YAVUZ ALOGAN, DOĞU PERİNÇEK'E DEDİ Kİ.!

Yavuz Alogan “Aynı Gemide” başlıklı yazısında isim vermeden Doğu Perinçek’i eleştirdi.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

YAVUZ ALOGAN, DOĞU PERİNÇEK'E DEDİ Kİ.!

Yavuz Alogan “Aynı Gemide” başlıklı yazısında isim vermeden Doğu Perinçek’i eleştirdi.


Doğu Perinçek kendi köşesinde, ABD ile Türkiye arasındaki savaşı, “Erdoğan karşıtlığı” üzerinden yorumlayanları sert bir dille eleştirmiş ve “Bugün ya Tayyip Erdoğan ile birlikte ABD emperyalizmine karşı Türkiye gemisindesin ya da Amerika gemisindesin! Üçüncü bir gemi yok.!” diye yazmıştı.

Aydınlık gazetesinin bir diğer yazarı Yavuz Alogan ise “Aynı Gemide” başlıklı yazısında isim vermeden Doğu Perinçek’i eleştirdi“Siyasî iktidar başka, ülke başka. Bunlar farklı şeyler. Birincisini değiştirebilirsiniz fakat ikincisini değiştiremezsiniz. Birincisinin hataları yüzünden ikincisi zorlanıyorsa, birincisini nasıl değiştirip ikincisini kurtarırım diye düşünmeniz gerekir” ifadelerini kullanarak Perinçek'in yazısına gönderme yapan Yavuz Alogan, “Öyle yapmaz da, ülkeyi bir gemi, siyasî iktidarı da o geminin değişmez kaptanı olarak görürseniz, ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ demeye başlarsanız. Bu durumda size düşen, güvertede oturup kaptanın başarısı için dua etmekten ibarettir” diye devam etti.

Yavuz Alogan’ın Yazısı:


SİYASÎ İKTİDAR BAŞKA, ÜLKE BAŞKA. ANCAK.!

“Siyasî iktidar başka, ülke başka. Bunlar farklı şeyler. Birincisini değiştirebilirsiniz fakat ikincisini değiştiremezsiniz. Birincisinin hataları yüzünden ikincisi zorlanıyorsa, birincisini nasıl değiştirip ikincisini kurtarırım diye düşünmeniz gerekir.

Öyle yapmaz da, ülkeyi bir gemi, siyasî iktidarı da o geminin değişmez kaptanı olarak görürseniz, 'Hepimiz aynı gemideyiz' demeye başlarsanız. Bu durumda size düşen, güvertede oturup kaptanın başarısı için dua etmekten ibarettir. Elbette, tartışırsınız. 'Bu kaptan bizi bu fırtınanın içine niye soktu?' diyerek yakın geçmişi gözden geçirebilirsiniz. 'Bunun kaptanlık diploması, fırtınalı deniz tecrübesi, seyrüsefer kabiliyeti var mı?' diye sorgulayabilirsiniz. Sular güverteyi kaplamaya başlayınca kaptan köşkünün önüne gelip, 'Kardeşim, fırtınanın içine doğru açılma, kıyıdan kıyıdan git, kötüsü olursa baştankara edersin' gibi şeyler de söyleyebilirsiniz. Kaptan dev bir dalgayı savuşturan başarılı bir manevra yaptığında 'Bravo!' diye bağırıp alkışlar, gemiyi dalganın altına soktuğunda 'Oha!' diye bağırıp yuh çekebilirsiniz. Fakat kafanızdaki sabit fikir değişmez: dümeni kim tutuyorsa kaptan odur ve hepimiz aynı gemideyiz.

'HEPİMİZ AYNI GEMİDEYİZ' KARALARIMIZ FARKLI

Bazıları birinci sınıf geniş kamara süitlerde huzurlu, bazıları ikinci sınıf dar kamaralarda kaygılı, bazıları güverte altında sıkış tepiş seyahat ediyor; makine dairesinde proletarya ter dökerken balo salonunda burjuvazi şampanya patlatıp vals yapıyor, durumu fark eden bir kesim üst güverteden helikopterle tüyerek gemiyi terk ediyor... gibi derin bir sınıfsal analiz yapacak değilim. Bunun faydası yok. Faydalı olan, kaptanı değiştirerek gemiyi kurtarma ihtimali üzerinde odaklanmaktır. Kaptan ve gemi metaforuyla siyasî iktidarı ve ülkeyi tartışıyoruz.

'Hepimiz aynı gemideyiz' sözü, başta iktidar katları olmak üzere bütün siyasî partilerden topluma doğru hızla yayılıyor, giderek çoğunluğun bakış açısı hâline geliyor. Bu bakış açısının çok kısa ömürlü olduğu kesindir. Bunu anlamak için, mevcut siyasî iktidarın 'serbest piyasa' sevdasından kurtulamayacağını bilmek, bu seferki krizin toplumsal (ve elbette sınıfsal) sonuçlarını sezebilmek, 2002, 2007 ve 2013’teki kitlesel tepkileri yeniden değerlendirmek yeterlidir.

İNSANLAR  BAKIŞ AÇILARINI KOLAY DEĞİŞTİREMEZLER

İnsanlar kendilerini mahkûm hissettikleri bakış açısını kolayca değiştirmezler. Bakış açısı ancak maddi koşullar kötüleştikçe, eskisi gibi yaşama imkânı kayboldukça değişir. Zamanla hastalar ilaçsız kalmaya, çarşı pazar tenhalaşmaya, plazalar boşalmaya, işsizlik enflasyon iflaslar toplumu harmanlamaya, insanlar homurdanmaya, devletin baskısı artmaya başlar. Kitlesel tepkileri yönlendirmek isteyen güçlerin ajitasyonu başlar. Eskiden devrimciler buna 'iktisadi krizi devrimci krize dönüştürmek' derlerdi. Fakat bugünün dünyasında, iktisadi krizi karşıdevrimci krize dönüştürmek, açığa çıkan öfkeyi çok farklı hedeflere yönlendirmek geçmişe kıyasla çok daha kolay.

Bütün bu nedenlerden ötürü, hükümetin zihni sinir önlemlerine fazla bel bağlamadan, hem kaptanın hem de geminin selameti için orta vadede bir erken genel seçimi düşünmek gerekir. Bu fırtına mevcut kaptanın üstesinden gelebileceği türden değil. Daha kapsamlı bir geleneksel devlet aklına ihtiyaç var. Reis iktidarda kalsın diye, günü kurtarmak için bütün varlıklarımızı elden çıkarırsak, sömürge oluruz.

ÖNCELİKLE GEMİNİN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK GEREKİR

Türk Ordusu’nun emir komuta birliğini, istihbarat-lojistik-eğitim imkânlarını iade etmek, dünya ve bölge durumuna uygun bir askerî doktrin oluşturmak şarttır. Önce millî güvenlik! Üretim/teknoloji/eğitim alanında çok ciddi yapısal dönüşümler sonra gelir. Zira büyük bir dönüşüm farklı kadroları ve büyük bir seferberlik hareketini, yeniden tertiplenmeyi gerektirecektir. Mevcut rejim bu türden yapısal dönüşümlere ideolojik ve sınıfsal yapısı nedeniyle uygun değil. Kimsenin asabını bozmak istemem ama 'İnşallah, oldu da bitti maşallah!' diyerek yoluna devam etmesi hâlinde gemiyi tek parça hâlinde tutmak pek mümkün görünmüyor. İleride şelâle var.!”

Odatv.Com - 18.08.2018  

 

@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış

Ökkeş Bölükbaşı, İstanbul -Ağustos.2018- okkesb61@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ --- okkesb@turkfreezone.com,

 

 

ABD'li Generalin Kıbrıs'ta Ne Aradığı Sorulmayacak mı.?

ABD'nin, Papaz Brunson bahanesiyle başlattığı saldırılardan beri anlamakta zorlandığım bir konu var.

Her iki ülke yönetimi, “Savaşsa Savaş” moduna geçmiş ve ABD Kongresi F-35'lerin Türkiye'ye teslimini geçici olarak durdurmuşken, Pentagon sık sık “Ekonomik krizin askeri ilişkileri etkilemediğini, Türk meslektaşları ile işbirliğinin gayet iyi olduğunu” vurguluyor. Milli Savunma Bakanlığımız da benzer açıklamalar yapıyor. 

 

İŞTE SON ÖRNEK:

ABD, “IŞİD yenildikten sonra PYD/YPG Münbiç'ten çıkacak” sözünü yerine getirmese de anlaşmaya varıldı. 6 gün önce Savunma Bakanı Jim Mattis, Türk ve Amerikan askerlerinin Münbiç'te ortak devriyeler gerçekleştirmesi için gereken eğitimlerin başlama zamanı konusunda, “72 saat içinde diyebilirim. Çok yakında, belki daha da önce” dedi. Söz konusu eğitimler için ilgili personelin ve ekipmanların şu anda Türkiye'de olduğunu, ancak detaylara girmeyeceğini de ekledi. 

Mattis'den 1 gün sonra Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Münbiç Yol Haritası ve Güvenlik Prensipleri doğrultusunda, Türkiye ve ABD Silahlı Kuvvetleri unsurları tarafından bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak maksadıyla icra edilen faaliyetlere planlandığı şekilde devam ediliyor. Bu çerçevede, müteakip safhada başlaması planlanan müşterek devriye faaliyetlerine yönelik olarak her iki ülkenin Silahlı Kuvvetleri unsurları arasındaki ortak eğitimlerin yakın zamanda başlaması öngörülüyor” açıklamasını yaptı. Medyamız da Mattis'in tekrarı bu ifadeleri, “Bakan Hulusi Akar'dan çok önemli Münbiç açıklaması” başlığıyla verdi.

Şuraya geleceğim;

Erdoğan Kurban Bayramı mesajında, “Ekonomimize yönelik saldırının doğrudan bayrağımıza ve ezanımıza yönelik saldırılardan farkı yoktur” dedi.

Doğrudan bayrağımızı, ezanımızı hedef alanlara ne denir, dahası böyle bir alçaklığı gerçekleştirenlere ne yapılır, biliyoruz.

Ama ne oluyor.?

Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu ABD'ye, “Müttefik olduğumuzu, ABD'li askerlerin bulunduğu İncirlik Üssü'ne ev sahipliği yaptığımızı” hatırlatıyor, Trump'a  “Vergileri yükseltmek yerine diplomasiyi denemesi” çağrısında bulunuyor. 

Keza Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Türkiye Papaz Brunson'ı bırakırsa, döviz krizi hemen bitebilir... Katar'dan gelen para Türkiye ekonomisini kurtarmaya yardım etmez” tehdidi savuran Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'a cevabında, “Bu tür siyasi, hukuki ve ekonomik tavırların müttefiklik ruhuna sığmadığını” anlatmakla kalmıyor, “Türkiye’nin kimseyle ekonomik savaş başlatmak gibi bir niyeti olmadığını” söylüyor.

İşte anlayamadığım bu; Bayrağımıza, ezanımıza saldıranlara gösterilen bu mülayim tavır.!..

Özellikle de bunları korumakla görevli TSK ile Pentagon arasındaki ilişki ve işbirliğinin, olanlardan hiç etkilenmeksizin “sorunsuz” devam edebilmesi.!..

Ki, ABD ile doğrudan güvenliğimizi tehdit edecek yeni bir sorun daha baş gösteriyor. 

 

ABD'Lİ GENERALİN KIBRIS MESAİSİ

Bilindiği gibi, ABD ile aramız “böyle” bozulunca; Daha birkaç ay önce Avrupa Parlamentosu, “Müzakerelerin yeniden başlaması için Türkiye'nin, Rum kesimini tanıması şarttır” dediği, Avrupa Konseyi de Kıbrıs açıkları ve Ege Denizi’ndeki faaliyetlerimizi “yasa dışı” olarak niteleyip, Türkiye'yi kınadığı halde AB'ye Ve Afrin operasyonumuza karşı çıkmasını, oradaki tünelleri yapan ülke olmasını, teröristlerin Elysee Sarayı'nda ağırlanıp, “Türkiye ile aranızda arabuluculuk yapabiliriz” denmesini, ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve Ürdün'le birlikte Cenevre masasına PYD/YPG'yi de oturtma planları hazırlamasını, Rum kesiminde üs kurmasını vs. unutup, Fransa'ya yanaşma kararı aldık.

Denize düşüp yılana sarılma hali yani!..

Kıbrıs konusunda ABD ile Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve AB yönetimlerinin ne düşündüğünü hatırlatmaya gerek yok.

Rum kesiminde sadece İngiltere'nin üsleri varken, son birkaç ay içinde Fransa ve İsrail de askeri üsler kurdu.

Nitekim geçen ay yapılan bir toplantıda, Türk askerinin  “işgalci” olduğunu öne sürün Rum Lider Anastasiadis'i, İsrail, Mısır ve ABD Büyükelçileri dinledi. Dinlemekle kalmadılar; İsrail Büyükelçisi Ravel, “Türk tehditleri nedeniyle İsrail'in askeri müdahalede bulunmak zorunda kalmamasını temenni ederim” dedi. Mısır Büyükelçisi Taha Muhammed, “Gerekirse Türkiye'ye karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceklerini” söyledi. ABD Büyükelçisi Kathleen Doherty de, “Türkiye'nin, Rumlara gösterdiği tavır kabul edilemez” diye buyurdu. 

Bu rezalete tek tepki, Dışişleri Bakanlığımızın yazılı açıklama yapması oldu; “Rum yönetiminin Doğu Akdeniz'deki tek taraflı faaliyetlerine destek beyan eden bu ifadelerin yersiz bulunduğu” belirtilerek, “Ülke temsilcilerine hadlerini aşmaması” tavsiye edildi. 

Tavsiyemiz dikkate alınmamış olmalı ki, biz Kurban Bayramı'nı kutlarken, bu defa ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark Alexander Milley Rum kesimine gitti ve buradaki tüm üsleri tepe tepe kullandıkları halde “diğer ülkelere tanınan hakların kendilerine de tanınmasını” istedi. Yani resmen üs talebinde bulundu.

Milley'in İngiliz askeri üslerini ziyaretine ve Rum Ordusu Komutanı Korgeneral İlias Leondaris’le görüşmesine ABD Büyükelçisi Kathleen Doherty de eşlik etti. Rum General, Doğu Akdeniz'deki doğalgaz arama faaliyetleri hakkında bilgi verip, Türkiye'nin tavırlarından duyduğu rahatsızlığı aktardı. İki generalin görüşmesinde, “Görüş birliğine varıldığı” bildirilirken, Büyükelçi Doherty, “Bu, Washington ve Rumlar arasında güvenlik konularındaki işbirliğinin güçlenmesine dair yeni, önemli bir göstergedir” değerlendirmesini yaptı.

Başlı başına şu tablo, meselenin Rahip Brunson'dan ibaret olmadığını, ayrıca Trump'ın “şahsından ve kaprislerinden”  kaynaklanmadığını, Türkiye karşıtlığının bir “devlet politikası”  haline geldiğini göstermiyor mu?

Toparlarsak;

Yunanistan'ın darbecilere iltica hakkı tanıması üzerine Milli Savunma ve askeri yetkililer, Anadolu Ajansı'na konuşup, “Güven artırıcı önlemlerin yeniden başlatılmasının konuşulduğu ve her türlü iyi niyeti gösterdiğimiz şu günlerde verilen bu karar, tam bir basiretsizlik örneği olmuştur. Darbeci teröristlerle ilgili hukuka, demokrasiye ve iyi komşuluk ilişkilerine uygun kararlar alınmadan, güven artırıcı önlemlerin uygulamalarında bir gelişme beklenemez. Bunun da ilişkilerimize ciddi olumsuz etkileri olacağı açıktır” dedi ya,

Bir Milli Savunma Bakanlığı ya da TSK yetkilisinin, benzer bir tepkiyi ABD'li General Milley'e de gösterip, “Ekonomik krizin etkilemediği işbirliğimizi Kıbrıs etkiler” açıklaması yapması gerekmez mi?   

Ve dahi “Garantörlükten vazgeçin, askerinizi çekin, Kıbrıs sorunu çözülsün” talebinde bulunanlara, Erdoğan ya da Dışişleri Bakanımızın, “ABD üs peşindeyken, biz çekileceğiz, öyle mi.? Aksine biz de KKTC'de askeri üs kurma kararı aldık” demesinin tam zamanı değil mi.?

Müyesser Yıldız - 24.08.2018 - Odatv.Com


Diğer Haberler

  • DARBE KİMDEN GELİRSE GELSİN KARŞIYIZ..
  • TRABZONLULAR BİRLEŞİNİZ
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI…
  • KUL VE MAHLÛKAT HAKKI..
  • ADAM OLMAK–OLAMAMAK VE GAZETECİLİK
  • SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI..
  • DERNEKLER KANUNUNA MUHALEFET
  • TrabzonSporKlübü

    Nasa

    Kentim_İstanbul

    Doga_İcin_Sanat

    ABD_USA

    Department_State

    TelerehberCom

    Google_Blog

    Kemencemin_Sesi

    Kafkas_Music

    Horon_Hause

    Vakıf_Ay

    Dogal Hayatı_Koruma

    Seffaflık_Dernegi

    Telerehber

    Sosyal_Medya

    E-Devlet

    Türkiye Cumhuriyeti

    BACK TO TOP