SOYKIRIM SUÇUNUN ÖNLENMESİ

Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesi..

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

SOYKIRIM SUÇUNUN ÖNLENMESİ

Ve Cezalandırılması Sözleşmesi

Genel Kurulunun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260 A (III) sayılı

Kararıyla kabul edilmiş ve imzaya ve onaya veya katılmaya sunulmuştur.

Yürürlüğe giriş: 12 Ocak 1951

  

Sözleşmeci Taraflar,

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96 (I) sayılı kararında soykırımın, Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen. Uluslararası hukuka göre bir suç olarak beyan edilmesini dikkate alarak, Tarihin her döneminde soykırımın insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini kabul ederek. İnsanlığı bu tür bir iğrenç musibetten kurtarmak için uluslararası işbirliğinin gerekli olduğuna kanaat getirerek, Aşağıdaki hükümlerde anlaşşlardır:

Madde 1 [Önleme ve cezalandırma görevi]

Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.

Madde 2 [Soykırım oluşturan eylemler]

Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;

b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;

c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;

d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;

e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;

Madde 3 [Cezalandırılacak eylemler]

Aşağıdaki eylemler cezalandırılır:

a) Soykırımda bulunmak;

b) Soykırımda bulunulması için işbirliği yapmak;

c) Soykırımda bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtmak;

d) Soykırımda bulunmaya teşebbüs etmek;

e) Soykırıma iştirak etmek;

Madde 4 [Kişilerin cezalandırılması]

Soykırım suçunu veya üçüncü maddede gösterilen fiillerden birini işleyenler, anayasaya göre yetkili yöneticiler veya kamu görevlileri veya özel kişiler de olsa cezalandırılır.

Madde 5 [Uygulama mevzuatı]

Sözleşmeci Devletler, bu Sözleşmenin hükümlerine etkililik kazındırmak ve özellikle soykırımdan veya üçüncü madde belirtilen fiillerden suçlu bulunan kimselere etkili cezalar verilmesini sağlamak için, kendi Anayasalarında öngörülen usule uygun olarak gerekli mevzuatı çıkarmayı taahhüt eder.

Madde 6 [Soykırım suçu ile suçlanan kişilerin yargılanması]

Soykırım fiilini veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi veya yargılama yetkisini kabul etmiş olan Sözleşmeci Devletler bakımından yargılama yetkisine sahip bulunan uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır.

Madde 7 [Suçluların iadesi]

Soykırım fiili ve Üçüncü maddede belirtilen diğer fiiller, suçluların iadesi bakımından siyasal suçlar olarak kabul edilmez.

Sözleşmeci Devletler bu tür olaylarda kendi yasalarına ve yürürlükteki sözleşmelere göre suçluları iade etmeyi üstlenir.

Madde 8 [Birleşmiş Milletlerle işbirliği]

Sözleşmeci Devletlerden her hangi biri, soykırım fillerinin veya Üçüncü maddede belirtilen her hangi bir fiilin önlenmesi ve sona erdirilmesi için gerekli gördükleri takdirde, Birleşmiş Milletlerin yetkili organlarından, Birleşmiş Milletler Şartı’na göre harekete geçmesini isteyebilir.

Madde 9 [Sözleşmenin yorumlanması ve uygulanması]

Sözleşmeci Devletlerarasında, bu Sözleşmenin yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesi ve ayrıca soykırım fillerinden veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerin her hangi birinden bir Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak çıkan uyuşmazlıklar, uyuşmazlığın taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet Divanı önüne götürülür.

Madde 10 [Orijinal metinler]

Bu Sözleşmenin eşit ölçüde geçerli olan Çince, İngilizce, Fransızca, Rusça ve İspanyolca metinleri 9 Aralık 1948 tarihini taşır.

Madde 11 [İmza, onay ve katılma]

Bu Sözleşme 31 Aralık 1949 tarihine kadar Birleşmiş Milletler Üyelerinin ve Üye olmayıp da Genel

Kurul tarafından bu Sözleşmeyi imzalamaya davet edilen Devletlerin imzasına açıktır.

Bu Sözleşme onaylanır ve onay belgeleri Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine tevdi edilir.

Bu Sözleşmeye 1 Ocak 1950 tarihinden sonra Birleşmiş Milletler Üyeleri ile Üye olmayıp da yukarıda belirtildiği gibi davet edilen Devletler katılabilir. Katılma belgeleri Birleşmiş Milletler

Genel Sekreterliğine tevdi edilir.

Madde 12 [Sözleşmenin uygulama alanının genişletilmesi]

Bir Sözleşmeci Taraf her hangi bir zamanda, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine hitaben göndereceği bir bildirimle, bu Sözleşmenin uygulanmasını, bu Sözleşmeci Tarafın dış ilişkileri bakımından sorumlu olduğu ülke veya ülkeler bakımından genişletebilir.

Madde 13 [Yürürlüğe giriş]

İlk yirmi onay veya katılma belgesinin tevdi edilmesinin tamamlandığı gün, Genel Sekreter bir tutanak düzenler ve bunun bir kopyasını Birleşmiş Milletlerin bütün Üyelerine ve on birinci maddede belirtilen Üye olmayan Devletlere iletir.

Bu Sözleşme, yirminci onay veya katılma belgesinin tevdi edilmesini izleyen doksanıncı gün yürürlüğe girer.

