BABALAR “BİRİNCİ DERECEDEN”..!

Hükümet bir kavramın üzerinde çok duruyor ve onunla ilgili bir hak tanıyacağını söylüyorsa asıl o zaman korkun.!

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

BABALAR “BİRİNCİ DERECEDEN”..!

Erdoğan’ın “ileri Demokrasi” söylemine aldanmayın. Hükümet bir kavramın üzerinde çok duruyor ve onunla ilgili bir hak tanıyacağını söylüyorsa asıl o zaman korkun.!

Anlayın ki ya o kavramın ya içi boşaltılacak ya da var olan bir hak geri alınacaktır. Bu dönemde: “Bağımsız yargı”, “adalet”, “bireysel başvuru”, “masumiyet ilkesi”, “toplu sözleşme ve grev hakkı”, “devlet memuru güvencesi”, “toplantı ve gösteri yürüyüşü” kavram ve hakların bu dönem kazaya uğrayan bir kaçıdır sadece…

“Negatif kanun koyucu” görevini yapan Anayasa Mahkemesi’nin, evrensel hukuk ilkeleri ile çağdaş demokrasilerdeki benzerlerine göre yapılanması için başlatılan girişimler ne yazık ki cılız kaldı. Uluslararası anlaşmalara ve hukukun genel ilkelerine aykırı, hak ve özgürlükleri ihlal edici yasa hükümlerini,  hukuk sisteminden ayıklamakla görevli olan en yüksek mahkemenin, bundan böyle  kendisi “hak ve özgürlükleri” ihlal edecek.!

Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasa Tasarısı”sına göre,  üyelerin okuyacağı “ant”taki  “Türk” ifadesi de çıkartılmış.! Haçlıların yapamadığı şeyi bu hükümet neden deniyor.? Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya yerleşen Türkleri, Anayasa’dan “silmek” mümkün olsa da, Anadolu’dan “söküp atmak” öyle kolay değil!  “Dinler Arası Diyalog, Ilımlı İslam, Medeniyetler İttifakı ve Büyük Ortadoğu Projesi”  ile Türk Milliyetçiliğinin altını boşaltanlar, “ümmetçilik” ile ne kadar yol alabilecekler göreceğiz!..

“Freedom House“ adlı bağımsız düşünce kuruluşunun yayınladığı “Dünyada Özgürlükler 2011” adlı rapora göre; Türkiye Papua Yeni Gine, Filipinler, Madagaskar gibi ülkelerle aynı puanı alarak; içinde Burundi ve Cibuti gibi ülkelerin de bulunduğu “Kısmen Özgür” ülkeler kategorisi içinde yer almış…

TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na sunulan araştırma raporuna göre,  kadınların içler acısı durumda olduğu ve: Türkiye’de halen, 186 bin kadının kuması olduğu,

5 milyon 439 bin kadının “çocuk yaşta”, 7 milyon kadının “aile kararı” ile 2 milyon kadının ise “başlık parası” karşılığında evlendirildiği ortaya çıkmış…

Sadece “dini nikâh” ile evlendirilenlerin sayısı 452 bin 139 kadarmış! Sıkı durun, asıl yüz kızartıcı gerçeği okuyorum:

Cumhuriyet Türkiye’sinde:1 milyon 700 bin kadın “birinci derece akrabası” ile evlendirilmiş.!.?

“Birinci derece akraba” ne demek.? Dilerseniz bu hukuk terimini Türk Medeni Kanunu’ndan bakalım: Türk Medeni Kanununun 17’nci maddesine göre: “Kan hısımlığının derecesi, hısımları birbirine bağlayan doğum sayısıyla belli olur.”  Bu kurala göre, bir kimsenin çocukları, annesi ve babası birinci dereceden akrabasıdır. (Kardeşler ikinci derece akraba sayılırlar) kavramın anlamını öğrendiğimize göre, yukarıdaki cümleyi bir daha okuyalım: Türkiye’de 1 milyon 700 bin kadın, babası veya oğlu ile evlidir.! Duydunuz mu.?

Umarım ne dediğimi anladınız.!

Bu  “birinci sınıf” evliliklerden doğan çocuk sayısı ne kadardır.? Geçmiş yıllardan doğanlar bu sayıya eklenirse, sayı nereye çıkar? Bir de bunların evlilikleri var; o evliliklerden doğan çocukları da hesaba katın! “Sakatlık” durumunu ne kadardır, bir ara bir uzman çıkar onu açıklar. Bu çocuklar ne iş yaparlar? Okuyup bürokraside makam sahibi olanları var mı? Siyasetle ilgilenenler ne kadardır.? Sadece oy kullanmaya mı giderler.? Aralarından seçilenler olmaz mı.? Maçlara da giderler mi.? Sokakta gezerken fark edilebilir mi.? Araştırmada bu gibi soruların hiç birinin yanıtı verilmiş değil.

