“İLERİ FAŞİZM.!”

HABER KAYNAĞINI GİZLİ TUTMA HAKKI VE İLERİ FAŞİZM

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

“İLERİ FAŞİZM.!”

“HABER KAYNAĞINI GİZLİ TUTMA HAKKI” VE “İLERİ FAŞİZM”.!

Yargıtay ve Danıştay’ın hükümet tarafından “kontrol” altına alınması ile “karşı devrim” in üst yapı kurumları tamamlandı denilebilir. Bundan sonra yapılacak olan düzenlemeler rötuş niteliğinde olacaktır. “Karşı devrim” in ilk sevinç çığlığını, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç attı. Daha önceki bir konuşmasında “statükonun kibirli mensupları” olarak nitelendirdiği yüksek mahkemelerin hâkimlerini, bu defa ”Yüksek yargı bugüne dek uyumaktan başka bir şey yapmadı”  diyerek suçlamaya başladı. Yargıtay Başkanı Gerçeker, yargıç olmayan Haşim’i “kahve ağzı” ile konuşmakla eleştirmiş. Bu üslubun Haşim’e yakışmadığını söyleyen başkaları da var elbette. Bence o kendine yakışanı yaptı. Ona yakışmayan bu üslup değil, oturduğu makamdı.!

“Karşı devrim” muhalif seslere tahammül edemez. Hükümet, 163 subayın tutuklanmasından sonra var gücüyle Odatv’ye yüklenmiş. Polis 15 bin kitaba tek tek bakmış.! Peki, sayfaların arasında aranan neydi? Kılıçdaroğlu grup toplantısındaki konuşmasında, Soner Yalçın’ın “Yeni bir TV kanalı kuracaktık, onu kurdurtmamak için bunu yapıyorlar, sonuna kadar direneceğiz” sözlerine yer vermiş…

Basına yansıyan haberlere göre, Odatv’nin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk; Wikileaks belgelerinin Türkiye ile ilgili yayınlanmayan bölümlerini, Mart ayında çıkaracağı kitabında yayınlayacağını açıklamış. Bomba etkisi yapacağı belli olan bu kitabın, seçimden önce çıkmasına engel olunmak isteniyor. Soner Yalçın’ın bazı gazeteci arkadaşlarından yazı istemesinden bir gün sonra, operasyon için düğmeye basılmış olması da bunu gösteriyor.!

Odatv sonuçta bir internet gazetesi. Yazarlarının tamamı profesyonel gazeteciler. “Basın özgürlüğü” kapsamında faaliyet yürüten habercilerin, haber kaynaklarını gizli tutma hakları var. Basın özgürlüğünün en önemli teminatı bu hak değil mi.? 15 Şubat’ta, tam da Öcalan’ın yakalandığı gün, haber kaynaklarının gizli tutulması ilkesi ayaklar altına alınıyor.

Odatv’nin arşivine el konularak, haber kaynaklarını da hükümet öğrenmiş! Bir dahaki operasyonun hedefinde o kaynaklar neden olmasın ki.? Bu ihlal ile asıl tehdit edilen, haber kaynaklarıdır. Hukuksuzlukları haber vermek de giderek zorlaşıyor. Doğal olarak halkın haber alma özgürlüğü kısıtlanıyor. İkinci tehdit edilen kesim; Odatv gibi yüreklice muhalefet edenlerdir. Onlara verilen mesaj: Sıra size geliyor.!

Böylece “düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü” de kullanılamaz hale getiriliyor. Halkın “haber alma özgürlüğünden” söz etmiyorum. 12 Eylül Halkoylaması ile böyle bir yaşama “evet” dediğimizden olsa gerekir, böyle haberleri duymak bile istemiyoruz.! Hafifliğimiz aldatılmış olmamızın ezikliğinden mi kaynaklanıyor, bilmiyorum…

Tehdidin en büyüğü, daha geniş kesimlere yönelmiş. Gözaltına alınmaların sebebi: “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” miş. Bugün bütün muhalif yazarları bu suçlama ile içeri almak mümkündür. TCK 216’ncı maddenin gerekçesine bakın da görün. (1)