Daha sonraki bir tarihte tevdi edilen bir onay veya katılma belgesi, bu onay veya katılma belgesinin tevdi tarihini izleyen doksanıncı gün yürürlüğe girer.

Madde 14 [Sözleşmenin yürürlükte kalış süresi]

Bu Sözleşme yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on yıl süreyle yürürlükte kalır.

Bundan sonraki beş yıllarda, bu sürelerin bitiminden en az altı ay önce çıkma beyanında bulunmamış Sözleşmeci Devletler bakımından yürürlükte kalmaya devam eder.

Çıkma, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine hitaben gönderilecek yazılı bir bildirimle yürürlük kazanır.

Madde 15 [Sözleşmenin yürürlükten kalkması]

Sözleşmeden çıkmalar nedeniyle bu Sözleşmeye Taraf Devletlerin sayısı on altının altına düşerse,

Sözleşme bu çıkma bildirimlerinden en sonuncusunun yürürlük kazandığı tarihten itibaren yürürlükten kalkar.

Madde 16 [Sözleşmenin değiştirilmesi]

Sözleşmeci Taraflar Genel Sekretere hitaben gönderecekleri yazılı bir bildirim vasıtasıyla her zaman bu Sözleşmede değişiklik yapılmasını talep edebilirler.

Genel Kurul, böyle bir talep karşısında yapılması gereken işleme karar verilir.

Madde 17 [Bildirimler]

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bütün Birleşmiş Milletler Üyelerini ve on birinci maddede belirtilen üye olmayan Devletleri aşağıdaki konularda bilgilendirir:

a) On birinci maddeye göre alınan imzalar, onaylar ve katılmalar;

b) On ikinci maddeye göre alınan bildirimler;

c) On üçüncü madde gereğince Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarih;

d) On dördüncü maddeye göre alınan çekilme bildirimleri;

e) On beşinci maddeye göre Sözleşmenin yürürlükten kalkması;

f) On altıncı maddeye göre alınan bildirimler;

Madde 18 [Depozitörlük işlevi]

Bu Sözleşmenin orijinal metni Birleşmiş Milletler arşivinde saklanır.

Sözleşmenin onaylı bir örneği, Birleşmiş Milletler Üyelerine ve on birinci maddede belirtilen üye olmayan Devletlerin her birine iletilir.

Madde 19 [Kayıt]

Bu Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarih Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından kayda geçirilir.

http://www.ihm.8m.com/x1soysos.htm

 

SENİ ERMENİ SENİ..!

Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde “kalleş, acımasız, ikiyüzlü” insanlar için kullanılan sözcüklerden biri de başlıktakidir. İçinde “Ermeni” sözcüğü bulunan bunun gibi başka kavramlar da vardır. Kuşkusuz bunun bir de sebebi var. Herkesin tahmin ettiği gibi, 1915 ve öncesinde gerek Rus orduları içindeyken ve gerekse kendi örgütlenmeleri içinde eylem yaparken, Ermenilerin sivil halkı vahşi yöntemlerle katletmeleri nedeniyle bu söylemler geliştirilmiştir.

Konuşma dili içinde bu güne kadar da gelmişlerdir. Geçen aylarda bir kısım “aydın”ın başlatmış olduğu “özür diliyoruz” kampanyasına karşı, gerek bilgilendirme ve gerekse tepki gösterme amacıyla, kendiliğinden gelişmiş pek çok girişimde bulunulmuştur. Bunların arasında tarih bilgilerimizi yenilememize olanak sağlayacak olan resmi(1) çalışmalar olduğu kadar, amatörce yapılmış (2) pek çok yararlı çalışmalar da vardır.

Ermenilere tarihi değiştirme olanağı verilse, kendi tarihlerini

Tehcirden (3) başlatacakları kesindir! Oysa Ermeniler Anadolu topraklarında çok öncelerden beri vardır. Ermenilerin ilk yaşadıkları Erivan, Gökçegöl, Nahçivan, Rumiye Gölü kuzeyi ve Mako bölgesine; Asurîler-Urartu, İbraniler Ararat, Aramlar Harminap yani yüksek memleket ismini vermişlerdir. Darius Kitabeleri’nde bu bölgeye yukarı memleket anlamına gelen Armenia (Arminia) sözcüğü kullanılmıştır. Bu nedenle Armenia deyimi, sadece coğrafi bir isimdir; Ermeniler de buralarda yaşayan halktır… Ermenilerin bulundukları bölgelerin Osmanlı Devleti topraklarına katılması, ancak 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim zamanında başlamış ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlanmıştır. Ermenilerin Osmanlı yönetimi altına girmeden evvel ne politik ne de sosyal bir örgütlenmeleri yoktu; bölgelerindeki egemen devletler, bunları yüzyıllar boyunca bir köle gibi çalıştırmışlar, onlara bir hak vermeyi düşünmemişler, din ve ekonomik konularındaysa kendileriyle birleşmeleri için devamlı olarak baskı yapmışlardır. Ermenileri bu durumdan ve baskıdan kurtaran ve onlara her türlü hakkı tanıyan ve Ermenileri koruyuculuğu altına alan Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u ele geçirdikten sonra, Ermenileri dini inançlarında serbest bırakmış ve Bursa’daki Ermeni Ruhani Reisi Hovakim’i İstanbul’a getirterek, Ermeni Patrikliğini kurmuş ve ona “Bütün Türkiye Ermenilerinin Patriği” ismini vermiştir… Ermeniler tarihlerinde ilk defa olarak din, dil ve geleneklerinde serbest bırakıldı ve II. Mahmut zamanına kadar geçen uzun yıllarda, Hıristiyanların ve bu arada Ermenilerin din ve sosyal işlerine hiçbir şekilde karışılmadı. Bu yüzdendir ki, İstanbul’a çeşitli bölgelerden gelen Ermeni göçleri başladı. Bu göçmenler içinde sanatkâr da çoktu; bu nedenle İstanbul, güzel sanat eserleriyle süslenmeye başlandı. Bu süslemede emeği geçen Ermeniler de dirlik, bolluk ve mutluluk içinde yaşamlarını sürdürdüler…