Allah aşkına bırakın böyle “saçma sapan” araştırmaları; moralimizi bozmayın durup dururken. Çocukların sanki ne günahı var;   onlara anne ve babalarını seçme hakkı mı tanınmıştı.?.! (1)

Bunları boş verelim de annesi veya kızı ile “evlilik ilişkisi” içinde olan “erkeklerin”, ne kadar tehlikeli olduğuna bir göz atalım. Kendi kızını veya anasını beceren birinin eline, Allah göstermesin kamu gücünü kullanma yetkisi verilirse veya seçilerek önemli bir makama gelirse, halka neler yapmaz ki.! Allah korusun böyle adamlar, memleketin anasını ağlatmaz mı.?.!.. Bu tehlikeye karşı hiçbir  tedbirimiz yok, hepten savunmasız bırakılmışız.!

Bir de bu “babaların” örgütlü olduğunu düşünün.! O zaman “yandı gülüm keten helva”, yandık ki ne yanmışız.!

TKİ’nin 2003’ten bu yana dağıttığı kömürün toplam maliyeti: 2 milyar 500 bir liraya ulaşmış. Bu miktarın 1 milyar 500 bin liralık kısmını “yandaş firmalar” dağıtmış! CHP geçen yıl TKİ’nin “ihalesiz” kömür aldığını tespit ederek, Cumhuriyet Savcılığına başvurmuştu. Hükümet alelacele “Torba Yasa”sına bir madde ekleyerek, TKİ’nin “ihalesiz kömür almasını” yasal hale getiriyor!.. Anlaşılan “kara elmas” bu seçimlerin de favorisi olacak...

1 Ocak 2002 - 24 Kasım 2010 tarihleri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı personeli olup, diğer kurumlardan muvafakat talep edenlerin sayısı, tam olarak 14 bin 941’e ulaşmış. 2 bin 947 personele de geçiş için izin verilmiş. İzin verilenlerin 1076’sı Milli Eğitim Bakanlığı’na, 340’ı Sağlık Bakanlığı’na, 165’i de üniversitelere, kalanları diğer bakanlıklara gönderilmiş. Kamu kurumlarındaki kadro açıkları bu dönem İmam Hatiplilerle bu şekilde doldurulmuş… Hükümet, zevahiri kurtarmak için seçimlere 5 ay kala, 6560 memur alınacağını açıklamış.  Anlaşılan bu defa; kömür, makarna, bulgur, beyaz eşya ve İmam Hatipliler seçimi kazanmaya yetmeyecek.! İlave tedbirler bu nedenle alınıyor…

Az kalsın Ali Sami Yen Stadyumu da “seçim rüşveti” olarak Galatasaray taraftarına kakalanacaktı. Ne var ki taraftar erken uyanmış ve  “bir Allah’ın kuruşu yok” numarasını yutmamışlar. Tribünlerde başlayan ıslıklı protesto, Taksim’de hükümete “kırmızı kart” göstermesine kadar uzanmış. Galatasaray taraftarı tehditlere pabuç bırakmıyor..  Taraftar “Tek Yumruk” olunca etkisi Ankara’dan duyuluyor…

Hizbullah Örgütünün Askeri Kanat sorumlusu Hacı İnan ile Mehmet Eşin,  tahliye olduktan sonra düzenli olarak karakola gidip imza vermesine rağmen; “örgütü yeniden ayağa kaldırmak” iddiası ile yeniden tutuklanmışlar.. Tutuklamaların yasal olmadığını iddia eden Hacı’ya, bu aşamada kimse sahip çıkamaz. 180’den fazla insanı domuz bağı ile bağlayıp öldüren bir adam, hukuk dışı tutuklansa da onu hukuk devletinde bile dinleyen olmaz.! Diğer Hizbullah yöneticileri Edip Gümüş, Cemal Tutar ve Askeri Kanat Sorumlusu Mehmet Varol ise hiç imza vermeye gitmemişler. Büyük olasılıkla da yurt dışına kaçmışlar… Onların yerine Mersin ve Gaziantep’ten 12 kişi gözaltına alınmış. “Adalet”i tatile çıkarttığımız kesin de bu son tutuklamalar kamuoyunu tatmin etmiş değil.!

Hizbullah Davası’nda örgüt üyelerinin savunmasını üstlenen “meslektaşım”  sonunda kafayı yemiş!..  Katıldığı bir TV programında, “dinci örgüt” tarafından katledilenler için “münafıklık yapmışlardı” diyerek, boyundan büyük çam devirmiş! O günden beri kendini izliyorum, hazret “ağzından kaçan” bu ifadeyi hala düzeltmiş değil! Hukuk her taraftan ayaklar altında, “savunma makamı” bile sanıkların arasına karışmış. 21’inci yüzyılda geldiğimiz noktaya bakın siz…

Ana Muhalefet Lideri, “AKP’nin Hizbullah’la işbirliği yaptığını bölgede herkes biliyor. Bütün seçimlerde bunu yaptılar, gidin sorun, bölgede konuşulan bir şey” diyerek, bu konuda hükümetin sorumluluğuna dikkat çekiyor. Bu tahliyeler de bir tür “seçim rüşveti” gibi…

“BİLGEM - Bilge Adamlar Araştırmalar Merkezi”nin“ Kürtler ve Zazalar Ne Düşünüyor.? Ortak Değer ve Sembollere Bakış” adlı araştırmasına göre, Kürt sorununun “Bağımsız bir devlet kurularak çözüleceğine” inanlar, yüzde 9,9; “Türk bayrağı benim de bayrağımdır” diyenler yüzde 86; “Türklerle Kürtlerin geleceği ortaktır” diyenler ise yüzde 83,9 çıkmış… İlginç ama gerçek..!

BDP’ ye oy veren Kürt kökenlilerin yüzde 23,4’ ü, Zazaların ise yüzde 23,7’si “bağımsızlığı” savunuyor.

AB’nin bu sonuçlardan memnun kalmayacağı kesin. Onlar büyük bir Türkiye’yi istemiyor. Bilirsiniz büyük lokmanın sindirilmesi güç oluyor.!

Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı almadığını sık sık vurgulayan Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle’nin, Washington’da Clincton ile yaptığı görüşmede: ”AB bu büyüklükteki ülkeyle bütünleşemez. Türkiye AB’ye üye olacak kadar modern değil. Ancak bu soru 5-6 yıl sonra güdeme gelir” demiş. “Süre” ve “modernlik” hususlarını halledebiliriz de “büyüklük”  konusunda ne yapacağız onu bilemem.! Gördüğünüz gibi Kürtlerin çoğunluğu “ayrılmaya” yanaşmıyor. Terör örgütü ile gelinebilecek yere kadar da gelinmiş. AB sözcüsü ağzındaki baklayı çıkarmış: “Küçülün” de gelin diyor. Aslında bu son 8 yılda yerin dibine girecek kadar küçüldük küçülmesine de o şekildeki küçülmeyi yeterli görmüyorlar… Aslında bu sözler BOP ile son derece uyumlu: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden vazgeçip gelin. O zaman size AB’ye alırız. Öte tarafta  “Free Kurdistan”ı mı kurarız yoksa o bölgeyi Ermenistan’a mı katarız, ona da siz karışmayın diyorlar. Söyledikleri sözler aslında çizdikleri harita ile de son derece uyumlu!..

Liberation gazetesinin 11 Ocak 2011 tarihli nüshasında; dünyaca ünlü Türk heykeltıraş Mehmet Aksoy’un inşası yarım kalmış, 30 metrelik devasa anıtına “ucube” denerek kaldırılmasını isteyen Başbakan için:  “Başbakan böylelikle kültürsüzlük ve cehaletini, buna bir de siyaset ve ukalalık makyajı ekleyerek zenginleştiren Berlisconi, Putin ve Sarkozy gibi dünya liderleri arasında kendi isminin yanına bir çentik daha atarak üst sıralardaki yerini korumayı başardı” yorumunun yapılması hepimizi çileden çıkarttı.!  Sonuçta Recep bizim Başbakanımız fena halde kızarız da. Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “one minute” diyerek kükreyebildi de bu “gavur” gazeteye neden haddini bildirememiş anlamadık. Yardımcısı Bülent Arınç,  meslektaşı ve kabine arkadaşı  için söylediği “Allah kimseyi Ertuğurul Günay’ın yerine düşürmesin” duasını Erdoğan için de yapabilir!.. Onun durumu  Günay’dan iyi değil!..

Kabinenin en tahsilli bakanlarından, profesör ve iki üniversite mezunu olan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, İzmir’in Bergama İlçesindeki Yortanlı Barajı’nın gölet alanının tam ortasında kalan, “Allianoi “ buluntuları için bakın ne diyor:” Burada Peri Kızı adında bir heykel var, bir mozaik var, bir de sütun… Roma döneminden kaldıklarına göre, demek ki yıllardır toprak altındalar… Birkaç yüz yıl daha toprak altında kalmalarında bize göre bir mahsur yok.” Allah’tan Liberation gazetesi bu açıklamayı duymamış. Yoksa profesör mofesör demez, karikatürünü yapardı!..

TÜİK “2009 Yoksulluk Çalışması”nı açıklamış: 2009’da bir önceki yıla göre, yoksulluk yüzde 18.08’e yükselmiş. Aylık yoksulluk sınırı 825 TL olarak belirlenen ülkemizde, yoksul sayısı: 12 milyon 700 bine yaklaşmış. Emeklilerin çoğu yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. 25-30 yıl çalıştıktan sonra, evde oturup torunlarıyla vakit geçireceği düşünü kuranlar, fena halde duvara toslamışlar.! Emekliler, son  emeklerini de satmaya hazır, kapı kapı iş arıyorlar.!

Hükümetin icraat olarak tek övündüğü konu, “bölünmüş yollar”. 2003 yılından beri bölünmüş yollarda 35 bin insanımızı kaybetmişiz. 300 bin insanımız da sakat kalmış. Gerçekte bu yollar, emperyalizme ne kadar bağımlı olduğumuzu göstergesi. Emperyalizm, bölünmüş yolları ip gibi kullanarak “domuz bağı” ile her tarafımızdan bağlamış. Petrole bağımlılığımız her geçen gün biraz daha da artıyor. Otomobil yedek parçası için durum farksız değil. Topraklarımızda çıkması olası petrol bile, daha şimdiden onu arayan şirketlere tahsis edilmiş. Bunların neresi ile övünüyoruz.?  Anlamak mümkün değil. Ülkeyi baştan başa demiryolu ağı ile mi ördünüz yoksa  “metro” ile şehirlerin altından karşıya mı geçtiniz? Milletvekillerine alkışlattırdığınız o harita, aslında bizim bağımsızlığımızı alıp götüren bir projenin resmidir…

Lanet olsun.! Oyum yine sizin.!

Av. Cemil Can

 

 

DİPNOT:

(1) http://www.olay53.com/haber/ensest-magduru-bir-kizin-dramatik-oykusu-19900.htm

 

İLERİ DEMOKRASİ FAALİYETLERİ GÖSTERİSİ

 

http://www.medyagunebakis.com/ - http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.

Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak Başkalarının Fikirlerini Tekrarlayan Papağan Olunur.

 

* * * * * * * * * *

TEK YOL DEVRİM.!

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM.

Yaşasın Halkların Kardeşliği.!

KURTULUŞA KADAR SAVAŞ.!

ÜLKÜMÜZ TAM BAĞIMSIZ VE

GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE.

 

 

11 Temmuz 2010 Pazar 01.39

Ensest mağduru bir kızın dramatik öyküsü

Taciz ve aile içi tecavüz mağdurlarının sesi giderek yükseliyor. Peki devlet bu sese hazırlıklı mı.? Ensest mağduru kız "Kardeşimi doğurdum. Artık susmayacağım" dedi.

Adem Demir / Newsweek Türkiye

“Kardeşini doğurmak,” 19 yaşındaki genç kızın kendi deyimi. Bir yıl kadar önce doğum yaptı. Geleceği ve güvenliği için kimliğinin gizli kalmasını istiyor. (Gerektiğinde sadece adının baş harfiyle, Y. olarak anacağım.) Şimdilerde bir sığınma evinde geçmişini unutmaya çalışıyor. Doğumdan sonra bir daha görmediği çocuğu ise yerini bilmediği bir devlet yurdunda büyüyor. Genç kızın akla durgunluk veren hikâyesi, üç yıl önce beraber yaşadığı babaannesinin ölümü üzerine İstanbul’da inşaat işçiliği yapan babasının yanına sığınmasıyla başladı. “Annem ben beşikteyken ölmüştü, babam da yeniden evlenmişti. 15 yaşımdaydım yanına gittiğimde. Üç yıl boyunca bana dayak ve bıçak tehdidiyle tecavüz etti. Sonunda hamile kaldım ve o adamın çocuğunu yani bir anlamda kardeşimi doğurdum” diyor.