Her şey davaya bakan hâkimin anlayışına bağlıdır. En iyi yasalar bile kötü hâkimlerin elinde faşist yasalar haline dönüştürülebilir. Bir de “Halkı hükümete karşı silahlı isyana tahrik” (2) suçu var. Bu suçun işlenmesinde “silah” kullanmak şart ama “silah” tanımlanmış değil. 314’ncü maddenin gerekçesinde: “Silâhlı isyan, Devlet otoritesini yok etmek amacını ifade eder” şeklinde tanımlama var. (3) Silah ise yönetmelikte: “Uzaktan veya yakından canlıları öldürebilen, yaralayan, etkisiz bırakan, canlı organizmaları hasta eden, cansızları parçalayan veya yok eden, ruhsata tabi araç ve aletlerin tümü” (4) şeklinde tanımlanıyor.

Bu tanımlara göre; kalem, bilgisayar vb. de “silah” sayılabilir.! Sonuçta canlıları “etkisiz” hale getirip “hasta” da edebilirler. Böyle bir yoruma hangi makam “yanlıştır” diyebilir.? Yargıtay mı.? Onu geçin.! Yargıtay’ı hükümet ele geçirmiş. Hükümetin hâkimlerinin insafına kalmış her şey… Belki hatalı yorumu düzeltmek, teorik olarak mümkündür denebilir de 10 yıl tutuklu olarak kim bekleyebilir.?

Hal böyle olunca, hükümete karşı yapılan en masum eleştiriyi, biraz abartıp süsleyerek bu iki suç kapsamında değerlendirmek mümkün hale gelmiştir! Bu şekilde haksız olarak tutuklanacak olanların yapacağı “karşı hamle” de etkisiz hale getirilmiştir. Tutuklama kararlarına karşı yapılacak olan itirazları görüşecek hâkimler, zaten sürgünde. Yerlerine gelenleri HSYK seçmece karpuz gibi seçerek göndermiş. Göbeğinden hükümete bağlı olan bu kurum, ilk açıklamasını bile gerçeğe aykırı olarak yapmış.!  “Oy çokluğu” ile aldığı kararı, kamuoyunu yönlendirmek için “oybirliği” olarak göstermiş…

Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in isteği üzerine, açıklama yapmak da ne demek oluyor.? Göreve gelir gelmez, siyasilerin emrinde olduğunu gösteren bu kuruma neden güvenelim.? Artık HSYK için “bağımsız ve tarafsızdır” denebilir mi.? Hükümetin yargıya nasıl müdahale ettiğinin en açık ve anlaşılır kanıtı bu müdahaledir. Hal böyle olunca “hukuk güvenliği” nden söz etmek de mümkün değildir. Böyle bir rejimin adı nedir? “Bu kadar da ileri gidilebilir mi.?” diye sormayın… Gidildiğini görüyorsunuz işte.

 “İleri demokrasi” diye diye geldiğimiz yer  “ileri faşizm” dir.!

Av. Cemil Can

 

 

DİPNOTLAR:

(1) TCK 216’ncı maddenin gerekçesi

(2)TCK Madde 313

(3)TCK 314’ncü maddenin gerekçesi

(4) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik, Madde:2

 

 

 

BÜYÜKANIT’IN ROLÜ RICCIARDONE’YE VERİLMİŞ.!

(Anadolu Büyük Bir Tiyatro Sahnesi ve Oyunlar Bitmez)

“Basın Özgürlüğü” konusunda Türkiye'yi eleştiren ABD Elçisi Francis Joseph Ricciardone'nin basın özgürlüğüyle ilgili açıklamalarıyla ilgili olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, "Büyükelçiler içişlerimize karışamazlar, sınırları var" dedi. Ardından Arınç, büyükelçinin basından kötü etkilendiğini öne sürmüş.  Onun da arkasından Beşir Atalay, büyükelçiye da cevap verme ihtiyacını duymuş: “Türkiye basın özgürlüğü açısından ABD’den daha özgürmüş, en ileri ülkelerden bile daha ilerdeyiz” demiş… Duy da inanma..! Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Nepal’da olduğu için biraz geç kalmış… Sonunda o da Katmandu’dan koroya katılmış.! 