Ruslar politikalarının gereği, Katolik Ermenilerin gelişmesine engel olmak için hiçbir fırsatı kaçırmamışlar ve devamlı çalışmışlardır… Fransızların, Rusların yardım ve teşvikleriyle sürüp giden mezhep kavgası, nihayet Osmanlı Hükümeti’nin aracılığı ile sonuçlanmıştır. Aynı biçimde bir mücadele, Gregorien Ermenilerle Protestan Ermeniler arasında da olmuştur. 1846 yılında Gregorien Patriği Çamuryan, Protestan Ermenileri aforoz etmiştir.

Fakat bütün engel ve sakıncalara karşın, Protestanlar ayrı bir cemaat olarak birleşmişlerdir. Osmanlı Hükümeti, İngiltere, Amerika ve Almanya’nın aracılığıyla, 1847 yılında Protestanları da tanımıştır. Bu durum, 1850 yılında verilen bir Padişah emriyle kesinleşmiştir. Amerikalı Protestan misyonerlerin çalışmaları sonucu, Gregorien Ermenilerin yüzde on beş kadarı, Protestan mezhebini kabul ettiler… İstanbul’da Ermeni patrikliğinin kuruluşundan 1861 yılına kadar, Türklerle Ermeniler arasında iyi ilişkiler ve karşılıklı güven, ara sıra aksaklıklar ve samimiyetsizlikler olsa da devam ediyordu.

Rusya’da ise bu tarihlerde Katogikoslar, politikaya karışmış, bunlardan

Nerses Aşdarakes isimli Katogikos “Vatan Muhafızları” ismiyle topladığı 60 bin kişilik bir kuvvetin başında olarak, Rus-İran savaşlarına katılmıştır.

Rusların amaçlarına hizmet eden bu ve bu gibi papazlar, daha sonra Türkiye Ermenileri üzerinde de ideolojik bir baskı yaratmak için ruhani bir makam olmaya çalışmışlardır… Rusların amacı, Rusya’daki Ermeni din adamları aracılığıyla, Türkiye Ermenilerinin sorunlarını istismar etmek ve Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmak olduğu açıktır… Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayan azınlıklar, askerlik hizmetinden hariç tutulmuşlardı. Buna karşılık hükümete 45 lira kadar bir vergi verirlerdi… Müslüman olmayan azınlıklar ve bu arada Ermeniler, bu yükümlülükten uzakta, işleri güçleri ile uğraşıyorlardı. Dolayısıyla kayıp vermiyorlardı, aksine nüfusları artıyor, sosyal ve ekonomik durumları da, herkesin arzulayacağı ve özeneceği yüksek bir düzeye çıkıyordu. Bu yüzdendir ki Ermeniler, memleketin ekonomi ve ticaret hayatına egemen olmuşlar ve çalıştıkları sanatlarda uzmanlaşmışlardır... Rusya 1903 yılında, kendi sınırları içinde bulunan Ermeni kiliselerine, okullarına, mallarına ve arazilerinin tümüne el koymuş ve bunları Milli Eğitim ve Tarım Bakanlıklarına vermiştir… Islahat Fermanı’ndan(4) sonra, Rumların devlet yönetiminde bıraktıkları boşluğu Ermeniler doldurmuş ve Ermeniler Devlet hizmetlerinin en yüksek derecelerinde görev almışlardır… Bu durum ise, Ermenilerin Devlete bağlılığında önemli bir etken olmuştur… Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilere ne kadar iyi davrandığının bir belgesi olan ve 19 Mart 1863’te hükümet tarafından onaylanan “Ermeni Milleti Tüzüğü”nde Ermeni Patriğinin, Ermeni toplumunun başı ve özel hallerde Osmanlı Devleti yasalarının uygulayıcısı olduğu kabul edilmiştir…

1876 yılında Osmanlı Devleti çok güç bir durumda bulunuyordu. Bosna

Hersek’te ihtilallar başlamış ve bu ihtilal Bulgaristan’a da sıçramıştı. Ermeni ileri gelenleri, bu fırsatı kaçırmak istemiyorlardı. Bu sırada II. Abdülhamit, padişah olmuş ve Birinci Meşrutiyet(5) ilan edilmişti. Patrik Varjabedyan, Bulgar sorununun çözümü için İstanbul’da toplanan konferansta İngiliz Delegesi Salsbury’ye bir rapor verdiyse de buradan bir sonuç alamamıştır…

Ermeniler kendi başlarına bağımsızlık ve muhtariyet (6) kazanamayacaklarını anladıkları için, daima yabancı devletlerin aracı olmalarını ve ermeni sorununa eğilmelerini ön planda tutmuşlardır. Bunun için de Türklerin Ermenilere, Hıristiyan oldukları için zulüm ve baskı yaptıklarını ve hatta toptan öldürdüklerini her tarafa yaymışlardır; bu sayede de çıkardıkları isyanları ve işledikleri suçları kolayca maskeleyebilmişlerdir.

Geçmişteki Türk-Ermeni ilişkilerine bakılınca, iki topluluğun yüzyıllar boyunca en küçük bir anlaşmazlığa düşmeden dostça yaşadıkları görülür.

(Edgar Granville, KOÇAŞ, Sadi; Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri s.90)

1877–1878 Osmanlı-Rus Harbi sona erdiği sıralarda Patrik Nerses

Varjabedyan ve Papaz Mateos İzmirliyan’ın başkanlıklarındaki Ermeni

Meclisi, gizli olarak toplandı… Rus Çar’ına verilmek üzere bir muhtıra hazırlanmıştı. Bu muhtırada; Rus işgali altına girmiş olan Anadolu topraklarının tekrar Türkiye’ye geri verilmemesi, Rusya’nın topraklarına Anadolu’dan bir bölge katılmayacaksa; diğer azınlıklara verilen ayrıcalığın (bağımsızlık veya özerklik) Ermenilere de verilmesi isteniyordu. Ne var ki, bu isteklerin hiç biri imzalanan Ayastefanos Barış Anlaşması’nda yer almıyor, sadece 16. maddesi ile Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi gereken bölgelerin boşaltılması sırasında, bu bölgelerdeki Ermenilerin çıkarlarının gerektirdiği düzenlemelerin vakit geçirilmeden yapılması ile öteki unsurlara karşı güvenliğin sağlanması taahhüt ediliyordu… Ermeni sorunu böylece milletlerarası bir anlaşmaya sokulmuş; 3 Mart 1878 tarihi Ermenilerin politik eylemleri için bir dönüm noktası olmuştur!

Ermenilerde değişmeyen bir amaç olarak, kan dökülmesi ve Türk halkını yok ederek çoğunluğun sağlanması düşüncesinin yerleştiği fikri, Tiflis’te Ermenice yayınlanan Mişak Gazetesi’nin 1880 yılı 160 sayılı nüshasındaki Kirkor Arzuni’nin makalesi ile daha o günlerde ortaya çıkmıştır. (6a)

Rusya’da Çarlık Hükümeti, Ermenileri kendi yönüne çekmek, Ortodoks yapmak ve onların dinlerini, kültürlerini yok etmek suretiyle İslav topluluğu içinde eritmek için, zaman zaman değişen bir politika izlemiştir. Bu politikada, Ermenilerin dini ve oturdukları bölgelerin Jeopolitik durumu etken olduğu gibi, Ermenilerin tutumu da önemli bir etken olmuştur. Rusya’nın Çar Petro zamanından beri değişmeyen ve hatta Petro’nun vasiyetleri arasında olduğu söylenen sıcak denizlere inme isteği, amaçlarının başında gelir! Bu amacın gerçekleşmesi, ya boğazları ele geçirerek Akdeniz’e çıkmak veya Batı İran ve Irak üzerinden Hint Denizi’ne veyahut Doğu Anadolu’dan geçip

İskenderun üzerinden Akdeniz’e inmekle mümkündür. 18. yüzyılın başından beri, Türk-Rus savaşları, hep bu nedenle yapılmış fakat, Osmanlı Devletinin varlığının devamı, Avrupa’daki büyük devletlerce, çıkarları gereği olaylara karışmalarıyla istenen sonuca varamamıştı. Bütün bu zorluklara karşın Ruslar, Doğu Anadolu’da söz sahibi olabilmek için, bu bölgede kendilerine bağlı veya bağımsız, fakat zayıf bir devletin kurulmasını istemişler ve bunu her zaman desteklemişlerdi” (7)

1878’den 1915’e kadar olan 37 yıllık süre içinde geçen Osmanlı-

Ermeni ilişkilerini mümkün olduğu kadar kısa tutmaya çalıştığım bu yazı içinde özetlemek olanaksızdır. Hatta bu olayların başlıklarını vermek bile oldukça yer tutar. Amacı bağımsız bir Ermeni Devleti kurmak olan Ermenilerle, sıcak denizlere inebilmek için Ermenisiz bir Ermenistan Devleti kurulmasını stratejisinin merkezine oturtan Rusya’nın, sivil halka karşı yaptıkları insanlık dışı muamelelerden ötürü, ne yazık ki, bu günlerde özür dileyen birileri çıkmamıştır. “Birinci Dünya Harbi içinde Ermenilerin gizli çalışma ve örgütlenmeleri bütün hızıyla sürüp gidiyordu: Diyarbakır bölgesinde Ermeni komiteleri silah topluyor ve cepheden kaçan Ermeni asıllı askerleri teşkilatlandırıyorlardı, bazı Ermeni evlerinde yapılan aramalarda Türk askeri elbiseleri bulunmuştur. Bazı Ermeni komitacılarının isim değiştirerek yedek subay oldukları ve sabotajlar yaptıkları saptandı. Silahlı Ermeniler Yalova civarında soygunculuk yapmaya başladılar. Milli Savunma Bakanlığı’nca buralarda önlemler alma gereği belirdi. Bazı Ermenilerin casusluk yaptıkları saptandı. Silâhaltına alınan Ermenilerin kaçtıkları görüldü. Bazı Ermenilerin bomba yaparak komitelere verdikleri anlaşıldı. Bazı Ermeni kadınların isim ve din değiştirerek saray mensuplarıyla evlendikleri öğrenildi”(8)… Ermenilerin bu dönemde Türklere karşı yaptıkları saymakla bitmez.!

1915’ten sonraki 93 yıllık dönem içinde Ermenilerin bu konudaki söylemi; esas itibariyle tehcir sırasında yaşanmış talihsiz olayları, sırası geldiğinde “soy kırım”a dönüştürmek için; bu olayların abartılı olarak anlatılıp istismar edilmesi üzerine oturtulmuş bulunmaktadır. Böylece, başta tarih boyunca Ermenileri kullanan devletler olmak üzere; büyük devletlerin Türkiye ile ilişkilerinde, bu olayları taviz koparma aracı olarak kullanmaya devam etmişlerdir… Bir devletin ölüm kalım savaşına başlamadan evvel ve başladıktan sonra kendi vatandaşlarına ve devletin varlığına saldıran kimselere karşı o devletin tutumunun ne olacağı tartışılmaya değmeyecek kadar açıktır.

Ama Osmanlı Devleti Ermenileri sadece zorunlu göçe tabi tuttu. Komite üyesi olmayanlara ise hiç dokunmadı. Sözü fazla uzatmadan, Ermenistan Devletinin ilk başbakanı Kaçaznuni’yi dinleyerek bitirelim: Kaçaznuni özetle diyor ki :

. Türklere biz savaş açtık.

. Operasyona katıldık

. Barışı sabote ettik

. Gerçekleri göremedik

. Aklımız dumanlanmıştı

. Türkler doğru yaptı

. Barış Teklifini reddettik (9)

Bu günün Ermenileri ne diyor biliyor musunuz? Yukarıda özetlenen bu

tarihi gerçeklere rağmen Türkiye’de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu halde özür dileyen “bizden” daha Ermeniler de var.!

Sonuç olara denebilir ki, bu gün yaşananların adı diplomatik

başarıdır!.. Diplomatik başarıların kuşkusuz en etkilisi; karşı tarafta, kendi fikrimizi ve çıkarlarınızı savunan insanları yaratıp örgütleyebilmektir

Çoğu kez, “insani” nedenlerle bu tür tuzaklara düşenler; kendilerine göre vicdanlarını rahatlattıklarını ve barışa katkı sunduklarını sanırlar… Tarihi gerçekleri bilmeden; bir başka ifade ile “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olup(10) imzalarıyla ortalığa düşenler, ne yazık ki, farkında olmadan düşman devletlerin ellerinde dış politika malzemesi olabilmektedirler… Vatana ihanet çizgisi üzerinde gidip gelenleri de kamuoyu önünde bu yanları ile gizlemektedirler

Bir Ermeni’den özür dilenecekse, bu Kaçaznuni olmalıdır...

1923’te parti konferansına sunduğu tebliği bu gün bile anlamamakta direndiğimiz için ben kendi adıma ondan özür diliyorum.!

AV. CEMİL CAN

 

DİPNOTLAR:

(1)http://www.tsk.mil.tr/8_TARIHTEN_KESITLER/8_1_Ermeni_Sorunu

/konular/arsiv_belgeleriyle_ermeni_faaliyetleri.htm

(2) http://www.magirbas.tr.gg sitesinden gelen ilişikte ekli ‘pps’ gibi çalışmalar…

(3) Tehcir: Tehcir sözcüğü, Arapça hicret (göç etmek) kelimesinden gelir.

Tehcir veya Zorunlu göç, bir topluluğu yaşadığı yerden göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme

OSMANLIDA TEHCİR

Tehcir, Osmanlı Devlet Hukukunda kökenini Kur’andan alır ve Haşr Suresine dayandırır. Çağdaş hukuk ve batı hukukunda birebir kavramsal karşılığı yoktur. Yalnızca Osmanlı Hukuk sisteminin, Dünya hukuk literatürüne soktuğu bir kavramdır. Bir kişinin, topluluğun güvenliğini diğerlerine karşı sağlamak üzere bulunduğu ortamdaki olası olumsuzluk ve huzursuzluklardan kurtarmak için devlet eli ve iradesi ile devlet sınırları içerisinde daha uygun ve sorun çıkması olanaksız yerlerine geçici veya kalıcı olarak göç ettirilmesidir. Tehcir, sınır dışı etmez, sınır içinde yer değiştirtir, Osmanlı Hukuk ve hukuk sistemini kavramadan bu kavramı tam olarak anlamak çok zordur.

Osmanlı tarihinde en büyük ve önemli tehcir uygulaması sanıldığı gibi Ermenilere değil öncelikle Karamanoğullarından olan Türklere ve Alevi Türkmen boy ve Yörüklerine uygulanmıştır. Örnekler: Türkmen Alevi Dedeşli oymağının tüm Karadeniz sahillerine, Karamanoğulları Türklerinin' Sudan, Mısır ve İran'a dağıtılarak tehcir edilmesi (4) Islahat Fermanı:

ISLAHAT FERMANI,

18 Mart 1856'da yayınlanan ferman. Temel olarak Tanzimat Fermanı hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandır.

Islahat Fermanı, yabancı devletlerin hazırladığı ve Bâb-ı âli’nin kabul etmek zorunda kaldığı bir ıslahat programıdır. İngiltere, Fransa ve Avusturya Kırım Savaşı sonlarına doğru Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan kaldırılmasını öngören bir fermanı sultanın yayınlamasını, barış için ön şart koşmuşlardı.

Paris Antlaşması görüşmeleri sürerken, müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafından yerine getirildi ve Islahat Fermanı ilân edildi.

SONUÇLARI

Islahat Fermanı ile azınlıklara geniş haklar verilmiştir.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Islahat_Ferman%C4%B1

TANZİMAT FERMANI

3 Kasım 1839'da okunan Tanzimat Fermanı, Türk tarihinde

Demokratikleşmenin somut ilk adımıdır. Aslen II. Mahmut döneminde planlanmasına rağmen, II. Mahmut'un ölümünün ardından oğlu Abdülmecit döneminde dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. (Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle) Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye de denir.

TANZİMAT FERMANININ İLAN NEDENLERİ

Mısır Valisi Memet Ali Paşa meselesinde Avrupa'nın desteğini almak

Avrupa'nın Osmanlı iç işlerine karışmasını önlemek

Fransız İhtilalının milliyetçilik etkisini azaltmak

Gayri Müslimleri devlete bağlamak

Bu fermanla devlet kendisini yenilemesi gerektiğini söylemiştir.

Fermanda yer alan başlıca konular:

Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanması,

Yargılamada açıklık, hiç kimse yargılanmadan idam edilemeyecek(hukuk devleti özelliğini yansıtır)

Vergide adalet,

Erkeklere dört yıl mecburi askerlik,

şvetin ortadan kaldırılması olmuştur.

Herkesin mal ve mülküne sahip olması, bunu miras olarak bırakabilmesi (Özel mülkiyet güvence altına alındı. Müsadere kaldırıldı) Bu ferman sayesinde padişahların yetkileri meclislere ya da kişilere devredilmiştir. Buradaki amaç, iktidarı saraydan alıp bürokrasiye vermek ve devlet yönetiminde merkezileşmeyi sağlamaktı. Fermanda verilen bütün sözlerin tamamen yerine getirilememesine rağmen bu çabalar, çağdaşlaşmaya ve cumhuriyet fikrine önayak olmuştur.

Tanzimat Fermanı'nın okunmasından I. Meşrutiyet'in ilanına kadar geçen dönem, Osmanlı tarihinde Tanzimat Dönemi olarak anılır.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Tanzimat_Ferman%C4%B1 (5)

BİRİNCİ MEŞRUTİYET,

Osmanlı Devleti’nde 1876 yılında ilan edilen anayasal yönetime denir.

Osmanlı Devleti’nin ekonomik sorunları, 17. yüzyıldan itibaren toprak kaybetmesi ve sürekli bütçe açığı vermesiyle başladı. Avrupa devletleriyle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarıyla ülkeye giren mallardan düşük gümrük vergileri alınıyordu. Bu hem devletin gelirlerini azaltmış hem de yerli sanayinin gerilemesine yol açmıştı. Ekonomik sıkıntıların yanı sıra, özellikle 1789 Fransız Devrimi'nin etkisiyle yayılan özgürlükçü düşünceler ve ulusçuluk akımı, Osmanlı İmparatorluğu’nu da sarstı. Balkanlar'da 19. yüzyılda bağımsızlık talebiyle ayaklanmalar çıktı.

Balkanlar'da ve Ortadoğu’da çıkar çatışmaları içindeki Avrupa devletleri ile Çarlık Rusya'sı da zaman zaman bu hareketleri desteklediler. Osmanlı sınırları içindeki Müslüman olmayan halkların durumlarının düzeltilmesi gerekçesiyle Osmanlı Devleti’ni reformlar yapmaya zorladılar. 1839’dakiTanzimat Fermanı ile 1856’daki Islahat Fermanı’nın ilanları bu tür koşullarda gerçekleşti.

Öte yandan 1860’larda bir aydın hareketi olarak Yeni Osmanlılar ortaya çıktı. Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınlar, Avrupa ülkelerindeki anayasal monarşilerden etkilenerek Osmanlı Devleti’nin meşrutiyetle yönetilmesi gerektiğini savundular. Osmanlı Devleti,1850’lerden itibaren dış borç almaya başlamıştı ve 1870’lere gelindiğinde devlet hem ekonomik hem de siyasal bunalıma sürüklenmişti. Bu bunalım sırasında Mithat Paşa ve arkadaşları 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'i tahttan indirerek yerine V. Murat'ı geçirdiler. Ne var ki, V.Murat aydınların ve ilerici devlet adamlarının istediği reformları yapabilecek biri olmasına rağmen ruh sağğı bozulduğu için tahtan indirildi. Yerine II. Abdülhamit meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek padişah oldu.

MEŞRUTİYETİN İLANI

Abdülhamit tahta çıktığında Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusya'sı Osmanlılara bir kesin uyarı vermişti. Büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’da toplanan bir konferansta Balkan sorununu tartıştıkları ve Osmanlı Devletinden reformlar yapmasını istedikleri sırada, II. Abdülhamit siyasal bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i

Esasi’yi (anayasa) ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu.

1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi aslında padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan padişah, sadrazam ve vekilleri (bakanları) istediği gibi atayıp görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu. Padişah, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de sahipti. Ayrıca padişah, "kamu yararı için" gerekli gördüğü kişileri sürgüne gönderebilirdi.

Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclisi Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Ayan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi (Genel Meclis) olarak adlandırılmıştı. Ayan Meclisi'nin başkan ve üyeleri doğrudan padişah tarafından atanıyordu.

Anayasaya göre Genel Meclis padişahın buyruğuyla Kasımda açılıyor, Mart başında çalışmalarını tamamlıyordu...

MEŞRUTİYETİN ASKIYA ALINMASI

II. Abdülhamit iç ve dış baskılar yüzünden meşrutiyeti ilan etmiş ve Mithat Paşa'yı sadrazam yapmıştı. Bundan dolayı ilk işi de, meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa’yı sürgüne göndermek oldu. Ardından 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı gerekçe göstererek Haziran 1877’de Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarını durdurdu. Ocak 1878'de meclisi yeniden topladıysa da kendisine mecliste yöneltilen eleştiriler üzerine 13 Şubat 1878'de meclisi kapattı. Ama hiçbir işlevi olmayan Âyan Meclisi'ne dokunmadı. Birinci Meşrutiyet böylece sona erdi.

http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Me%C5%9Frutiyet (6)

MUHTARİYET: ÖZERKLİK

(6a) Tiflis’te Ermenilerce yayınlanan Mişak Gazetesi’nin 1880 yılı 60 sayılı nüshasında Kirkor Arzuni bu hususta şöyle demiştir: “Ermeniler, eğer aşiretleri, Asurileri, Yezidileri, Ermenilerin amaçlarına hizmet edebilir bir hale getirdikten yani Ermeni yaptıktan sonra kuvvetli ve yoğun bir kitle halinde Berlin Konferansı’na başvurmuş olsalardı ve bundan başka güçlerinin silah kullanmaya kan dökmeye de yettiğini göstermeye çalışsalardı, konferanstan her halde bu günkünden fazlasını alabilirlerdi” (URAS, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni

Meselesi, Ankara, Yeni Matbaa 1950, s.107)

(7) Yazının bu kısmı, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt

Başkanlığı’nın 1992 yılında yayınlamış olduğu BELGELERLE

ERMENİ SORUNU adlı eserden özetlenmiştir.

(8) 7 numaralı dipnotta belirtilen eser.

(9) ERMENİSTAN BAŞBAKANI KAÇAZNUNİ'NİN İTİRAFLARI-22 Ocak 2007

Yurt Sözü edilen bu kitap Ermenistan'ın ilk Başbakanı Kaçaznuni 'nin 1923'te parti konferansında sunduğu tebliğ metni olarak Mehmet Perinçek tarafından Rus arşivlerinde bulunmuş ve Kaynak Yayınları tarafından kitap olarak yayınlanmıştır. Bildiğim kadarı ile su anda İngilizce ve Fransızca olarak ta yayınlanmış, Almanca çevirisi de bitirilmiş olabilir. Daha bir kaç dile çevrileceğini de biliyorum. Hatta İsçi Partisi bu kitabi Avrupa'da parlamenterlere gönderiyor.

Umarım devlette ya da sivil toplum örgütlerinde birileri akıl eder de böyle bir kitabı her dilde çevirip tüm dünya yayın organlarına, AB meclisi üyelerinin ev adreslerine, sivil toplum kuruluşlarına, kitapçılara, kütüphanelere gönderirler. Önemli olan dünyanın bilmesidir.

TÜRKLERE BİZ SAVAŞ AÇTIK.

Uluslararası faaliyet gösteren Ermeni lobilerinin sözde soykırım iddiaları, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni tarafından yalanlandı.

Kaçaznuni'nin 1923 yılında Bükreş'te yapılan Ermeni meselesi ile ilgili Taşnak Partisi toplantısında sunduğu rapor gerçekleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Kaçaznuni'nin Osmanlı döneminde yaşananları anlattığı kendi imzasını taşıyan rapor, Türk Hava Kurumu (THK) tarafından Rusçadan Türkçeye tercüme edilerek kitap haline getirildi.

Kitapta yer alan bilgiler Türklerin Ermeni soykırımı yaptığı iddialarını kesin bir dille yalanlarken, kitap Türkiye genelindeki bütün kütüphanelere ulaştırıldı. Kaçaznuni'nin yakın tarihe ışık tutan belge niteliğinde sözlerinin yer aldığı kitap, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı nasıl bir ihanet içinde olduklarını da gözler önüne serdi. Yıllarca sözde soykırıma uğradıklarını iddia eden ve dünya kamuoyunu baskı altına almaya çalışan Ermenilerin bütün tezlerini çürüten ilk başbakanları, 128 sayfalık raporunda şu çarpıcı ifadelere veriyor:

OPERASYONA KATILDIK

1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya'da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta içerisinde Ermeni devrimci Taşnaksutyun Partisi hem bu birliklerin kurulmasına hem de Türkiye'ye karşı gerçekleştirdikleri askerî operasyonlara aktif biçimde katıldı.

BARIŞI SABOTE ETTİK

Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz Türker’in düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık.

Türkiye'den "denizden denize Ermenistan" talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye'ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika'ya resmî çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türker'le savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?

GERÇEKLERİ GÖREMEDİK

Askerî operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya'ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin millî mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık.

Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiç bir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan'ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.

AKLIMIZ DUMANLANMIŞTI

Biz Ermeniler kayıtsız şartsız Rusya'ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık. Sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar hükümetinin

Ermenistan'ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.

TÜRKLER DOĞRU YAPTI

1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tâbi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Bu yöntem en kesin ve uygun olanıydı. Kızgınlık ve korku içinde bulunan biz Ermeniler, 'suçlu' arıyorduk ve bu suçluyu Rus Hükümeti ve onun kalleşçe politikaları olarak belirledik. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık.

Rus Hükümeti'ne karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsizse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi.

Siyasal bir parti (Taşnaksutyun) olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların gerektiğinde cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.

BARIŞ TEKLİFİNİ REDDETTİK

1914–1918 yıllarında emperyalistlere karşı savaşlarında bozguna uğrayan Türkler, direnerek iki yıl içerisinde tekrar kendilerine geldiler. Yeni genç ve milliyetperver duygularla hareket eden bir nesil ortaya çıkarak, Anadolu'da kendi ordusunu yeniden organize etmeye başlamıştı.

Türkiye'de millî bilinç ve kendisini savunma içgüdüsü uyanmıştı. Onlar küçük Asya'da istiklâllerini hiç olmazsa bir şekilde temin edebilmek için Sevr Antlaşması'na askerî güçle karşı koymak zorundaydılar. Bizim bu dönemde barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Çok geçmeden sınırlarımıza askerî operasyonlar başladığında, Türkler bizimle bir araya gelmeyi ve görüşmelere başlamayı teklif ettiler. Biz ise onların bu teklifini geri çevirdik. Bu büyük bir hataydı. Bu, görüşmelerin kesinlikle başarıyla sonuçlanacağı anlamına gelmezdi ama bu görüşmelerde barışçı bir sonuca ulaşma ihtimali vardı.

Herkes bizi kandırdı "Kaderden şikâyet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) millî psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır. Sanki uzak görüşlü olmamız bir kahramanlıktı, çünkü isteyen herkes, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Gürcüler, Bolşevikler tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı, atlattı ve ihanet etti. Oysa bizler safça bu savaşın Ermeniler için yapıldığına inandırılmıştık." Barışı sabote ettik Osmanlı'dan, Akdeniz'e uzanan bir Ermenistan talep ettik. Derhal gönüllü birlikleri oluşturduk, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. İsyanımızın temelinde İtilaf Devletlerinin bize vaat ettiği Ermenistan hayali vardı, gerçeği göremedik.

HALAÇOĞLU: BU İTİRAFLAR GERÇEĞİN TA KENDİSİDİR

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU, Ermenistan'ın ilk başbakanı Kaçaznuni'nin itiraflarının gerçeğin ta kendisi olduğunu söyledi.

Halaçoğlu, "1923'te başbakanlık görevine gelen Kaçaznuni aynı yıl Bükreş'te Ermeni meselesinin ele alındığı Taşnak Parti Konferansı'nda, şimdi Türk Hava Kurumu tarafından kitap hâline getirilen 128 sayfalık raporu tebliğ olarak sunmuştur. Bu konferansa katılan SSCB ve Avrupalı delegasyonun huzurunda Kaçaznuni, bütün gerçekleri açıklamıştı Kaçaznuni, buradaki konuşmasında, 'İtilaf devletleri bizi hep Anadolu'da bir ermenistan hayaliyle kandırdı. Bu boş hayale kapılarak Taşnak çeteleri kurup, 7 cephede savaşan Osmanlı ordularına silah ve mühimmat götüren birliklere saldırdık. Sonuçta İtilaf devletleri verdiği sözü tutmadı.

Biz de Osmanlı'ya ihanetimizin bedelini tehcir ile ödedik. Böyle yapmasaydık belki de bu tehcir olayı başımıza gelmezdi' diyerek bugünkü sözde soykırım iddialarını ortaya atanlara tokat gibi bir cevap vermiştir.

Türk Hava Kurumu'nun bunu kitap hâline getirmesi sözde soykırım iddialarını savunan devletlere de ibret olacak bir harekettir. Bunda emeği geçenleri takdir ediyorum ve kendilerini destekliyorum" diye konuştu.

http://74.125.77.132/search?q=cache:5uPo5FZlrg8J:www.turkatak.gen.tr/

index.php%3Foption%3Dcontent%26task%3Dview%26id%3D1327%26I

temid%3D2+ka%C3%A7aznuni&hl=tr&ct=clnk&cd=2&gl=tr

(10) Uğur Mumcu’nun sözüdür.

http://www.cemilcan.av.tr/s.127.htm

 

 

http://www.medyagunebakis.com/ -http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.!

Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP