MİSİLLEME
& MÜTEKABİLİYET NASIL OLUR.?
Çin Ticaret Bakanlığı, toplamda 16 milyar dolar
tutarındaki ABD menşeli ürünlere yüzde 25 ilave vergilerin yürürlüğe girdiğini
duyurdu. 
Çin'in
ABD'ye Vergi Hamlesi Yürürlüğe Girdi
Çin Ticaret
Bakanlığı, toplamda 16 milyar dolar tutarındaki ABD menşeli ürünlere yüzde 25
ilave vergilerin yürürlüğe girdiğini duyurdu. 
Bakanlıktan
yapılan açıklamada, ABD'nin bugün yürürlüğe soktuğu 16 milyar dolar tutarındaki
Çin mallarına yüzde 25 ilave vergi hamlesine misilleme olarak Pekin yönetiminin
daha önce duyurduğu toplamda 16 milyar dolarlık ABD menşeli ürünlere yüzde 25
ilave vergi getirme kararının yürürlüğe girdiği bildirildi.
Açıklamada,
Washington yönetiminin Çin mallarına ilave vergi hamlesine kesinlikle karşı
çıkıldığı belirtilirken, ABD'nin söz konusu ilave vergi hamleleriyle Çin'e
karşı önlem almaktan başka bir seçenek bırakmadığı kaydedildi.
Çin'in
serbest ticareti ve çoklu ticaret sistemini koruyacağının altı çizilerek,
ABD'nin ilave vergi hamlesine yönelik Dünya Ticaret Örgütünün anlaşmazlıkların
halli mekanizmasına başvurulacağı bildirildi. Pekin yönetimi 8 Ağustos'ta
ABD'nin 16 milyar dolarındaki Çin mallarına yüzde 25 gümrük tarifesi kararına
misilleme olarak 16 milyar dolar tutarındaki ABD mallarına yüzde 25 ilave
gümrük vergisi uygulanacağını açıklamış ve kararın 23 Ağustos'ta yürürlüğe
gireceğini duyurmuştu. 
ABD-ÇİN TİCARET
SAVAŞININ GELİŞİMİ
ABD
ile Çin arasında bir ticaret savaşının başlangıcı olarak görülen gelişmeler,
Donal Trump yönetiminin 23 Mart'ta ithal çelik ve alüminyuma sırasıyla yüzde 25
ve yüzde 10 ek gümrük vergisi getirmesiyle başladı.
Çin,
Washington'ın çelik ve alüminyum ürünlerine yönelik ek gümrük vergilerine
cevaben nisan başında ABD menşeli 128 ürüne yüzde 15 ila yüzde 25 gümrük
vergisi getirdi.
ABD
yönetimi ayrıca 22 Mart'ta Çin'in, Amerikalı şirketlerin teknolojilerini ve
fikri mülkiyetlerini ele geçirmeye yönelik usulsüz faaliyetleri gerekçesiyle 50
milyar dolar değerindeki bini aşkın Çin menşeli ürüne iki aşamalı yüzde 25 ek
gümrük vergisi getireceğini açıkladı.
Pekin
yönetiminin, ABD'nin sadece Çin'i hedef alan bu hamlesine tepkisi gecikmedi.
Çin Ticaret Bakanlığı, bu karara cevaben ABD'den ithal edilen 50 milyar dolar
tutarındaki 659 ürüne yüzde 25 gümrük vergisi getirileceğini bildirdi. 
ABD
Başkanı Donald Trump, 18 Haziran'da Çin'in daha önce açıkladığı tarifelere
misillemeyle karşılık vermesi halinde 200 milyar dolar değerinde ürüne daha
yüzde 10 gümrük vergisi uygulanması talimatını verdi.
Takvimler
6 Temmuz'u gösterdiğinde ABD yönetimi, Çin'den ithal edilen 34 milyar dolar
değerindeki 800'den fazla ürüne yüzde 25 ek gümrük vergisi uygulamaya resmen
başladı. Çin yönetimi, Trump'ın tüm tehditlerine rağmen ABD'nin ithal ürünlere
yönelik mütekabil tarife artışlarının "anında yürürlüğe girdiğini"
duyurdu.
ABD'nin
şimdiye kadar attığı korumacı ticaret adımlarına "kısasa kısas"
yanıtlar veren Pekin yönetimi, Washington yönetimi ile birkaç defa ikili
ziyaretler çerçevesinde ticaret savaşına çözüm bulmaya çalışmış ancak sonuç
alınamamıştı. 
Bununla
birlikte dün Çin Ticaret Bakanı Yardımcısı Vang Şouvın başkanlığında bir heyet
iki ülke arasındaki ticaret savaşına ilişkin müzakereleri yürütmek için ABD'ye
gitmişti.
@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış
Ökkeş
Bölükbaşı,
İstanbul-Ağustos.2018- okkesb61@gmail.com, http://www.medyagunebakis.com/
--- okkesb@turkfreezone.com,
ABD'Lİ GENERAL KIBRIS'TA NE ARIYOR.?
ABD'li Generalin Kıbrıs'ta Ne
Aradığını Kimse Sormayacak mı.?
ABD'nin, Papaz Brunson bahanesiyle başlattığı
saldırılardan beri anlamakta zorlandığım bir konu var.
Her iki ülke yönetimi, “Savaşsa savaş” moduna
geçmiş ve ABD Kongresi F-35'lerin Türkiye'ye teslimini geçici olarak
durdurmuşken, Pentagon sık sık “Ekonomik
krizin askeri ilişkileri etkilemediğini, Türk meslektaşları ile işbirliğinin
gayet iyi olduğunu” vurguluyor. Milli Savunma Bakanlığımız
da benzer açıklamalar yapıyor. 
İşte
son örnek:
ABD, “IŞİD yenildikten sonra PYD/YPG Münbiç'ten
çıkacak” sözünü yerine getirmese de anlaşmaya varıldı. 6
gün önce Savunma Bakanı Jim Mattis, Türk ve Amerikan askerlerinin Münbiç'te
ortak devriyeler gerçekleştirmesi için gereken eğitimlerin başlama zamanı
konusunda, “72
saat içinde diyebilirim. Çok yakında, belki daha da önce” dedi.
Sözkonusu eğitimler için ilgili personelin ve ekipmanların şu anda Türkiye'de
olduğunu, ancak detaylara girmeyeceğini de ekledi.
Mattis'den 1 gün sonra Milli Savunma Bakanı
Hulusi Akar, “Münbiç
Yol Haritası ve Güvenlik Prensipleri doğrultusunda, Türkiye ve ABD Silahlı
Kuvvetleri unsurları tarafından bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak
maksadıyla icra edilen faaliyetlere planlandığı şekilde devam ediliyor.
Bu çerçevede, müteakip safhada
başlaması planlanan müşterek devriye faaliyetlerine yönelik olarak her iki
ülkenin Silahlı Kuvvetleri unsurları arasındaki ortak eğitimlerin yakın zamanda
başlaması öngörülüyor” açıklamasını yaptı.
Medyamız da Mattis'in tekrarı bu ifadeleri, “Bakan Hulusi Akar'dan çok önemli
Münbiç açıklaması” başlığıyla verdi.
Şuraya geleceğim; Erdoğan Kurban Bayramı
mesajında, “Ekonomimize
yönelik saldırının doğrudan bayrağımıza ve ezanımıza yönelik saldırılardan
farkı yoktur” dedi.
Doğrudan bayrağımızı, ezanımızı hedef alanlara
ne denir, dahası böyle bir alçaklığı gerçekleştirenlere ne yapılır, biliyoruz.
Ama ne oluyor.? 
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu ABD'ye, “Müttefik olduğumuzu, ABD'li
askerlerin bulunduğu İncirlik Üssü'ne ev sahipliği yaptığımızı” hatırlatıyor,
Trump'a “Vergileri
yükseltmek yerine diplomasiyi denemesi” çağrısında
bulunuyor.
Keza Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim
Kalın, “Türkiye
Papaz Brunson'ı bırakırsa, döviz krizi hemen bitebilir... Katar'dan gelen para
Türkiye ekonomisini kurtarmaya yardım etmez” tehdidi
savuran Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'a cevabında, “Bu tür siyasi, hukuki ve ekonomik
tavırların müttefiklik ruhuna sığmadığını” anlatmakla
kalmıyor, “Türkiye’nin
kimseyle ekonomik savaş başlatmak gibi bir niyeti olmadığını” söylüyor.
İşte anlayamadığım bu; Bayrağımıza, ezanımıza
saldıranlara gösterilen bu mülayim tavır!.. Özellikle de bunları korumakla
görevli TSK ile Pentagon arasındaki ilişki ve işbirliğinin, olanlardan hiç
etkilenmeksizin “sorunsuz” devam
edebilmesi.! Ki, ABD ile doğrudan güvenliğimizi tehdit edecek yeni bir sorun
daha baş gösteriyor. 
ABD'Lİ GENERALİN KIBRIS MESAİSİ
Bilindiği gibi, ABD ile aramız “böyle” bozulunca;
Daha birkaç ay önce Avrupa Parlamentosu, “Müzakerelerin yeniden başlaması için Türkiye'nin,
Rum kesimini tanıması şarttır” dediği, Avrupa Konseyi de
Kıbrıs açıkları ve Ege Denizi’ndeki faaliyetlerimizi “yasa dışı” olarak
niteleyip, Türkiye'yi kınadığı halde AB'ye, Ve Afrin operasyonumuza karşı çıkmasını, oradaki
tünelleri yapan ülke olmasını, teröristlerin Elysee Sarayı'nda ağırlanıp, “Türkiye ile aranızda arabuluculuk
yapabiliriz” denmesini, ABD, İngiltere, Suudi Arabistan
ve Ürdün'le birlikte Cenevre masasına PYD/YPG'yi de oturtma planları
hazırlamasını, Rum kesiminde üs kurmasını vs. unutup, Fransa'ya yanaşma kararı
aldık. Denize düşüp yılana sarılma hali yani.!.
Kıbrıs konusunda ABD ile Almanya, Fransa,
İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve AB yönetimlerinin ne düşündüğünü
hatırlatmaya gerek yok.
Rum kesiminde sadece İngiltere'nin üsleri
varken, son birkaç ay içinde Fransa ve İsrail de askeri üsler kurdu.
Nitekim geçen ay yapılan bir toplantıda, Türk
askerinin “işgâlci”
olduğunu öne sürün Rum Lider Anastasiadis'i, İsrail, Mısır ve ABD Büyükelçileri
dinledi. Dinlemekle kalmadılar; İsrail Büyükelçisi Ravel, “Türk tehditleri nedeniyle
İsrail'in askeri müdahalede bulunmak zorunda kalmamasını temenni ederim” dedi.
Mısır Büyükelçisi Taha Muhammed, “Gerekirse
Türkiye'ye karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceklerini”
söyledi. ABD Büyükelçisi Kathleen Doherty de, “Türkiye'nin, Rumlara gösterdiği
tavır kabul edilemez” diye buyurdu. 
Bu rezalete tek tepki, Dışişleri
Bakanlığı'mızın yazılı açıklama yapması oldu; “Rum yönetiminin Doğu Akdeniz'deki
tek taraflı faaliyetlerine destek beyan eden bu ifadelerin yersiz bulunduğu” belirtilerek, “Ülke temsilcilerine hadlerini
aşmaması” tavsiye edildi.
Tavsiyemiz dikkate alınmamış olmalı ki, biz
Kurban Bayramı'nı kutlarken, bu defa ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark
Alexander Milley Rum kesimine gitti ve buradaki tüm üsleri tepe tepe
kullandıkları halde “diğer
ülkelere tanınan hakların kendilerine de tanınmasını” istedi.
Yani resmen üs talebinde bulundu.
Milley'in İngiliz askeri üslerini ziyaretine
ve Rum Ordusu Komutanı Korgeneral İlias Leondaris’le görüşmesine ABD
Büyükelçisi Kathleen Doherty de eşlik etti. Rum General, Doğu Akdeniz'deki
doğalgaz arama faaliyetleri hakkında bilgi verip, Türkiye'nin tavırlarından
duyduğu rahatsızlığı aktardı. 
İki generalin görüşmesinde, “Görüş birliğine varıldığı” bildirilirken,
Büyükelçi Doherty, “Bu,
Washington ve Rumlar arasında güvenlik konularındaki işbirliğinin güçlenmesine
dair yeni, önemli bir göstergedir” değerlendirmesini
yaptı.
Başlıbaşına şu tablo, meselenin Rahip
Brunson'dan ibaret olmadığını, ayrıca Trump'ın “şahsından ve
kaprislerinden” kaynaklanmadığını, Türkiye karşıtlığının
bir “devlet
politikası” haline geldiğini göstermiyor mu?
Toparlarsak;
Yunanistan'ın darbecilere iltica hakkı
tanıması üzerine Milli Savunma ve askeri yetkililer, Anadolu Ajansı'na
konuşup, “Güven
artırıcı önlemlerin yeniden başlatılmasının konuşulduğu ve her türlü iyi niyeti
gösterdiğimiz şu günlerde verilen bu karar, tam bir basiretsizlik örneği
olmuştur. Darbeci teröristlerle ilgili hukuka, demokrasiye ve iyi komşuluk
ilişkilerine uygun kararlar alınmadan, güven artırıcı önlemlerin
uygulamalarında bir gelişme beklenemez. Bunun da ilişkilerimize ciddi olumsuz
etkileri olacağı açıktır” dedi ya,
Bir Milli Savunma Bakanlığı ya da TSK
yetkilisinin, benzer bir tepkiyi ABD'li General Milley'e de gösterip, “Ekonomik krizin etkilemediği
işbirliğimizi Kıbrıs etkiler” açıklaması yapması gerekmez
mi.?
Ve dahi “Garantörlükten vazgeçin, askerinizi çekin, Kıbrıs
sorunu çözülsün” talebinde bulunanlara, Erdoğan ya da
Dışişleri Bakanı'mızın, “ABD
üs peşindeyken, biz çekileceğiz, öyle mi? Aksine biz de KKTC'de askeri üs kurma
kararı aldık” demesinin tam zamanı değil mi.?
Müyesser Yıldız - 24.08.2018 - odatv.com

@#MedyaGünebakış ©#MedyaGünebakış
Ökkeş
Bölükbaşı,
İstanbul-Ağustos.2018- okkesb61@gmail.com, http://www.medyagunebakis.com/
--- okkesb@turkfreezone.com,
*GİTTİ BİZİM KIZ”IN NAMUSU*
Genelkurmayda Amerikalı Teröristlere Oda Verildi. Buna
Karşılık Pentogon’un İçinde Bizim İrtibat Subayımız Da Olacak Mı.? 
Devletler
arası ilişkilerde mütekabiliyet (karşılıklılık)
ilkesi vardır. Yani “sen beni öpersen, ben de seni öperim” yada senin
vatandaşın vizesiz girerse ülkeme, benim vatandaşım da senin ülkene vizesiz
girmeli veya sen bendeki teröristi beslersen, ben de sendeki teröristi
beslerim; sen benim eserimin telif haklarını korursan, ben de senin eserlerinin
telif haklarını korurum, vesaire…
Devletler
birbiri ile ilişkiye girerken bu tarz mütekabiliyetleri esas alır. Hani derler
ya “devletler arasında
duygusallık olmaz, karşılıklı menfaatler vardır”… O hesap… Mütekabiliyet
olmadığı zaman diğer devlete tanınan haklar karşılıksız faydalanma olur…
Kapitülasyon. Gelir “bizim kız”ı öper, kızın masrafları da
üzerimize kalır. Hâ! Bu öpme işi zorla olursa, tecavüze döner iş… 
Şimdi
sorayım; Pentogon’un
içinde bizim irtibat subayımız da olacak mı? Olacaksa
mütekabiliyet… Olmayacaksa, gitti “bizim kız”ın namusu.! Türkiye, bu
hadiseyle ÇOK
AÇIK BİR ŞEKİLDE 27 Mayıs 1960 askerî
darbesini ortaya çıkardığı sürecin bir benzerini tekrar yaşamaya başladı. 27
Mayıs değerlendirilirken çoğu kesim tarafından göz ardı
edilen en
önemli husus, dönemin Genel Kurmay Başkanının odasının hemen
bitişiğinde, Amerikan ordusuna mensup istihbarat subaylarının görev yapmasıydı.
Söylendiğine göre dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun,
silah arkadaşlarının onurunu çiğneyecek şekilde “görev” yapan bu Amerikalı çavuşlara aşkla ve
bağlılıkla selâm vermekten imtina etmezmiş.
Bu
şekilde aşağılanan o Türk Subayları daha sonra 27 Mayıs darbesiyle dönemin
Genelkurmay Başkanı’na bunun hesabını sordular. Bizden söylemesi. Gidişatın
vahametini daha nasıl anlatabiliriz, bilemiyorum. 
Av.
Mehmet TIĞLI
|