Üvey annesi ve bazı akrabaları tarafından babasına iftira atmakla suçlanarak sokağa atılmış, yaşadıklarını yargıya aktarmış. Artık “o adam” diye hitap ettiği babası şu anda cezaevinde, 5 yılla yargılanıyor. Kızına davadan vazgeçmesini isteyen mektuplar yazıyor. Asıl büyük şoku, babasının yazdığı bir mektup üzerine yaşadığını zorlanarak anlatıyor genç kız: “Annemin de amcam tarafından tecavüze uğradığını ve bu yüzden intihar ettiğini yazdı. Bu ailenin bütün erkekleri tecavüzcü mü.? Artık susmayacağım.”

Türkiye, ensest, dahası küçük yaşta çocuklara taciz ve tecavüz vakalarının hiç de az olmadığı bir ülke. Çocuk İstismarı ve İhmalini Önleme Derneği’nin verilerine göre, ülkede kız çocuklarının yüzde 25’i cinsel istismara uğruyor, 10 kadından 1’i de aile içinden birinin tecavüzüne maruz kalıyor. 128 ülkeden, aralarında Türkiye’den Mor Çatı Vakfı’nın da olduğu 781 örgütün geçen yıl 19 Kasım Dünya Çocuğa Yönelik Cinsel İstismarı Önleme Günü’nde açıkladıkları deklarasyona göre, dünya genelinde her 4 çocuktan biri cinsel istismar yaşıyor. Türkiye kamuoyu, yakın zamanda Siirt, Mardin, Van gibi illerden gelen “küçük kız çocuklarına yönelik toplu tecavüz” haberleriyle, bu gerçekle bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldı. Her geçen gün yeni vakalar ortaya çıkıyor. Belirgin bir artış olduğundan mı.? “Bu tür hadiselerin öteden beri var olduğunu ama artık üzeri örtülemez hale geldiğini” söylüyor, şiddet gören kadınlara sığınma imkânı sunan Şefkat-Der’in başkanı Hayrettin Bulan. Y. gibi kurbanların ya da vakalara şahit olanların göstermeye başladıkları cesur tavır sayesinde, mızrak artık çuvala sığmıyor.

Babasının tecavüzüne öldürülme korkusuyla sessiz kalan Y.’nin “artık yeter” demesi kolay olmamış. Hem babasından hem de üvey annesinden, “gayrimeşru hamile kaldığı” gerekçesiyle dayak yemiş. Defalarca polise şikâyette bulunmak aklına düşmüş, ama babasının bir gölge gibi kendisini takip etmesi yüzünden gerçekleştirememiş. Sonunda halasıyla birlikte karakola gidip her şeyi anlatmış, güvenlik sebebiyle dört gün dört gece karakolda yatmış. “DNA testiyle çocuğun o adamdan olduğu kesinleşti ama akrabalarımın bazıları yine de bana inanmadı. Defalarca ilaç içtim, bileklerimi kestim, ölmeyi bile beceremedim. Sonunda İstanbul’u terk ettim” diyor.

Y.’nin benzer hikâyelerden muzdarip yaklaşık 20 kadınla kaldığı sığınma evi, bir sivil toplum kuruluşuna ait. Ancak evin sorumlusu, başvuran kadınların sayısının bazı dönemlerde 300’e yaklaştığını söylüyor. 30’lu yaşlarındaki, 7 çocuk sahibi Zeynep de onlardan biri. O da tanınmamak için soyadının kullanılmasını istemiyor. 9 yaşındayken Gaziantep’teki köyünde dayısının tecavüzüne uğramış. “Küçüktüm, aklım ermiyordu. Bir sene sonra anneme anlatınca kıyameti kopardı, dayıma iftira attığımı söyledi. İki yıl sonra da beni birisiyle evlendirdiler. İki düşük yaşadım, 7 çocuğum oldu.” Çocuklarından bazıları eski eşinin yanında, bazılarını evlâtlık vermiş. Boşandıktan sonra da, değişik tarihlerde defalarca tanımadığı insanların tecavüzüne uğramış Zeynep. Şimdi, tecavüz sonucu doğan 3 yaşındaki kızıyla bu sığınma evinde kalıyor. O bitirir bitirmez, 28 yaşındaki Hatice giriyor söze, “13 yaşımdayken bir paket sigara parasına annem tarafından erkeklere pazarlandım” diyerek, “yıllarca dayakla ve tehditle bunu sürdürdü, ben reddedince de küçük kardeşime yapmaya çalıştı aynı şeyi.” Hatice de tecavüz sonucu çocuklar dünyaya getirmiş, ancak o çocukları asla kabullenemediğinden ve görmek istemediğinden yetimhaneye vermiş. Ebru ise, kanun dışı işlerle uğraşan bir akrabasının mağduru olduğunu anlatıyor. Hem akrabası olan adam, hem de başkaları tarafından uğradığı tecavüzlerin sayısını bile hatırlamıyor artık. “Toplum bizi dışlıyor, ‘kötü’ gözle bakıyor. Kurtulmayı çok istedim, el uzatan olmadı. Bu hayatı biz istemedik. Sonunda 5 yaşındaki kızımla buraya sığınabildim” diyor.

BM Nüfus Fonu ve Nüfus Bilim Derneği tarafından 2009 yılında çeşitli illerde aralarında rehber öğretmen, doktor, adli tıp uzmanı, polis, hâkim, savcı, avukat, psikolog ve sosyologların da olduğu 98 farklı meslek temsilcisiyle görüşülerek hazırlanan “Türkiye’de Ensest Sorununu Anlamak” adlı raporda, mağdurların çevrelerinde güvenebilecekleri birini bulduklarında yaşadıklarını artık anlattıkları vurgulanıyor. Ancak bu cesaretleri, beraberinde bir barınma ve can güvenliği sorunu doğuruyor. Devlet buna hazırlıklı mı, orası tartışılır. Bir “namus” cinayetine kurban gitmeyi göze alarak yaşadıklarını saklamayan bu cesur kadınların çoğu sığınacak yer bulmakta ciddi sorun yaşıyor. “Sosyal devlet”, koruma sorumluluğunu yerine getirmede zayıf kalıyor.
En basitinden Türkiye’de sığınma evi sayısı çok az. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın verilerine göre, kuruma bağlı 593 kapasiteli 27, belediyelere ait 609 kapasiteli 19, valiliklere ait 59 kapasiteli 3 ve özel kuruluşlara ait 36 kapasiteli 3 adet olmak üzere, toplamda yaklaşık 1300 kapasiteli 52 kadın sığınma evi var. Bu evlerde 18 yılda 10 bin kadın ve 7 bin çocuğa hizmet verildi. Oysa 5393 sayılı Belediyeler Yasası’na göre, 50 bin nüfuslu her yerleşim biriminde en az bir sığınma evi bulunması zorunlu. Bu durumda Türkiye’de mevcut sığınma evi sayısının 300’e yakın olması gerekiyor -bu sayı bile AB standartlarında yetersiz. Ancak belediyeler bu görevi yerine getirmiyor. 20 kadının barınabileceği bir konukevi bulunan Genç Kız Sığınma Evi Derneği Başkanı Uğur İlhan, pek çok mağdur kadının SHÇEK - Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan “kontenjanımız dolu” cevabı aldığını söylüyor. Bulan ise, “devletin görevlilerinin sorumluluklarını yerine getirmedikleri gibi vurdumduymazlık içinde olduklarını da” savunuyor. “Devlet sadece trajik hayat öyküleri basında çıkan kadınlara kapılarını açıyor, o da sınırlı bir süre için.” Bulan’ın bahsettiği vurdumduymazlıkla, iddiaları sormak için SHÇEK’i aradığımda ben de karşılaştım. Hangi yetkiliye ulaşsam, sorularımı yanıtlamayıp topu bir başka yetkiliye atmayı tercih etti.


Sorun sadece sığınma evlerinin azlığı değil. Rehber öğretmenlerin eğitilmesi, hukukçuların bilincinin arttırılması, ruhsal değerlendirmelerin uzman kişiler tarafından yapılması gibi atılması gereken adımlar var. Cinsel istismar tamamen ortadan kaldırılamayabilir ama Nüfusbilim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Hilal Özcebe’ nin de dediği gibi, “istismar karşısında iyi işleyen bir sistem geliştirmek mümkün.”
Cesur kadınlar tekrar sessizliğe gömülmeye başlamadan, yetkililer acilen önlem almalı. Tabii eğer bunu istiyorlarsa. Yoksa çoğu sorunda olduğu gibi ensest ve cinsel istismar konusunda da, yüzleşmektense hiç yokmuş gibi davranmak devletin işine mi geliyor.?
Kaynak: NEWSWEEK

 

 

 

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP