesb61@gmail.com,
http://www.medyagunebakis.com/-okkesb@turkfreezone.com,
|