YAVUZ
ALOGAN, DOĞU PERİNÇEK'E DEDİ Kİ.!
Yavuz Alogan “Aynı Gemide” başlıklı yazısında isim vermeden Doğu
Perinçek’i eleştirdi.
Doğu Perinçek kendi köşesinde, ABD ile Türkiye arasındaki savaşı, “Erdoğan
karşıtlığı” üzerinden
yorumlayanları sert bir dille eleştirmiş ve “Bugün
ya Tayyip Erdoğan ile birlikte ABD emperyalizmine karşı Türkiye gemisindesin ya
da Amerika gemisindesin! Üçüncü bir gemi yok.!” diye yazmıştı.
Aydınlık gazetesinin bir diğer
yazarı Yavuz Alogan ise “Aynı Gemide” başlıklı yazısında isim
vermeden Doğu Perinçek’i eleştirdi. “Siyasî iktidar başka, ülke başka. Bunlar farklı şeyler.
Birincisini değiştirebilirsiniz fakat ikincisini değiştiremezsiniz.
Birincisinin hataları yüzünden ikincisi zorlanıyorsa, birincisini nasıl
değiştirip ikincisini kurtarırım diye düşünmeniz gerekir” ifadelerini kullanarak Perinçek'in yazısına gönderme yapan Yavuz
Alogan, “Öyle yapmaz da, ülkeyi bir gemi, siyasî iktidarı da o geminin
değişmez kaptanı olarak görürseniz, ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ demeye
başlarsanız. Bu durumda size düşen, güvertede oturup kaptanın başarısı için dua
etmekten ibarettir” diye
devam etti.
Yavuz Alogan’ın Yazısı: 
SİYASÎ İKTİDAR BAŞKA, ÜLKE
BAŞKA. ANCAK.!
“Siyasî iktidar başka, ülke
başka. Bunlar farklı şeyler. Birincisini değiştirebilirsiniz fakat ikincisini
değiştiremezsiniz. Birincisinin hataları yüzünden ikincisi zorlanıyorsa,
birincisini nasıl değiştirip ikincisini kurtarırım diye düşünmeniz gerekir.
Öyle yapmaz da, ülkeyi bir
gemi, siyasî iktidarı da o geminin değişmez kaptanı olarak görürseniz, 'Hepimiz
aynı gemideyiz' demeye başlarsanız. Bu durumda size düşen, güvertede oturup
kaptanın başarısı için dua etmekten ibarettir. Elbette, tartışırsınız. 'Bu
kaptan bizi bu fırtınanın içine niye soktu?' diyerek yakın geçmişi gözden
geçirebilirsiniz. 'Bunun kaptanlık diploması, fırtınalı deniz tecrübesi,
seyrüsefer kabiliyeti var mı?' diye sorgulayabilirsiniz. Sular güverteyi
kaplamaya başlayınca kaptan köşkünün önüne gelip, 'Kardeşim, fırtınanın içine
doğru açılma, kıyıdan kıyıdan git, kötüsü olursa baştankara edersin' gibi
şeyler de söyleyebilirsiniz. Kaptan dev bir dalgayı savuşturan başarılı bir
manevra yaptığında 'Bravo!' diye bağırıp alkışlar, gemiyi dalganın altına
soktuğunda 'Oha!' diye bağırıp yuh çekebilirsiniz. Fakat kafanızdaki sabit fikir
değişmez: dümeni kim tutuyorsa kaptan odur ve hepimiz aynı gemideyiz. 
'HEPİMİZ AYNI GEMİDEYİZ'
KARALARIMIZ FARKLI
Bazıları birinci sınıf geniş
kamara süitlerde huzurlu, bazıları ikinci sınıf dar kamaralarda kaygılı,
bazıları güverte altında sıkış tepiş seyahat ediyor; makine dairesinde
proletarya ter dökerken balo salonunda burjuvazi şampanya patlatıp vals
yapıyor, durumu fark eden bir kesim üst güverteden helikopterle tüyerek gemiyi
terk ediyor... gibi derin bir sınıfsal analiz yapacak değilim. Bunun faydası
yok. Faydalı olan, kaptanı değiştirerek gemiyi kurtarma ihtimali üzerinde
odaklanmaktır. Kaptan ve gemi metaforuyla siyasî iktidarı ve ülkeyi
tartışıyoruz.