Görünüşe aldanırsanız, AKP Hükümeti anti-Amerikancıdır, anti-emperyalisttir.!

Ne günlere kaldık ya Rabbi.!

ODA TV baskınından sonra, ABD adına endişelerini dile getiren büyükelçiye, Hüseyin Çelik'in verdiği yanıt,  adeta ABD’ye olan bağımlılığımızın bir itirafı gibi... Bakalım ne demiş Çelik: İçişlerine müdahalenin de bir sınırı var. Sınırda durmak gerekir.  Farkındaysanız "İÇİŞLERİMİZE MÜDAHALE EDEMEZSİNİZ" diyemiyor...  Son derece temkinli bir dil kullanıyor bakanımız. Antiemperyalistlerle karıştırılmaktan korkuyor herhalde! Dış güçlerin desteği ile iktidara gelmenin böyle diyeti olacak tabi.  TAM BAĞIMSIZLIĞI SAVUNMAK AKP’NİN İŞİ OLAMAZ.!  Ne yazık ki, işin bir yanı böyle... Adım adım bağımsızlığımızı yitirmiş olduğumuz gerçeği, her gün yeni kanıtları ile ortalığa seriliyor..

Bir de işin “kurnazlık” yanı var tabi. O noktada şeytanın avukatı gibi düşünmek gerekir. Çünkü bu tür hesaplar, Türk halkının “saf”lığı üzerine kurulmuştur. Amerikalılara göre, Türk halkı “balık hafızalı” dır. Günlük yaşarlar, günlük düşünürler; Her zaman en büyük kazığı ABD’nin atmasına rağmen, yine de onları dost ve müttefik bilirler!.. Birileri tarafından uyarılmadıkça da yakın geçmişte yaşananlar ile bugün yaşamakta olanların bağlantısını kuramazlar! Bir ellerinde kılıç, bir ellerinde kalkan, Orta Asya’dan “yeni” gelmiş at üstündeki Türkler işte.!O bakımdan “aynı oyunu”, bir oyuncu değişikliği yaparak, birkaç kez oynatmakta pek de sakınca görmezler.!

Hükümet adına,  ardı ardına yapılan “çıkışlarla” verilmek istenen mesaj: AKP'nin ABD'ye bile KAFA TUTACAK kadar güçlü, kendine güvenen ve ülke çıkarlarını koruyan bir anlayışla hükümet ettiği inancını yerleştirmektir. Seçimlerden önce puan toplamak amaçlanmaktadır. Yapılanlar bir tür danışıklı dövüştür. Tıpkı 27 Nisan 2007’de Genelkurmay Başkanı’nın yayınladığıbildiride olduğu gibi. Bildirinin hemen ardından AKP hükümeti adına Bülent Arınç askerlere:“Otur oturduğun yerde sen benim memurumsun” diyerek, halkın oylarını çantasına doldurmamış mıydı? Bildiriden sonraki ilk seçimlerde AKP ezici bir çoğunlukla iktidara gelmişti… Bu defa da ABD karşısında aynı “dik” duruşu sergileyerek yine vatandaşın oylarını cebe indirme hesabı içindeler… Çünkü bu aralar Amerikan karşıtlığı yükselişte. Özellikle de Irak’ın işgalinden sonra Türkiye’deki muhafazakâr kesim ABD’ye küskün. Onların duygularına göre verilecek tepkiler bayağı işe yarar, oya dönüşürler. Bu son derece açık ve basit bir tuzaktır.

Türkiye’de basın özgürlüğünün olmaması, ABD’nin hiçbir zaman umurunda olmamıştır. 60’tan fazla gazetecinin tutuklu olduğu ülkemizde; Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın ve diğer gazeteciler; yıllardır neden tutuklu olduklarını dahi bilmedikleri bir davanın içindedirler. Bu davada “basın özgürlüğü”nün ihlal edildiğini görmek istemeyen ABD’nin, ODA TV konusundaki “hassasiyeti” haklı olarak aklımıza böyle bir kuşkuyu getirmektedir.!

O bakımdan, ABD’li “düşünce kuruluşları” Obama yönetimine, Türkiye’de yaklaşan genel seçimler için AKP’ye böyle bir yardım yapılmasını önermiş olabilirler… Onlara aldanmamak gerekir.!

Denebilir ki, yakın geçmişte Büyükanıt’ın oynadığı rol, bu defa ABD büyükelçisi Ricciardone’ye verilmiştir…

Av. Cemil Can

 

 

 

 

BASIN “ÖZGÜRLÜĞÜ.!”

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin:“BİR YANDAN GAZETECİLER GÖZALTINA ALINIYOR, BİR YANDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DENİYOR. ANLAYAMIYORUZ” sözlerine, ABD Dışişleri Bakanlığı “Bir müttefikimizin evrensel ilkelere saygı konusunda çizgiyi aştığını düşündüğümüzde sesimizi yükletmekten çekinmeyiz” açıklaması ile sahip çıkmış. ABD Türkiye’yi demokrasinin olmazsa olmazı olan “BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ” ne saygısız davranmakla itham ediyor. Yoksa ne diye seslerini yükseltsinler.? ABD’nin “Müttefik” i biziz.  “Basın özgürlüğü” nü ayaklar altına alan ülke de Türkiye’dir. O halde bu sözleri “üstümüze almıyoruz” diyemeyiz.!

Büyükelçi’nin “Yabancıların anlaması zor olan tuhaf durumlar olduğunda anlamamız için bize yardım edebilirsiniz” sözleri üzerine, bizim “ilk yardım ekibi” işe girişmiş. Başlarında İçişleri Bakanı Beşir Atalay olmak üzere, yabancıların anlamakta zorlandığı “tuhaf” duruma açıklama getirmişler. Bakalım ne demişler. Hafiye Beşir:”Türkiye, basın özgürlüğü açısından Amerika’dan daha çok basın özgürlüğünün olduğu bir ülkedir. Türkiye, dünyanın diğer demokratik ülkelerinde olmadığı kadar basın özgürlüğünün olduğu bir ülke. Türkiye basın özgürlüğünün sonuna kadar yaşandığı bir ülke. Çünkü diğerlerini biliyorum” demiş.  Obama Hükümeti’ne bu açıklamanın yeterli olmayacağı düşünülmüş ki, bu defa da araya Başbakan girmiş. Erdoğan:“Sesini kıstığımız bir tek yayın organı yok.  Buna acemi elçilik denir”  diyerek, ABD Büyükelçisini “acemi” olmakla itham etmiş. Kendi dışişleri mensuplarına “monşer” sıfatını yakıştırıp aşağılayan Erdoğan’ın, dışişleri konusunda “ders” verecek konuma yükselmesini izlemek ne kadar gurur verici.!

Gelişmeleri böyle görünce, bizimkilere bir “destek” de ben vereyim istedim. Ne de olsa mesele ulusal bir platform üzerinde. Böyle bir günde Erdoğan’ı yalnız bırakmak yakışmaz bize. Bu nedenle Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün, 2010 Dünya Basın Özgürlüğü Sıralaması’nı arayıp buldum. Bundan sonrasını rapordan özetliyorum. Türkiye, 2009 yılına nazaran 16 sıra gerileyerek, 138’nci sıraya inmiş. Örgütün Almanya Şube Genel Sekreteri Christian Rickerts’in yaptığı açıklamaya göre, 178 ülkenin incelendiği çalışma sonunda, en özgür ülkelerin Kuzey Avrupa’da olduğu ortaya çıkmış.  Ben Türkiye’nin gerisinde kalan ülkeler arasında ABD’yi bulamadım. Amacım “bizimkileri” yalanlamak değil. Sıralamada bizim arkamızda: Etopya, Rusya, Malezya, Burma, İran, Türkmenistan, Kuzey Kore ve Eritre vardı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a mı inanalım, yoksa bu araştırmaya mı.? Onu da “basın özgürlüğü” konusunda Türkiye’de bir sorun yaşandığı kanaatinde olmayan, iktidar yalakası, Mehmet Metiner’e mi sorsak acaba.?

NE YAZIK Kİ, BELGELER BİZİMKİLERİ YALANLIYOR.!

Emniyet, MİT ve Genelkurmay yok dediği için, Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesi’nin de doğal olarak yasakladığı “Ergenekon Örgütü” kavramını, Başbakanımız ısrarla kullanmaya devam ediyor. Mahkeme kararı Başbakan’ın umurunda değil.! Belki de  mahkemenin bilmediği fakat onun “bildiği” bir şeyler vardır, henüz mahkemeye söylenmemiş!.. Hatta Başbakan biraz daha ileriye gidiyor. “Ergenekon Terör Örgüt” nün “üye kayıt büroları” nın yerini bile tarif ediyor.  Danıştay 2. Dairesi’nde, Sivas’ta ve Dersim’de izleri varmış örgütün.! Ama devletin güvenlik güçleri bulamıyor.!

Odatv yöneticileri için de: “Odatv’nin şu anda yargılananları yazılarından, düşüncelerinden dolayı değil, başka bir eylemden dolayı takip altındalar” diyerek, tutuklanma sebebinin görünen sebep olmadığını söyleyebiliyor. Yerseniz tabi. Ne var ki, Başbakan’ı savcılık yalanlıyor. Emniyet’te susma hakkını kullanan sanıklar, savcılıkta sorulan soruları yanıtladılar.(1) Soruların tamamı yaptıkları haberlerle ilgiliymiş. “Terör örgütü” ile ilişki iddiasında sadece Başbakan bulunuyor.! Başbakan tutuklama nedenini mahkemeden iyi biliyor anlaşılan.! Mahkemelerin düşürüldüğü duruma bakın!?..

Odatv bilgisayarlarından birinin sabit diskinde; ”Lost&Found” adlı silinmiş gizli bir klasör bulunmuş. Bir “spam” e-postası, Odatv bilgisayarlarında bir saniye bile kalmadan, içindeki dosyayı bırakmış ve kendini imha etmiş.! Teknolojiden daha etkili bir silah olabilir mi.? 20 sayfalık “Ulusal Medya 2010” adlı dosyanın içinde kim bilir neler yazıyor.? Bu durumun Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin  telefonuna “sehven” yüklenmiş, örgüt üyelerinin telefon kayıtlardan hiçbir farkı yok!.. Tutuklanmak istenenler için yeterli delil yoksa yaratılıyor.! Bu olayda “kuşku sanık lehine yorumlanır” şeklindeki en temel ceza hukuku ilkesi, ters yüz edilip sanık aleyhine yorumlandı. “Bu teknik bir konu, ben anlamam. Bunu itirazınızda ileri sürersiniz” demek başka bir anlama gelmez. Sonunda bu güzelim ülkede “Tayyip Korku İmparatorluğu” da kurulmuş. Bundan böyle “kralın çıplak olduğunu söylemek”  cesaret ister.!

BDP Genel Başkanı Demirtaş’ın iddiası ise oldukça korkunç. Başbakan için: ”Bugüne kadar her seçim öncesinde 2002 seçimi de dâhil,  PKK’dan ateşkes isteyen ve bu ateşkes ortamında seçime giden kendisidir” demiş. Hükümetin PKK ile “müzakere” ettiği söylendiğinde küplere binen ve bunu söyleyenleri “şerefsizlikle” suçlayan Erdoğan, “ateşkes anlaşması” için ne diyecek çok merak ediyorum…

Bu rezillikleri kamuoyunun dikkatinden kaçırmak için, Konya’dan çatlak bir ses yükseliyor. Neymiş efendim: ”Dekolte giyene tecavüz ederlermiş.” Söyleyene bakın. Selçuk Üniversite’si İlahiyat Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Orhan Çeker. Bu adamlara profesörlük unvanı çikletten çıkmış galiba… Her şeye maydanoz olmayı görevi sanıyor. Kafası bir tek belden aşağıya çalışıyor hazretin… Bu ara dini siyasete alet etmek nasılsa moda.! Benim YÖK Başkanı adayım Orhan Hoca…

Av. Cemil Can

 

 

DİPNOT: (1) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1040394&CategoryID=77

 

http://www.medyagunebakis.com/ - http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.

Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

 

* * * * * * * * * *

TEK YOL DEVRİM.!

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.

Yaşasın Halkların Kardeşliği.!

KURTULUŞA KADAR SAVAŞ.!

ÜLKÜMÜZ TAM BAĞIMSIZ VE

GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE.

 

 

 

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP