GİZLİ AJANDA-1 & GİZLİ AJANDA-2

İslami Öğretinin Temelleri Ve Test

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

GİZLİ AJANDA-2

İslami Öğretinin Temelleri Ve Test

Yapılacak olan test ne poligami, ne Cuma namazı, ne de Âdem ile Havva’dan geldiğimiz üzerine. Test onların kadınları ve paraları üzerinedir. Çünkü İslami öğreti bu iki objeyi benimser ve kutsar.

Kadını tıpkı çocuk gibi korunması ve güvenilmemesi gereken bir varlık olarak görür. Bu açıdan kadına güvenmeyen dindar onu “kem gözlerden” saklar. Bu ayni zamanda kendisinin de en zayıf yanidir. Yani cinsel açlık, doyuramadığı yanidir. (Bizim gibi toplumların tüm kesimlerini kapsayan ortak sorunudur bu) Bu yanını sürekli baskı altına alır ve kendisini İslami yasalar ve cehennem ateşi ile terbiye etmeye çalışır. Çünkü o bir kadına baktığında – bastırılmış duygularından dolayı – onun popo su, göğsü gibi avret yerlerini görür veya hayal eder. Kendine “tövbe tövbe” demesi de bu yüzdendir. TAKVA filminde olduğu gibi bir dindarın en zayıf yanı;

1. Cinsel açlığı 2. Parasal güce tapınmasıdır.

Bu açıdan onlar herkesin bu iki açlıktan muzdarip olduklarına inanırlar.

Dolayısıyla karısına, kızına herkesin ayni şekilde baktığını düşünerek onların mahrem dediği her şeyi kapatmasını isterler.

Saç da bunun içindedir. Bu düşünceyi daha da ileri götürüp kadının her yerini örten tarikatların da var olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım.

Gerçekte, İslami öğretide ise bu saçmalıkların hiçbirine yer yoktur. Tüm dinler gibi İslamiyet’te, -öbür dünyaya ilişkin öğretileri dışında- bozulan ekonomik ve sosyal düzene karşı onu düzenleyeceğini söyleyerek ortaya çıkmıştır. Bu açıdan İslamiyet de her şeyden önce sosyal bir projedir.

Bu açıdan 3 temel dayanağı olduğunu söyleyebiliriz. Birinci dayanak insan ile tanrı arasındaki ilişkidir.

Bu tamamen kişi ile tanrı arasında kalan 3. şahısların asla karışamayacağı manevi alandır. İslamiyet bunu söyle formül etmiştir: “Allah ile kul arasına kimse giremez.” Tamamen gizli ve tamamen kişi ile tanrı arasındaki bir ilişkiyi kapsayan bu öğreti onun temel felsefesini yansıtır. İşte bu inancın uhrevi ve dinsel olan yani budur. Bir kişinin namaz kılıp kılmaması, oruç tutup tutmaması ve diğer görevleri yerine getirip getirmemesi tamamen o kişiyi ilgilendirir. İslamiyet’in temel önermesi cezalandırma ve affetmenin sadece “Allaha mahsus” olduğudur.

İkinci dayanak ise insan ile insan arasındaki ilişkidir. Tamamen sosyal dokuyu güçlendirmeyi amaçlayan bu öğretiyi İslamiyet en güzel söyle açıklar : “ Allah der ki ‘kimse karşıma kul hakki ile gelmesin’.” Ayni şekilde : “komsusu açken tok yatan benden değildir.” İslamiyet’in sosyal yanını açıklayan bu tezler sadece haksızlıkların giderilmesini değil ayni zaman da sosyal refahın arttırılmasını da öngörür. Burada en önemli öğretilerinden biri de insanin insana haksizlik ve eziyet etmesi üzerinedir. Dolayısıyla İslamiyet’in en önemli isteği Allah’ın verdiği canin ancak Allah tarafından alınacağı üzerinedir.

Bugün ki İslamiyet adına kitlesel can almayı ilke edinmiş olanlara baktığımızda İslamiyet’in nerelerden nerelere geldiğini daha iyi görüyoruz. Sadece bu değil. Milyonlarca dolar servetleri ile övünen ve sonra da Müslüman olduklarını söyleyenlerin ülkelerinde ki açlık ve sefaleti nasıl açıklayacaklarını merak ediyorsanız boşuna beklersiniz. Ben size açıklayayım; hepsi de İslamiyet’i bir rant aracı haline getiren siyasi kurnazlardan başka kimse değildirler.

Üçüncü dayanak ise insan ile hayvan-tabiat arasındaki ilişkiyi kapsar. Bu ise onun çevresi ile olan ilişkisini açıklamaktadır. Tüm mahlûkatı ve tabiatı tanrının yarattığı kutsallık içinde ele alan İslamiyet “ bir karıncanın incitilmesi dahi günahtır.” diyerek bunu açıklar.

Bu açıdan doğayı insafsızca katledecek projelere destek veren ve öneren belediyelerin ve hükümetlerin icraatlarına bakmak yeterlidir.

Bu üç vecibeyi temel prensip olarak alan İslami öğretinin bu gün geldiği nokta içler acısıdır. Ve bu gün ülkemizde ortaya çıkan siyasi İslam taraftarlarının İslamiyet’le hiçbir ilişkilerinin olmadığını sanırım bu açıklamalardan sonra daha iyi anlıyor ve onlara su çağrıyı yapıyorum:

Allah ile olan ilişkinizi SAKLAYIN, insan ile olan ilişkinizi DÜZELTIN,  doğa ve canlılar ile olan ilişkinize ÖNEM VERIN. Fakat siyasi İslam’ı savunan bugünkü iktidar bence tarikatlardan daha tehlikelidir.

Çünkü tarikatlar, istedikleri gibi yasamak istiyorlar ve kimseye karışmıyorlarsa ve de onların karışmasının önüne yasal ve sağlam insani engeller konmuşsa hiçbir sorun yoktur. Fakat bugünkü iktidar dinsel yasam biçimini ortak yasam alanlarına taşıyarak ve de bunu kadın üzerinden ve özgürlük adına yapıyorsa, bilin ki tehlike yaklaşıyordur.

Bugünkü duruma gelmemizde elbette ki Kemalist önyargılar ve yanlış laiklik anlayışının rolü büyük. Zaten bu hatalardan dönülmediği müddetçe siyasal İslam daha da büyüyecektir. Ama sorun simdi bu değil. Sorun, iktidara gelmiş ve ortak yasam alanımızı bozan bu güce karşı neler yapabiliriz.?

Burada ben onların deşifre olmaları için iki test veya iki kriter öneriyorum.

BIRINCI TEST; kendi kadınlarını yani es ve kızlarını yalnız başlarına herhangi bir kapalı mekânda başka erkeklerle birlikte uzun müddet kalmalarına müsaade ediyorlar mı.? Örneğin burası bir sinema, tiyatro, bir işyeri ve ya herhangi bir kapalı alan olabilir.

IKINCI TEST; para kazanma hırsları kişisel servetlerinin büyük ölçekte artmasına neden oluyor fakat ayni oranda paylaşım yapıyorlar mı.?

Eğer yukarıdaki sorulardan birincisine evet ikincisine hayır cevabi alıyorsanız korkacak bir şey yoktur. Birincisine hayır ve ikincisine evet deniyorsa bilin ki tehlike yakındadır. Her iki sorudan da olumlu (yani evet) yanıt alıyorsanız onlar artik dinin dogmatizminden kurtulup insan ağırlıklı, diğer bir ifade ile sosyal dindardırlar.

Yok, her iki sorudan da negatif cevap alıyorsanız çok açık ki kapitalizm ile dini uzlaştırmaya çalışan, diğer bir ifadeyle, iki cami arasında kalmış beynamazdırlar. Ki sanırım kapitalizme teslim olacaklardır.

Uzun lafın kısası bir yandan “şeriat geliyor tüm laikler birlesin” nidaları ile diğer yandan “valla biz değiştik Liberal ekonomiyi savunuyoruz” türünden itirazları dinleyerek bir oraya bir buraya bakayım derken şasi olmaktansa yukarıdaki test’i şüphelendiğiniz kişi, grup, parti ve hükümetlere uygulayarak netleşebilirsiniz.