'Hepimiz aynı gemideyiz' sözü,
başta iktidar katları olmak üzere bütün siyasî partilerden topluma doğru hızla
yayılıyor, giderek çoğunluğun bakış açısı hâline geliyor. Bu bakış açısının çok
kısa ömürlü olduğu kesindir. Bunu anlamak için, mevcut siyasî iktidarın
'serbest piyasa' sevdasından kurtulamayacağını bilmek, bu seferki krizin
toplumsal (ve elbette sınıfsal) sonuçlarını sezebilmek, 2002, 2007 ve 2013’teki
kitlesel tepkileri yeniden değerlendirmek yeterlidir. 
İNSANLAR BAKIŞ AÇILARINI KOLAY DEĞİŞTİREMEZLER
İnsanlar kendilerini mahkûm
hissettikleri bakış açısını kolayca değiştirmezler. Bakış açısı ancak maddi
koşullar kötüleştikçe, eskisi gibi yaşama imkânı kayboldukça değişir. Zamanla
hastalar ilaçsız kalmaya, çarşı pazar tenhalaşmaya, plazalar boşalmaya,
işsizlik enflasyon iflaslar toplumu harmanlamaya, insanlar homurdanmaya,
devletin baskısı artmaya başlar. Kitlesel tepkileri yönlendirmek isteyen
güçlerin ajitasyonu başlar. Eskiden devrimciler buna 'iktisadi krizi devrimci
krize dönüştürmek' derlerdi. Fakat bugünün dünyasında, iktisadi krizi
karşıdevrimci krize dönüştürmek, açığa çıkan öfkeyi çok farklı hedeflere
yönlendirmek geçmişe kıyasla çok daha kolay.
Bütün bu nedenlerden ötürü,
hükümetin zihni sinir önlemlerine fazla bel bağlamadan, hem kaptanın hem de
geminin selameti için orta vadede bir erken genel seçimi düşünmek gerekir. Bu
fırtına mevcut kaptanın üstesinden gelebileceği türden değil. Daha kapsamlı bir
geleneksel devlet aklına ihtiyaç var. Reis iktidarda kalsın diye, günü
kurtarmak için bütün varlıklarımızı elden çıkarırsak, sömürge oluruz. 
ÖNCELİKLE GEMİNİN GÜVENLİĞİNİ
SAĞLAMAK GEREKİR
Türk Ordusu’nun emir komuta
birliğini, istihbarat-lojistik-eğitim imkânlarını iade etmek, dünya ve bölge
durumuna uygun bir askerî doktrin oluşturmak şarttır. Önce millî güvenlik!
Üretim/teknoloji/eğitim alanında çok ciddi yapısal dönüşümler sonra gelir. Zira
büyük bir dönüşüm farklı kadroları ve büyük bir seferberlik hareketini, yeniden
tertiplenmeyi gerektirecektir. Mevcut rejim bu türden yapısal dönüşümlere
ideolojik ve sınıfsal yapısı nedeniyle uygun değil. Kimsenin asabını bozmak
istemem ama 'İnşallah, oldu da bitti maşallah!' diyerek yoluna devam etmesi
hâlinde gemiyi tek parça hâlinde tutmak pek mümkün görünmüyor. İleride şelâle
var.!”
Odatv.Com - 18.08.2018

@#MedyaGünebakış
©#MedyaGünebakış
Ökkeş
Bölükbaşı,
İstanbul -Ağustos.2018- okkesb61@gmail.com, http://www.medyagunebakis.com/ --- okkesb@turkfreezone.com,

ABD'li Generalin Kıbrıs'ta Ne Aradığı Sorulmayacak
mı.?
ABD'nin,
Papaz Brunson bahanesiyle başlattığı saldırılardan beri anlamakta zorlandığım
bir konu var.
Her
iki ülke yönetimi, “Savaşsa Savaş” moduna geçmiş ve ABD Kongresi
F-35'lerin Türkiye'ye teslimini geçici olarak durdurmuşken, Pentagon sık
sık “Ekonomik krizin askeri
ilişkileri etkilemediğini, Türk meslektaşları ile işbirliğinin gayet iyi
olduğunu” vurguluyor. Milli Savunma Bakanlığımız da benzer açıklamalar
yapıyor.
İŞTE SON ÖRNEK:
ABD, “IŞİD yenildikten sonra PYD/YPG
Münbiç'ten çıkacak” sözünü yerine getirmese de anlaşmaya varıldı. 6 gün önce Savunma
Bakanı Jim Mattis, Türk ve Amerikan askerlerinin Münbiç'te ortak devriyeler
gerçekleştirmesi için gereken eğitimlerin başlama zamanı konusunda, “72 saat içinde diyebilirim.
Çok yakında, belki daha da önce” dedi. Söz konusu eğitimler için
ilgili personelin ve ekipmanların şu anda Türkiye'de olduğunu, ancak detaylara
girmeyeceğini de ekledi.
Mattis'den
1 gün sonra Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Münbiç Yol Haritası ve
Güvenlik Prensipleri doğrultusunda, Türkiye ve ABD Silahlı
Kuvvetleri unsurları tarafından bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak
maksadıyla icra edilen faaliyetlere
planlandığı şekilde devam ediliyor. Bu çerçevede, müteakip safhada başlaması
planlanan müşterek devriye faaliyetlerine yönelik olarak her iki ülkenin Silahlı Kuvvetleri unsurları arasındaki ortak eğitimlerin yakın
zamanda başlaması öngörülüyor” açıklamasını yaptı. Medyamız da Mattis'in
tekrarı bu ifadeleri, “Bakan
Hulusi Akar'dan çok önemli Münbiç açıklaması” başlığıyla verdi.
Şuraya
geleceğim;
Erdoğan
Kurban Bayramı mesajında, “Ekonomimize yönelik saldırının doğrudan bayrağımıza ve ezanımıza
yönelik saldırılardan farkı yoktur” dedi.
Doğrudan
bayrağımızı, ezanımızı hedef alanlara ne denir, dahası böyle bir alçaklığı
gerçekleştirenlere ne yapılır, biliyoruz.
Ama
ne oluyor.?
Dışişleri
Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu ABD'ye, “Müttefik
olduğumuzu, ABD'li askerlerin bulunduğu İncirlik Üssü'ne ev sahipliği
yaptığımızı” hatırlatıyor, Trump'a “Vergileri yükseltmek yerine
diplomasiyi denemesi” çağrısında bulunuyor.
Keza
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Türkiye Papaz Brunson'ı bırakırsa, döviz krizi hemen bitebilir...
Katar'dan gelen para Türkiye ekonomisini kurtarmaya yardım etmez” tehdidi savuran Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'a
cevabında, “Bu tür siyasi, hukuki ve
ekonomik tavırların müttefiklik ruhuna sığmadığını” anlatmakla kalmıyor, “Türkiye’nin kimseyle ekonomik
savaş başlatmak gibi bir niyeti olmadığını” söylüyor.
İşte
anlayamadığım bu; Bayrağımıza, ezanımıza saldıranlara gösterilen bu mülayim
tavır.!..
Özellikle
de bunları korumakla görevli TSK ile Pentagon arasındaki ilişki ve
işbirliğinin, olanlardan hiç etkilenmeksizin “sorunsuz” devam edebilmesi.!..
Ki,
ABD ile doğrudan güvenliğimizi tehdit edecek yeni bir sorun daha baş gösteriyor.
ABD'Lİ GENERALİN KIBRIS MESAİSİ
Bilindiği gibi, ABD ile aramız “böyle” bozulunca;
Daha birkaç ay önce Avrupa Parlamentosu, “Müzakerelerin yeniden başlaması için Türkiye'nin, Rum kesimini
tanıması şarttır” dediği, Avrupa Konseyi de
Kıbrıs açıkları ve Ege Denizi’ndeki faaliyetlerimizi “yasa dışı” olarak
niteleyip, Türkiye'yi kınadığı halde AB'ye Ve Afrin operasyonumuza karşı
çıkmasını, oradaki tünelleri yapan ülke olmasını, teröristlerin Elysee
Sarayı'nda ağırlanıp, “Türkiye
ile aranızda arabuluculuk yapabiliriz” denmesini, ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve Ürdün'le birlikte Cenevre
masasına PYD/YPG'yi de oturtma planları hazırlamasını, Rum kesiminde üs
kurmasını vs. unutup, Fransa'ya yanaşma kararı aldık.
Denize düşüp yılana sarılma hali yani!..
Kıbrıs konusunda ABD ile Almanya, Fransa,
İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve AB yönetimlerinin ne düşündüğünü
hatırlatmaya gerek yok.
Rum kesiminde sadece İngiltere'nin üsleri
varken, son birkaç ay içinde Fransa ve İsrail de askeri üsler kurdu.
Nitekim geçen ay yapılan bir toplantıda, Türk
askerinin “işgalci” olduğunu öne sürün Rum Lider Anastasiadis'i, İsrail, Mısır
ve ABD Büyükelçileri dinledi. Dinlemekle kalmadılar; İsrail Büyükelçisi
Ravel, “Türk tehditleri nedeniyle
İsrail'in askeri müdahalede bulunmak zorunda kalmamasını temenni ederim” dedi. Mısır Büyükelçisi Taha Muhammed, “Gerekirse Türkiye'ye karşı askeri güç kullanmaktan
çekinmeyeceklerini” söyledi. ABD Büyükelçisi
Kathleen Doherty de, “Türkiye'nin,
Rumlara gösterdiği tavır kabul edilemez” diye buyurdu.
Bu rezalete tek tepki, Dışişleri Bakanlığımızın
yazılı açıklama yapması oldu; “Rum
yönetiminin Doğu Akdeniz'deki tek taraflı faaliyetlerine destek beyan eden bu
ifadelerin yersiz bulunduğu” belirtilerek, “Ülke temsilcilerine hadlerini aşmaması” tavsiye edildi.
Tavsiyemiz dikkate alınmamış olmalı ki, biz
Kurban Bayramı'nı kutlarken, bu defa ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark
Alexander Milley Rum kesimine gitti ve buradaki tüm üsleri tepe tepe
kullandıkları halde “diğer
ülkelere tanınan hakların kendilerine de tanınmasını” istedi. Yani resmen üs talebinde bulundu.
Milley'in İngiliz askeri üslerini ziyaretine
ve Rum Ordusu Komutanı Korgeneral İlias Leondaris’le görüşmesine ABD
Büyükelçisi Kathleen Doherty de eşlik etti. Rum General, Doğu Akdeniz'deki
doğalgaz arama faaliyetleri hakkında bilgi verip, Türkiye'nin tavırlarından
duyduğu rahatsızlığı aktardı. İki generalin görüşmesinde, “Görüş birliğine varıldığı” bildirilirken, Büyükelçi Doherty, “Bu, Washington ve Rumlar arasında güvenlik konularındaki
işbirliğinin güçlenmesine dair yeni, önemli bir göstergedir” değerlendirmesini yaptı.
Başlı başına şu tablo, meselenin Rahip
Brunson'dan ibaret olmadığını, ayrıca Trump'ın “şahsından ve kaprislerinden” kaynaklanmadığını, Türkiye karşıtlığının bir “devlet politikası”
haline geldiğini göstermiyor mu?
Toparlarsak;
Yunanistan'ın darbecilere iltica hakkı
tanıması üzerine Milli Savunma ve askeri yetkililer, Anadolu Ajansı'na
konuşup, “Güven artırıcı önlemlerin
yeniden başlatılmasının konuşulduğu ve her türlü iyi niyeti gösterdiğimiz şu
günlerde verilen bu karar, tam bir basiretsizlik örneği olmuştur. Darbeci
teröristlerle ilgili hukuka, demokrasiye ve iyi komşuluk ilişkilerine uygun kararlar
alınmadan, güven artırıcı önlemlerin uygulamalarında bir gelişme beklenemez.
Bunun da ilişkilerimize ciddi olumsuz etkileri olacağı açıktır” dedi ya,
Bir Milli Savunma Bakanlığı ya da TSK
yetkilisinin, benzer bir tepkiyi ABD'li General Milley'e de gösterip, “Ekonomik krizin etkilemediği işbirliğimizi Kıbrıs etkiler” açıklaması yapması gerekmez mi?
Ve dahi “Garantörlükten vazgeçin, askerinizi çekin, Kıbrıs sorunu
çözülsün” talebinde bulunanlara, Erdoğan
ya da Dışişleri Bakanımızın, “ABD
üs peşindeyken, biz çekileceğiz, öyle mi.? Aksine biz de KKTC'de askeri üs
kurma kararı aldık” demesinin tam zamanı
değil mi.?
Müyesser Yıldız - 24.08.2018 - Odatv.Com
|