HAYATA DOKUNMAK

Lise mezuniyet kitapçığında benimle ilgili yazıda her gün sınıfa “Günaydııııın!” diyerek girdiğim yazılmıştı.

Paylas:
  • Facebook'da Paylaş
  • Twitter'da Paylaş

HAYATA DOKUNMAK

Lise mezuniyet kitapçığında benimle ilgili yazıda her gün sınıfa “Günaydııııın!” diyerek girdiğim yazılmıştı.

Yine liseye başladığımda tanıştığım ve dostluğumun devam ettiği bir arkadaşım üniversiteye giderken tanıştığı erkek arkadaşına beni tanıştırırken şöyle söylemişti: "Bana konuşmayı öğreten arkadaşım.!". Haklıydı. Çünkü o çok sakin ve sessiz biriydi, ben de bir geveze.!

Çok güzel bir iletişimimiz vardı sizin anlayacağınız.

İkimiz çok iyi anlaşıyorduk! Sonunda dinlemekten bıkıp konuşmaya bile başlamıştı. Öğrendi konuşmayı!  Bana ne derece dinlemeyi öğrettiği ise tartışılır. Susmayı daha çok evlendikten sonra mı öğrendim.? Aslında şöyle söylemeliyim; daha sonra eşim olacak kişinin ailesini tanıdıktan sonra öğrendim galiba!

Bir gün hayatımda hayata dokunduğumu fark ettim…

Son zamanlarda artık gözlerim, siyah kumaşlar üzerinde tadilat yapmamı engellemeye başladı! Pantolon paçalarını bile yatıramaz oldum. Bu nedenle bir terziye götürüp, yaptırmaya karar verdim. Beşiktaş Yıldız’da tesadüfen bu işleri yapan bir dükkândan içeri girdim. Yaklaşık atmış, yetmiş metrekare salon şeklinde geniş bir alandı burası. Sağda, kumaş perdelerle geniş bir duşa kabin gibi hazırlanmış bir tarafı duvar aynasıyla kaplı bir yer ve girişte bir banko var yüksekçe. Bankonun arkasında yaklaşık bir buçuk metre yüksekliğinde bir paravan ile bölünmüş bir alan, arkasında bir ütü masası, dört kadarda dikiş makinesi olduğunu daha sonra keşfettim.

Dükkâna girdiğimde isteklerimi söylemeye çalıştım ama karşımdakinin sağır ve dilsiz olduğunu keşfettiğimde içim buruldu biraz, biraz da panikleyerek "Eyvah şimdi derdimi nasıl anlatacağım?" diye düşünmeye başladım.

Ve birden sağ tarafımda sokağa bakan geniş camın arkasındaki koltuk takımlarında oturan herkesin (iki kadın ve iki erkek de kendi aralarında sohbet ediyorlardı) sağır ve dilsiz olduğunu, işaretlerle hararetle konuşmakta olduklarını gördüm. Merakım giderek arttı ve gazetecilik merakım kabardı. Sorular sormak istedim ama kendimi tuttum. Nasıl karşılayacaklarını, bilemezdim ve bir yanlışlık yaparım, incitebilirim diye düşündüm.

Bembeyaz saçlarına rağmen bir delikanlı gibi çevik Bender Usta’ya, pantolon paçalarını göstererek bir kâğıt kalem istedim ve ricamı yazdım. Bir yandan işaretlerle, benim dahi anlayacağım bir şekilde anlatmaya başladı söylediklerimi ve bir taraftan da tek düze olsa dahi sözcüklerle söyledi.

 

Anlaşılmak ne güzel bir duyguymuş meğerse.!

O günden sonra tüm pantolon paçalarımı orada yaptırmaya başladım. Dükkâna her gittiğimde, daha önce gördüğüm sohbet eden kişilerin kimi zaman sayısı azalıyor, kimi zaman artıyordu. Ben dükkânda iken gelen giden semt sakinlerinin de onlarla işaret diliyle konuştuklarını gözlemlemeye başladım. Hatta kimi zaman bu işitebilen kişiler bizim aramızda çevirmenlik yapıyorlardı.

Kimdi bu insanlar.? Nasıl öğrenmişleri işaret dilini.?

İşitme engelli olanlar nasıl bir araya gelmişti.?

Aynı zamanda burası bir dernek falan mıydı.?

İnsanın başına gelen birçok şey meraktandır malum. İçim içimi kemirse de uzun zaman bunları sormadım. Saygısızlık etmek, rahatsızlık vermek istemiyordum. Aradan geçen yaklaşık üç ay içersinde sürekli gidip geldim.

O sıralar Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birinin mühendislik bölümü öğrencileri için iletişimle ilgili, "Sağlıklı İletişim Nasıl Olmalıdır?" konusunda bir seminer vermeye hazırlanırken, aklıma birden seminere, işaret diliyle başlamak, seminer ortasında yine bir kaç cümle söylemek ve semineri işaret diliyle bitirmek gibi bir düşünceye kapıldım.

Bu arada artık yavaş yavaş göz aşinalığının bir sevimli ahbaplığa doğru yol almasından da cesaret alarak bir öğlen vakti Bender Usta’yı ziyarete gittim ve durumu yazarak kendisine anlattım. Yaklaşık on beş cümle seçmiştim, "Eğer sizce de bir sakıncası yoksa bu cümlelerin işaret diliyle anlatımını bana da öğretir misiniz.?" dediğimde beklediğimden çok öte bir keyifle yaklaştı.

Durumu oradaki arkadaşlarına da heyecanla, işaretlerle anlattı. Birden etrafımda bir kaç öğretmenim oluverdiğini gördüm. Hepsi heyecanla bir şeyler anlatmaya çalıştı. Ben hangisine bakacağımı, nasıl izleyeceğimi, kimi izleyeceğimi şaşırdım. Mutluydum ve en az onlar kadar heyecanlıydım.

On beş cümleyi, üç günde, arka arkaya birer saatlik çalışmalar sonucunda öğrendim ve ezberledim. Hatta tüm harfleri öğrendim. Artık mutluluğumu çok daha farklı ifade edebilirim, hani kimi zaman sözcükler yetmez ya anlatmaya.

Ben de o zaman el kol hareketleriyle yeni baştan anlatırım ve hareketlerime de yansıyacağından sevincimi anlatmanın, mutluluğun resmini anlatmanın keyfine daha fazla varabilirim. Resmini yapamam ama...

Kızgın olduğumda bir anda, el kol hareketleriyle küfür bile edebilirim. Kimse de anlamaz. Ama ben daha fazla rahatlayabilirim.! Ne tuhaf değil mi.?

Ama bana kalsa hayatım boyunca hep güzellikleri anlatmak isterim.

Son on beş gündür eğitimime devam ediyorum, yeni bir dil öğreniyorum. Semt sakinleriyle yaptığım konuşmalarla da nasıl bu dili öğrendiklerini öğrendim.

Bender Usta semt sakinlerinin hayatlarına dokunmakta da ustaymış meğerse.! Uzun zamandır yaşadığı aynı semtin çocuklarına küçük yaşlarından itibaren bu alfabeyi sabırla öğretmiş, öğretmeye devam ediyor. Sabırla, bol bol şakalar yaparak, bilge bir eğitimcinin bilmesi gereken "Önce gülümsemeyi öğreterek"  üstelik. İlk öğrendiğim kelimelerden biri, “şaka yapmak”, “numara yapmak” sözcükleri oldu. Semt sakinlerinden biriyle dükkânda ilk karşılaşmamızda, benimle salt işaret diliyle konuşarak, beni de sağır ve dilsiz sanmasını sağlayarak doğaçlama bir şaka bile yaptık üstelik.

O bir kaç dakikanın sonunda konuşmama izin verdiklerinde, adamcağızın yaşadığı şaşkın ifadeyi görerek nasıl sevinç çığlıkları attıklarını, nasıl çocuklar gibi mutlu olduklarını görseydiniz, mutluluğun fotoğrafını çekmek isteyebilirdiniz inanın…

İlk öğrendiğim cümleler arasında, "On sekiz yaşında İzmir de üniversitede okuyan bir oğlum var" cümlesi vardı...

Hayatıma dokundular ve bu yazıyı yazmamı, hayatıma dokunan kişileri anlatmamı bana onlar düşündürdüler. Elli yaşımdan sonra bir dil öğrenmenin keyfine onlarla vardım.

Teşekkür ederim. Bana bir harf öğretenin kulu olurum diyen kimdi.? Ben şimdi her öğrendiğim sözcükle hayatın bir de onlar tarafından nasıl coşkulu yaşandığını görebilmenin heyecanı içersinde daha da mutlu kucaklıyorum yaşamı...

Bir gün ben de tümüyle işitme engelli olabilirim... Ama hayatıma artık daha normal devam edebilirim...

Bender ustanın güzel gözlü eşi ile bir akşamüstü yavaş yavaş sohbet ettik. O da eşi gibi sabırla öğretiyor, eşinin öğretme becerisini, “O profesör!” diyerek işaret ediyordu. Bu arada Bender Usta işaretlerle “Ben hep para kazanıyorum, o ise cebimdeki paraları, kazandıklarımı harcıyor.!” diyerek evdeki tartışmaları dile getiriyordu.

Eşi “Ne yapayım başka.?” sorusunu sorduğunda kafama neler dank etmedi ki.! Evet, haklıydı, çocuklarını büyütmüş, şimdi evinde yalnız ve sıkılıyor. Televizyon seyretmenin dışında ne yapabilir.? Neden onlar için bir el becerileri atölyeleri yok.? Birden nasıl dikkatsiz ve saygısız olduğumuzu fark ettim.

Bizler onların dünyasını anlamak için çaba sarf etmiyoruz ki.! Onlar benim hayatıma dokundu, ben onların hayatına nasıl dokunabilirim bilemiyorum.? Ama olmalı, bir yolu olmalı ben de onlar için bir şey yapabilmeliyim. Eğer aklınıza gelen bir şey olursa lütfen bana yazın olur mu? Ben bu işin içinden henüz çıkamadım doğrusu…

“Kitap okuyor musunuz.?” diye sorduğumda “Sevmiyorum” diye işaret etti. Bakalım yakın zamanda onun keyif alabileceği kitapları keşfedebilecek miyim.? Belki ben de böyle dokunabilirim ona kim bilir?

Bender Usta ve arkadaşları cep telefonu kullanıyor, mesaj yoluyla haberleşiyorlar. Cep telefonunu icat eden ve mesaj yazımını keşfeden kişi her gün dualar alıyordur eminim. Bir kaç kez dükkânda çalan normal telefona bakmamı istediler.

Telefon çaldığında ışıklar da yanıp sönüyor zira. Sonra duyan kim varsa, telefona bakıp diğerlerine çevirmenlik yapıyor veya kâğıda yazıyor söylenenleri...

İşitme engelli insanların hayatını ve yaşadıklarını anlamaya çalışıyorum. Bender Usta üç yıllık bir eğitim aldığını anlatmaya çabaladı bir gün bana. Birden normal bir bebeğin büyürken yaşadığı zorlukları fark ettim. Konuşamadıkları zaman nasıl acz içinde kaldığımızı tüm anneler bilir. Hele bir de ağlıyorlarsa… Bir süre sonra siz de başlarsınız ağlamaya…

Demek istediğim, sırtı tok, karnı pek, gazı çıkarılmış, altı değiştirilmiş, suyu içirilmiş, ateşi yok… Ama bebeğiniz sürekli ağlıyorsa ne yaparsınız? Siz de “Neyin var kuzucuğum, ne oldu.?” diye bir yandan onunla konuşmaya çabalar, bir yandan da çaresizliğinize ağlarsınız. Kim bilir belki salt bezi sıkmıştır, sırtına bir saç kaçmış, kaşındırıyordur, ayağının altı kaşınıyordur belki de kim bilir.?

Peki, onlar ne yapsın.? Mesela, Bender Usta Mehmet’le konuştu, konuşma bitti ve Mehmet arkasını döndü ve gidiyor ama o sırada Bender Ustanın aklına bir şey daha geldi, Mehmet’e söylemesi elzem bir şey, ne yapacak, nasıl durduracak Mehmet’i.? Siz olsanız bağırırsınız ama peki o ne yapacak.?

Bu hikâyeyi Bender Usta bana anlattı biliyor musunuz.?

Ne kadar şanslıyız, bağırabildiğimiz için ve duyduğumuz için…

Onların yaşamından bir kesit sunmak istedim. Siz de düşünün bakalım, hayata nasıl dokundunuz ya da sizin hayatınıza nasıl dokunuldu. Ama şiddet içermeyen, insanca, özgür ve kendimizi, ülkemizi severek koruyarak, bir şeylerin daha iyiye gidebilmesi için çabalayarak.

Bu kış günü bir yerlerde aç olanların, sırtı pek olmayanların da olduğunu unutmadan ve birisinin hayatına iyi bir şeyler yaparak dokunmanın keyfine vararak yaşama bağlanmak… İmece bizim geleneğimiz değil mi zaten.?

“Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur.”

M. K. Atatürk.”

Bu söze ekleyecek sözüm yok benim…

Hayatınıza dokunulmasına izin verin, hayatlara dokunmanın güzelliğini keşfedin derim...

Sevgiyle sevgide kalın, yaşayın ve yaşatın.

Emel Vildan DÜZENLİ

 

http://www.medyagunebakis.com/ -http://www.tdfajans.com/

TDFAJANSToplum Dinamikleri Fikir Ajansı

Sosyal, Kültürel, Ticari, Eğitim ve Sanatsal Alanlarda;

Düşünce Üretimi. Paylaşımı. Toplum Yararına kullanımı.

Bilgi Sahibi Olunmadan Fikir Sahibi Olunamaz.! Olunsa olunsa;

Ancak başkalarının fikirlerini tekrarlayan papağan olunur.

Diğer Haberler

TrabzonSporKlübü

Nasa

Kentim_İstanbul

Doga_İcin_Sanat

ABD_USA

Department_State

TelerehberCom

Google_Blog

Kemencemin_Sesi

Kafkas_Music

Horon_Hause

Vakıf_Ay

Dogal Hayatı_Koruma

Seffaflık_Dernegi

Telerehber

Sosyal_Medya

E-Devlet

Türkiye Cumhuriyeti

BACK TO TOP