Eğer ortada herhangi bir tehlike yoksa rahatça uyuyup islerinize bakabilirsiniz. Yok, tehlike varsa darbeci ve militaristlere isi bırakmayıp kişi, grup, parti ve hükümetleri mevkilerinden demokratik yollardan alaşağı edebilirsiniz. Selçuk Şahin POLAT - 30.09.07

Selçuk Polat, Mersin – Mart.2014 - fb.antalya007@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ -okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb E.mail: okkesb61@gmail.com,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi,

MEDYAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.!

Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

Selçuk Polat, Mersin Mart.2014 - fb.antalya007@gmail.com, 

GİZLİ AJANDA-1

Dün çok önemli gelişmeler olmuştu. Bakanlar Kurulunun olağan toplantısında söz alan arkadaşlar “Artik yeter.!

Bu baskılara karşı bir şey yapmayacak mıyız.?

Bu ülkeyi yönetenler biz değil miyiz.?” diye konuştuklarında ipin ucunun kaçtığını sezer gibi olmuştum.

Gerçekten de milliyetçi ve militarist güçler dincilerin kendilerine yakin olan kesimi ile de işbirliği yapmışlar ve geniş ve etkili bir kampanya açmışlardı.

Komünist iktidara son.! Başlığı ile ifade edebileceğimiz bu anti-sosyalist cephe giderek etkili olmaya başlamıştı. Hükümetin başı olarak kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim.

Durmanın intihar olacağını bilerek hedefimize yönelik adımları bir bir atmamız gerektiğini biliyordum da ordunun bize yönelik bir hareket yapmayacağının da garantisi yoktu.

Hâlbuki daha yolun yarısında bile değildik. İktidara, inanmış ve sıkı bir yoldaş ilişkisi içinde örgütlenmiş devrimci kadrolarla gelmiştik. Fakat neo-sosyal demokratların yardımına ve yolu bizim için çok güzel temizliyor olmalarına rağmen sosyalist hedeflere ulaşmamız henüz imkân dâhilinde gözükmüyordu. Basında çıkan ve özellikle Milliyetçi-demokrat nitelikli Cumhuriyetçi Dinci Parti’nin dillendirdiği “bunların gizli gündemi var” sözü saflarımızda ciddi paniğe yol açıyordu.

Nasıl açmasın. Çoğu saf arkadaş gelip bana bizzat soruyordu “bunlar gizli gündemimiz olduğunu nereden biliyorlar.?” diye. Bu ve buna benzer panik tavırlar, Silahlı Kuvvetlerin yazılı ve sözlü baskılarının yarattığı yılgınlıklar ve en önemlisi de iktidara gelmeden önce bizi buraya taşıyan çekirdek kadrolarımıza verdiğimiz sözleri yerine getiremememiz saflarda çok ciddi yarıkların oluşmasına yol açıyordu. Bütün bu olumsuzlukların yanında ileri düzeydeki çoğu kadrolarımız iyiden iyiye sistemden etkilenerek olayın üzerine tuz biber ekmiş oluyorlardı.

Eğer tez elden davranmazsam saflarımızda ciddi dalgalanmalar olabilirdi. Bunun için Meclis Başkanı arkadaşın basını çektiği grup ve Dışişleri Bakanı’nın etkisinde olan arkadaşlarla acilen toplantıya gittim. Ayrıca bu toplantı öncesi Sosyalist Devlet’i yaratma yönünde ta başından beri mutabakat içinde olduğum arkadaşları gizli olarak toplantıya çağırdım. Bu toplantı da Dışişleri Bakanı arkadaşım da vardı. Geniş toplantıda konuşacağımız konu başlıklarını ve içeriklerini saptadık.

Tabi her zamanki gibi dinlenmemizi engelleyecek tedbirleri almayı ihmal etmedik.

Geniş toplantı gruplar arasında bir uzlaşmaydı. Fakat bu gruplar içinde radikal soldan gelmiş ve hala oralarla ilişkide olan arkadaşlar vardı. Bunlarla, sistemi artik benimseme yönündeki arkadaşlar arasında sert tartışmalar yaşandı. Fakat hala otoritem yerindeydi. Dolayısıyla önce Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesinin yolunu açacak bir kampanya yürütmemiz ve ayrıca muhalefetin silahını elinden almak için bir erken seçim kararı almamız gerektiğini söyledim. Kabul edildi.

Çünkü yaptığımız ve yaptırdığımız anketlere göre oyumuz %50’lere varıyordu. Bundan yararlanmalıydık.

Fakat burada panikten, biraz da danışmanların yetersizliğinden olsa gerek hem erken seçim hem de halk oylamasına gidecek bir Anayasa değişikliği önerisi ile isleri karıştırmıştık. Bunda tabi ki yılmaz bir Kemalist olan Cumhurbaşkanı’nın da rolü vardı. Her neyse, olan olmuştu. Seçim yapıldı. %47 oy almıştık.

Bu, sosyalistlerin zaferiydi. Fakat bize oy verenlerin %78’i ekonomiyi düzelttiğimizi ve ya düzelteceğimizi düşünen sıradan insanlardı. Özellikle de Kürtlerin oyunu almıştık.

Nedeni ise; onların her şeyden önce ekonomik-sosyal sorunlarını giderecek bazı adımlar atmamız, ikincisi de barış vaat etmiş olmamızdı.

Diğer yanda basta Cumhuriyetçi Dinci Parti (CDP) ve Milliyetçi Halkçı Partisi (MHP) olmak üzere tüm partiler savaş çığırtkanlığı yaparak Kürtlerden oy alamamıştı.

Yeni Meclisi toplar toplamaz hemen havayı yumuşatmak için herkesin üzerinde anlaşacağı bir meclis başkanı önerdim. Hava yumuşadı. Hatta kızıl bere takıyor diye Dışişleri Bakanı arkadaşımızın Cumhurbaşkanı olmasını engelleyen sivil ve askeri bürokrasi beni tebrik etmeye başladı.

Bu ara Amerika Bolşevik Devletleri (ABD) ile olan ilişkimizde de ciddi kriz oluşmuştu. Bir yandan Irak’taki Dinci Kürt Örgütü ile olan ilişkisini inkâr ediyor, ayni zamanda da İran’daki –bir zamanlar desteklediği ama bugün farklı fraksiyondan olan- sosyalist devleti yıkmak istiyordu. Hâlbuki Iran bizim için en büyük moral kaynağıydı. Onlarla herhangi bir is birliği ve sözleşme yapmamamız isteniyordu.

Iran yönetimindeki devrimci güçler bize her türlü yardımı, özellikle biz muhalefetteyken yapmışlardı. Ayrıca ülkenin istikrarsızlaştırılmasında önemli roller oynamışlar ve bizim iktidara gelmemizde büyük payları olmuştu. 1979 devrimini nasıl unuturuz. İranlı yoldaşların iktidara el koymasında büyük rol oynayan fedailer ve mücahitlerin tek tek yok edilmesi büyük bir işti. Ülkemizde de benzer bir yol izlemek için henüz şartlar müsait değil fakat böyle bir devrim anına hazır olmak gerektiğine de inanıyorum.

Ne var ki Amerika Bolşevik Devletleri (ABD) ile olan ilişkimizde sağlam bir temel vardı. Ülkemizdeki askeri ve sivil bürokrasi üzerinde ABD’nin etkisi büyük bir yer tutuyordu. Ama komünist olduğumuz gerekçesi ile seçimden önce bu kesim bizimle görüşme yapmıyor ve diyalog kurmuyordu. Bunun üzerine bende ABD Savunma Bakanı’na bir mektup yazarak bizim Genelkurmay Başkanı ile bir görüşme ayarlamasını rica ettim. Etmez olaydım. Nereden bileyim bizim Amerikalıların sır saklama huylarının olmadığını. Fakat esas hatayı bizim gıdacı arkadaş yaptı.

ABD’deki yoldaşları benden daha çok abartmış ve sevmiş olmalı ki : “İlker’i silkip atmayın, süpürüp kapı arkasına koymayın. Ondan ve bizden yararlanın.” Türünden konuşmuşlar. Resmen iğrendim. Zaten gelince de kulağını çektim ve onların sır saklamadıklarını tekrar hatırlattım.

Ve tüm bunların yanında kızıl yıldızlı bereleri çıkartmayız diye direten hanımlarımız yüzünden başımıza gelmedik kalmadı. Hoş onları sempati ile karşılıyorduk. Fakat az kalsın bu yüzden e-darbe yoluyla devrilip devrim tarihinde rezil rüsva olacaktık.  

Fiske ile devrilen kâğıt kaplanlar gibi. Bu yüzden kâbuslar görmeye başlamıştım. Nasıl görmeyeyim.?

Bindiğim her attan düşüyor, girdiğim hiçbir arabadan çıkamıyordum.

Ancak balyozla ve ya DIA’nin yardımıyla kurtuluyordum. Bir de sürekli herkesi ayağında postal, marş marş nidalarıyla yürüyor görüyordum ki... “Marş marş ileri” derken büyük bir gürültüyle uyandım. Benim küçük oğlan “Marş marş ileri” diye bağırıyordu ve beni uyandırmıştı. Gördüğüm rüyayı birisine yorumlatmalıyım diye düşünürken, kendi kendime söylenmeye başladım: Gerçekten de biz devrimciler iktidar olsak acaba sosyalist hedeflerimizden vazgeçer miydik.? Eğer inanmış komünistlersek ve komünist programımızla halkın karşısına çıkıp oy almamış ama ülke ekonomisini düzelteceğimizi söyleyip belediyelerde yaptığımız iyileştirmeleri göstererek oy almışsak, sanırım gizli gündemimizi açıklayamazdık.

Şüphesiz komünist ideallere inanan devrimciler olarak eğer iktidara demokratik veya burjuva içerikli programlarla gelmişsek, herhalde kafamızdaki inancı hayata geçirecek yol fırsatını arayacaktık. Açıktır ki bir iç savaş olmadan bu hedefe ulaşmalıydık, bu da çok uzun bir yol demekti. Sivil ve askeri bürokrasinin seksen yılda çözemediği sorunları biz çözmek için zorladıkça sanırım ipler gerilecekti. Simdi buradan açıklamak zorundayım ki inanan insanlar inandıkları şeyler için kendilerine bir yol haritası çizerler ve bu harita ne kadar dolambaçlı ve zor olursa olsun, hedefe ulaşmadan durmazlar. Veya inandıklarından vazgeçmişler ve düzenin bir parçası olmuşlardır.

Mevcut iktidarla rüyamda kurduğum paralellik aslında gerçekle de kurulabilir. Onlarla aramızdaki tek benzerlik inançtır.

Onların yolu din, bizimki ise insan odaklı her türlü çözümdür. Görünüyor ki inançlarından vazgeçmeyen bu dinci kadrolar, her ne kadar kapitalizmden etkileniyor olsalar da; zaten onlar bu düzenin bir parçası oldukları için (yani hiçbir karşı veya alternatif ekonomik modelleri olmadığı için) hedeflerine sistemin reformu veya iyileştirilmesi yoluyla ulaşmaya çalışacaklardır. Onların acele etmesine gerek yok. Zaten sistem ve onun savunucuları onlara fazlasıyla imkân sunmaktadır.

Yazının özü sudur: İnananların her zaman arka planı ve gizli gündemi vardır. Çünkü sistem bu inancı (ister dinsel, isterse de komünistçe olsun) yasakladığı, aşağıladığı müddetçe buna inananların eylemde ve pratikte olmasa da düşüncede her zaman gizli planları olacaktır.

Bu açıdan İFŞA EDİYORUM: İNANAN BİRİ OLARAK HEDEFE ULAŞANA KADAR ARKA PLAN HER ZAMAN OLACAKTIR. TAKI İNANDIKLARIMIZ AŞAGILANIP YASAKLANMIYANA KADAR.

Bütün bu büyük harflerle yazdıklarım tabi ki inananlar için. İnanmayanlara sözüm yok.

O zaman bugünküler İNANÇSIZ MI.? Yok İNANÇLIMI.?

Eğer inançlıysalar gizli ajandaları olacak, yok inançsızsalar korkmayın hiçbir gizli gündemleri olmayacaktır. Eğer inançlı veya inançsız olduklarını öğrenmek istiyorsanız aşağıdaki testi uygulayabilirsiniz.

 

Selçuk Polat, Mersin – Mart.2014 - fb.antalya007@gmail.com,

http://www.medyagunebakis.com/ -okkesb@turkfreezone.com,

https://twitter.com/okkesb E.mail: okkesb61@gmail.com,

https://www.facebook.com/okkes.bolukbasi,

Selçuk Polat, Mersin Mart.2014 - fb.antalya007@gmail.com,

 

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP